Selamün Aleyküm ağabey. Sekerâtül mevt hakkında bilgi verir misiniz? Aniden olan ölümlerde de böyle bir hadise var mıdır?

*******

Ve aleyküm selam.

(A) “Sekerâtü’l-mevt”; Arapça iki kelimeden mürekkep bir tâbirdir. Sekerât, sarhoşluk manasına gelen sekr’in cem’îsidir, sarhoşluklar demektir. Mevt de malumunuz, ölüm anlamınadır. Terkip olarak; ölüm halindeki kimsenin kendinden geçmesi, can çekişmesi halini ifade etmektedir.

Sekr” kişi ile aklı arasına giren, aklı gideren bir hâl demektir. Bu sebeple aklı gideren sarhoş edici maddelere genel olarak “müskir / müskirât” ya da “müsekkir” adı verilmektedir. Bu kelime gazap, aşk, elem, dalgınlık veya bir acıdan ötürü gelen baygınlık için de kullanılmakta ve bu hâle de “sekr” denilmektedir ki, burada kastolunan da budur. Yani “sekr”in cem’îsi olan “sekerât” ile ölum anındaki ıztırap ve baygınlıklar kastedilmektedir.

Buna göre, Kur'an-ı Kerim tabirlerinden olan “Sekerâtü'l-mevt” terkibi, “insanın ölumüne delalet eden ölüm baygınlığı” manasına gelir.

Hepimizin bildigi gibi ölüm, ruhun cesetten ayrılışıdır ki, ölümün sekerâtı vardır. Nitekim ayet-i kerimede, “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, ‘İşte (ey insan), bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’, denir.” [Kaaf suresi, 19] buyrularak, ölümden kaçan insanlara bir gün mutlaka bu sekerât-ı mevtin geleceği bildirilmiştir.

Hz. Âişe (r.anha) validemizden rivayet edildiğine göre, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) son hastalığında yanlarında bir kap içerisinde su vardı. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) mübarek ellerini suya daldırıp yüzüne sürüyor ve,

Allah'tan başka ibâdete / kulluğa lâyık bir ilah yoktur. Muhakkak ölümün sekerâtı vardır” diyordu. Sonra ellerini kaldırıp, ”Refîku'l-A'lâ'da” diyor, ta ki ruhu kabzolunup eli aşağıya düşünceye kadar. [Buhari, Sahih, Rikak, 42] 

Yine muhaddislerin Hz. Âişe'den (r.anha) rivayet ettikleri diğer bir hadis-i serifte de Rasûlullah (s.a.v.) bu hastalığında, elini suya sokup yüzünü ıslattıktan sonra;

Allah’ım, sekerât-ı mevtte (ölüm sıkıntısı-zahmeti ve baygınlığında) bana yardım et.” [İbn Mâce, Sünen, Cenâiz, 64; Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 8] diye dua ediyordu.

Hz. Âişe (r.anha) validemiz diyor ki;

Ben Nebî sallallahu aleyhi vesellemin, vefatında çektiği ızdırabı gördükten sonra, kolay ölmesinden dolayı kimseye gıpta etmem (imrenmem).” [Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 8] 

Diğer bir rivayette de Hz. Âişe (r.anha),

Rasûlullah (s.a.v.), benim midemle boğaz çukurum arasında (göğsümde) olduğu hâlde vefat etti. Rasûlullah’tan (s.a.v.) gördüğüm şeyden sonra, ölümün şiddetini kimse için çirkin saymam.” [Nesaî, Sünen, Cenâiz, 6] demiştir.

Ölüm anında meleklerin görünerek herkese makamını bildirmeleri, sekerât-i mevt ve bu esnadaki durumlar dünyadakilerin muttali olamayacakları gaybî hakikatlerdendir. Mü'minin, gaybîhakikatlere dair Allah ve Rasûlü’nün verdiği her habere inanması zarûridir. Kesin haberle bildirilmiş olan bu hallere her Müslümanın kesin olarak inanması gerekir. Aksi hâlde imanı tehlikeye düşer.

Şer'î nasslarda;

- Dünyada yaşarken iyi hâl üzere olanların, yani iman edip emir ve yasaklara titizlikle riayet edenlerin ölumlerinin kolay olacağı…

- Ölüm meleğinin onlara rifk ile (yumuşaklıkla) muamele edeceği…

- Bunun zıddı bir yaşayışa sahip olanların ise ölümlerinin şlddetli olacağı…

- Ölüm meleğinin de hayatını küfür, isyan ve kötülükler peşinde koşarak geçirmiş olan bu insanlara sert muamele edeceği bildirilmiştir.

