Selamun aleykum değerli hocam.

Son günlerde vesvese midir bilmiyorum ama aklıma birşey takılıyor. Hadis kitabı okumanın bize ne faydası var? Sonuçta hadislerin zahirine bakıp direkt onunla amel etmek de her zaman doğru olmuyor. Nesh edilmiş olabiliyor veya başka birşey. Ya da olaya sadece amel yapma açısından değil de Resulullah (SAV) ne buyurmuş o gözle mi bakmamız gerekir. 

Bu konuda bana ne tavsiyeniz olur acaba? Emre Karkar

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

İşte senin de kafana takılan bu düşünceler ve daha başka sebeplerledir ki, gerek pâk ecdadımız Osmanlı ve gerekse onlardan önceki dönem medreselerinde âlî ilimler tasnifine dâhil olan hadis ve tefsir ilmi, en son olarak okutulan ilim dalları arasındadır. Onlar Elifba okuyana, ya da henüz Kur’an-ı Hakîm'i yüzünden okuyana, Arapça gramerden haberdar olmayana, akaid-fıkıh okumayana, fasahat ve belağattan, mantık ve tefekkürden nasipdâr olmamış bulunanlara bu ilimleri okutmamışlar… Ya da bir başka ifadeyle, henüz dört işlemi bile bilmeyen bir talebeden, yüksek matematik problemlerini çözmesini beklememişlerdir. Çünkü temelsiz bina olmaz.

Hadisler de kısım kısım malumunuz. Kabaca ikiye ayıracak olursak; ahkâm hadisleri var (hükümlere mesned teşkil edenler), nasihat babında olanlar var… Gene sizin de işaret ettiğiniz gibi nâsıh-mensûh bulunanlar da mevcut. Bunları tefrik etmek de ulemânın işi. Ama hangi ulemâ..?

Peki günümüz insanı (ilim sahipleri dâhil) müçtehit olmadığına, zamanımızda müçtehit derecesinde ilim erbabı bulunmadığına göre, söz konusu ilimlere dair eserleri avamın / sıradan insanların okumasının ne yararı olur, olabilir? (Zararı başka… Ona geleceğiz.) Belli seviyedeki ilim erbabının da, neyin ne olduğunu, mezhepler arasındaki görüş farklılıklarını / içtihatlardaki ihtilaf sebeplerini ve bunların hangi nass’a istinad ettiğini ve ihtiyaç halinde bunlardan nasıl yararlanması gerektiğini öğrenmekten öte (usûle dair bilgiler) elde edebilecekleri ne vardır ki? Tabii unutmadan belirtelim; aslında yapabilecekleri, hatta yapmaları iktiza eden çok çok önemli bir vazifeleri var. O da, meseleler-hükümler / içtihatlar üzerinde taakkul, tezekkür ve tefekkür mekanizmalarını işletip, yeni imiş gibi ortaya çıkan problemler üzerinde fikirler / çözümler üretmek… Ama bu iş biraz zor ve sıkıntılı geldiği için olacak ki, ulamamız, hemen işin kolayına kaçıyor ve de hiç haddi ve hakkı olmadığı halde sözde içtihada kalkışıyor! İşte felaket de burada başlıyor…

Ardından ikinci büyük sıkıntı olan, “rastgele kitap okuma” felaketi geliyor. Bir asra yakın zamandır dininden, dini ilimlerden uzak kalmış, horlanıp mahrum bırakılmış insanımız, şöyle hafiften İslâm’a yönelmek istediğinde, içinde böyle bir meyil oluşup arzusunu dile getirdiğinde, sözüm ona o müçtehit taslaklarının ilk tavsiyesi; al eline bir meal veya tefsir (o da haliyle genellikle kendi felsefelerine uygun birisinin sözde tefsiri), oku ve oradan İslam’ı öğren demek oluyor… Yoksa günümüzdeki bunca “meal müçtehitleri” nereden çıktı dersin? Ve yine, al bir Hadis kitabı “Peygamberin Sünneti”ni belle demek oluyor. Hatta bazıları Sünneti de bir kenara bırakıp illa da “Kur’an Müslümanlığı” nakaratını diline doluyor.

