Halis hocam, peygamberimize hakaret, sövme 'nin hükmü ve karşı muamelesi nedir? Mesela paris teki operasyonu yapan kardeşlere nasıl muamele ederdi? (İsim mahfuz)
*******
Değerli hocam;
Eğer Peygamberimize veya peygamberlerden herhangi birine sebbeden veya hakaret eden kişi Müslümansa, MÜRTED olur. Tevbe edip dönüş yapmazsa öldürülür.
Şayet söz konusu kişi kâfir veya zimmî ise, âlimlerin ekserisine göre yine öldürülür. Ancak kâfir de tevbe edip Müslüman olursa tevbesi kabul olur, öldürülmez. Eğer fiil tekerrür ederse yine öldürülür.
Peygamberlere, işaret yoluyla istihza ve hakareti ifade eden herhangi bir suret ve şekil ile sebbetmek de aynen sarih ifadeyle / açık bir tarzda alay etmek ve hakaret gibidir; dolayısiyle hüküm bakımından herhangi bir fark da yoktur. Bu hususta ulemanın ittifakı vardır.
Asr-ı Saadet’te bütün bunların örnekleri mevcuttur.
Dâru’l-İslâm söz konusu olsa ve bu olay orada cereyan etse bakılır; eğer öldürenler, onları o meş’um fiili işledikleri için katletmişlerse, onlara uygulanacak bir hüküm yoktur, zira öldürülenlerin kanı hederdir, hiçbir hakları yoktur. Mesela a'ma bir zat Rasûlullah’a (s.a.v.) söven kendi hanımını öldürüp geldi ve Efendimize (s.a.v.) durumu bildirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Siz şahit olun, bana hakaret eden bu kadının kanı hederdir. Hiçbir hakkı yoktur" buyurdu.
Ama eğer günümüzde olduğu gibi, İslâm hukukunun uygulandığı herhangi bir ülke yok ve tamamen beşerî sistemlerle yönetiliyorsa, mevcut hukuk sistemine / sistemlerine yani muahedelere / sözleşmelere / anlaşmalara uymak durumundasınız. Kimse başına buyruk olamaz. Olursa kaos olur!
Madalyonun öbür yüzünü de özellikle es geçmemek lazım. Bunların gerçek kimliği ve hedefleri ne? İpleri kimin elinde? Kısacası kimin maşası, kime hizmet ediyorlar? Bunlar çok daha detaylı bir şekilde üzerinde düşünülmesi gereken hususlar… Olayın Müslümanlara getirisi-götürüsü ne olmuştur, daha neler olabilir? Kanaatimce uygulamada olmayan İslâm hukukuna göre bunun neticesini tartışmak yerine, olayın siyasi-sosyal, hatta ekonomik yönleri üzerinde düşünülmeli, hassasiyetle ele alınmalı… Bunlar da malum, başta devletin ve STK’ların, sonra da topyekün kamuoyunun görevi. Tabii başta Basın ve medya olmak üzere…
Tabir caizse vak’a, iki tarafı dikenli sopa gibi… Veya bulaşık teli, zenci saçı gibi… Neresini ayıklayıp hangi yönünü ele alacaksın? Öyle değil mi? Aslında bu işler sizlere / akademisyenlerimize düşüyor, bizim gibi molla / hoca takımına değil.
Selam ve dua ile…
Fî emânillah…