Ancak bu, değişmez bir kaide değildir. Ölüm anında Allah'ın sevgili kullarının acı çektiği, Allah'a isyan ile ömür geçirmiş olanların ölümlerinin ise görünürde çok kolay olduğu da olur.

Nitekim Rasûlullah’ın (s.a.v.), ölümü anında çektiği ızdırap şiddetli olmuştur.

Gene ülû’l-azm peygamberlerden Hs. Musa’nın, ruhu kabzolunduktan sonra Cenab-ı Hakk'ın kendisine ölümü nasıl bulduğunu sorması üzerine verdiği cevapta; “Nefsimi tavada kızartılan diri serçe gibi buldum, ölmez ki istirahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçsun” demesi de ölümün Allah'ın sevgili kulları için de bazan şiddetli olabileceğine delalet eder.

Diğer bir rivayete göre Hz. Musa, “Kasabın elinde derisi yüzülen koyun gibi.” [Bkz. Hasan İdvî, Meşârık, Mısır, 1316, s. 15] demiştir.

Rasûl-i zîşân (s.a.v.), az günah işleyenlerin ölümünün kolay olacağını bildirdiği… Kelime-i Tevhid / Kelime-i Şehadet getirmiş olanlara, yani mü'minlere ölümleri anında zillet ve korku olmayacağını söylediği [el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2, 416-417]… Ölümden sonraki hayatlarının en yüksek saadet derecesinde olacağını da Kur'an'ın haber verdiği bu büyük zevâtın ölüm anındaki şiddetli ızdıraplarının sebebi nedir, denilecek olursa… Bu hususta;

İslâm âlimleri, ölüm anında ıztırap çeken insanların ıztırap sebeplerinin farklı olduğunu ifade etmişlerdir. [Bkz. Hasan İdvî, a.g.e., 40] Buna göre, sekerât-ı mevtin şiddeti şu dört gayeden biri içindir:

1. Manevi derecesini daha çok yükseltmek istediklerine Allah Teala, ölümü anında ıztırap çektirir. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve Allah'ın (c.c.) salih kullarının sekerât-ı mevtlerinin şiddetli olması bu sebepledir. Onların ölüm anındaki ıztıraplara katlanmaları, Allah katındaki derecelerini daha fazla yükseltir. Onun için de bu büyük zatların hiçbiri ölüm acılarından ötürü hoşnutsuzluk gostermemişler, daima derecelerinin daha yüksek olması için Allah Teala’ya dua etmişlerdir.

2. Allah Teala, günahlarını affetmek istediği mü'min kullarının günahlarına keffâret olsun diye sekerât-ı mevtlerini şiddetli eyler. Mü'min, dünya hayatında iken çektiği her acı ve ıztıraba, hatta ayağına batan bir dikenin acısına bile karşılık alacağı ve bu ıztıraplara karşılık olarak bir günahının affolunacağı, günahı yoksa bir sevap yazılacağı için, onun ölüm anında çektiği ıztırap ve acıları da karşılıksız kalmayacaktır. Bu hakikati en iyi müdrik ve meş’ûrlardan biri olan Hz. Ömer (r.a. v. 23/643) şöyle diyordu:

Mü'minin üzerinde günahlarından hayatta iken -iyi amelleri ve tevbesiyle silinmemiş- bir şey kalacak olursa, Allah (c.c.) ona sekerât-ı mevti şiddetli kılar. Böylece ruhu Cennet’e ulaşır. Kâfir de dünyada iyi bir iş yapmışsa, onun karşılığı olmak üzere, Allah Teala ona ölümü kolaylaştırır ve yaptığı iyiliğin karşılığını dünyada almış olarak onu Cehennem’e atar.”

Kâfirlerden kolay bir şekilde ölenler varsa onlara imrenmemeli, asıl ölümden sonraki hayatı huzur içinde olacak olanlara imrenmeli… Çünkü kâfirin göreceği mükâfatın tamamı dünyada, mü'mininki ise hem dün­yada hem de ahirettedir. Allah Teala biz Müslümanlara kâfirlerin dünyadaki bolluk ve refahlarına hayret etmememizi, imrenmememizi emretmiştir. [Bkz. Tevbe suresi, 55] Biz onlardan ölümü kolay olanlara da imrenmeyiz ki, zaten bu pek nâdir olur. Genellikle azapları ölüm anından itibaren başlar. Melekler onların ruhlarını alırken onlara azap ederler. İleride açıklanacağı üzere bu, onların azaplarının başlangıcıdır.