Peki şimdi kendi kendimize düşünelim; bir insan meal’den İslâm’ı nasıl öğrenir? Hadislerden, yani kavlî-fiilî-takrîrî sünnetlerden uygulamaları nasıl tahsil edebilir? Bunu yapacak, nasslardan hüküm istinbat edecek olanlar müçtehitler değil midir? Elbette ki öyledir. Mukallit Müslümanın (müçtehit olmayan bütün mü'minlerin) üzerine düşense, bu çıkartılan hükümlere uymak ve onları uygulamaktan ibarettir.     

Meal, hatta tefsir, uçsuz bucaksız bir derya olan Kelâm-ı Kadîm'den bir katre / damla bile olmadığına göre, sıradan bir Müslüman oradan neyi ne kadar öğrenebilir ya da bunu okuduğunda kafasında ne gibi istifhamlar (menfî sorular) oluşur?! Mesela meal okuyan bir avamı düşünün; yahu bize anlata anlata bitiremedikleri ve Allah kelâmı dedikleri şey -hâşâ- bu muymuş gibi bir istihfafa (hafif ve basit görme hissine) düşerse, bunun sorumlusu kim olur?

Hadis hakeza… Malumunuz bir mesele hakkında, farklı zaman ve zeminlerde Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) muhtelif sözleri-izahları var. Amelde mezheplerin ihtilafı da bu esasa dayanır malumunuz. O insan bütün bunları nasıl te’lif edecek? Te’lif bir yana, o kişinin kafası -af buyrun- bulaşık teline dönmez mi? Zaman zaman bize sorulduğu gibi, 'efendim burada bir tenakuz / uyuşmazlık yok mu' demeğe başlamaz mı?

Oysa ecdadımızda usûl; hep tedrîcidir… Basamak basamak... Yavaş yavaş... Alıştıra alıştıra… Çünkü Kur’an da tenzîlîdir. Birdenbire inmemiştir. Aynen bebeğe annesinin süt emzirmesi gibi, aheste aheste, hazmettire hazmettiredir.

Kısacası;

Bir Müslümanın öncelikle okuması gereken bilgiler; temel akâid ve fıkıh (ilmihal) bilgileridir. Bunun yanında komprime ahlâk ve siyer bilgileri… Ondan sonra da sırasıyla ihtiyaca göre diğer ilimler gelir. Onlar da yine münakaşa ve münazara metoduyla yazılmış eserler değil, kişinin kendi mezhep ve meşrebine uygun eserler olmalıdır. Ki, mü’min mezhepsizlik girdabına düşmesin.

Günümüzde gene en büyük tehlikelerden biri de “mezhepsizlik"tir malumunuz… Tam bir felaket! Hele hele o biraz mürekkep yalamış, kendisini müçtehit sanan gürûhun, kat’iyyen mezheplerle bir ilişkisi yok. Onlar ya karma içtihatlardan, ya da kendi heva ve heveslerince vardıkları sonuçlardan yararlanıyor(!)lar. Mezhep denilince de hop oturup hop kalkıyorlar. Maalesef çevrelerindeki İslâm’a yeni yeni ısınmaya başlayan insanları da bu girdabın içine sürüklüyorlar. Oysa çok net olan bir şey var; insan vücudu da, ruhu da, ilmî-fikrî seviyesi de mütefavittir, aynı seviyede değildir. Öyleylese herkese aynı tavsiyede bulunamayız, aynı reçeteyi veremeyiz, herkese aynı kitabı okumasını söyleyemeyiz. Beden yapısı 100 mg’lık bir antibiyotiği ancak kaldırabilecek hastaya dr. 1000 mg’lık bir ilaç verirse ne olur? Yarar yerine zarar değil mi!

Sonuç: Meal olsun, tefsir olsun, hadis olsun bu ve benzeri âlî / yüksek ilimleri okuyacak, hatta okuması gereken kardeşlerimizin de, neyi nasıl okumaları gerektiğini, hangi kıstaslara / ölçülere göre hareket edip faydalanmaları icap ettiğini bilmeleri lazımdır.

Aslında tabii ki söylenecek çok şey var. Ama zannederim merâm anlaşılmıştır. Şimdilik bu kadarı kâfi…

Go to top