Ölüm anındaki acı ve ıztırapların, mu'minin günahına keffâret olacağını bilen Ömer b. Abdülaziz (rh. v. 101/720) de şöyle diyor:

Bana ölüm sekerâtının kolaylaştırılmasını istemem, arzu etmem. Çünkü o, mü'minin günahlarını örten ve derecesini yükselten son kefarettir.” [İbn Hacer, Fetfu’l-Bârî, 11, 365] 

Mü'minin ölüm anında çektiği acı ve ıztıraplar günahlarına keffâret olmakla beraber, onun melekler tarafından müjdelenişi ve meleklerin onu Allah Teala’ya kavuşma sevincine garkederek rifk ile muamele edişleri; mü'minin de Rabbına kavuşma sevinci içinde oluşu, sanki hiçbir şey duymamışcasına kendisine ölüm acılarını kolaylaştırır. Bu dünyada bile böyledir. İnsan, çok büyük zorluklara katlanarak yaptığı bir işin karşılığını alınca, çektiği sıkıntıları hemen unutur, hiç çekmemiş gibi olur.

3. Sekerât-ı mevti şiddetli olanlardan bir kısmı da, baştanbaşa bir imtihan olan dünya hayatlarının sonunda bir kez daha denenir-sınanır ve son imtihana tâbi tutulurlar. Yani bunların elem ve ıztıraplarının gayesi de imtihandır. Tabiî neticede de ona göre karşılıklarını alırlar.

4. Ebedî cezanın başIangıcı olarak ölüm sekerâtı şiddetli olanlar da vardırki; bunlar, dünya hayatlarında iman etme şerefine erişemeyip, hep kötülük peşinde koşan kâfir-münafık ve zâlimlerdir. Bunların hali Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:

O zâlimlerin halini, ölüm şiddeti içindeyken bir görsen! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve, ‘Ruhunuzu teslim edin. Bugün, Allah'a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandıralacaksınız’ derler.”  [En'âm suresi, 93]

Bu ayet-i kerime, kâfir ve zâlim olanların / imansızların ölürken azap göreceklerini beyan etmektedir. Âyette bildirilen me­leklerin ellerini uzatmalarından kasıt, o kâfirleri dövmeleridir ki, bu dövme, Bedir Gazvesi'ne katılan müşrikler hakkındadır. Fakat hükmü kıyamete kadar umum kâfirleri şumûlüne almaktadır. Zira “Sebebin hususiyeti nassın umumiliğine mâni değildir”. Nitekim bu husus şu ayet-i kerimede açıkça ifade edilmiştir:

“(Rasûlüm!) Melekler yüzlerine ve arkalarına vurup, ‘Tadın yakıcı Cehennem azabını’ (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!” [Enfâl suresi, 50]

Müfessirler, bu ayetteki dövmekten maksadın azap etmek olduğunu söylemişlerdir. Bu dövme şeklindeki azap, onların ruhları cesetlerinden çıkancaya kadar sürer. ”Haydi canlarınızı kurtarın”dan murat ise şudur: Kâfiri ölümü anında melekler azapla, nekal (felaket ve ceza) ile, ağlal (kelepçe ve susuzluk) ile, selâsil (zincirler) ile, Cehennem ve kaynar su ile ve Allah'ın gazabı ile müjdelerler. O zaman ruhu cesedinde parçalara ayrılır ve cesetten çıkmaktan çekinir. İste o zaman rnelekler o kâfirlere, ruhları cesetlerinden çıkıncaya dek: ‘Haydi canlarınızı kurtarın!” diyerek vururlar. Yani ruhlarınızı cesetlerinizden çıkarın, derler. Ve dünyada Allah'ı yalanladığınız, onun âyetlerine uymaktan ve Rasûllerine boyun eğmekten kibirlendiğiniz içln bugün hakaret azabıyla cezalandırılacaksınız, derler. Böylece onların şiddetli sıkıntıları kat-kat artar, tıpkı suyun, suda boğulanı kapladığı gibi, onları da korkular ve dayaklar kaplar... [Bkz. Doç. Dr. Süleyman TOPRAK, Ölümden Sonraki Hayat)

(B) Âniden (füc’eten / birden bire / ansızın) ölümlere gelince

Abdullah bin Ubeyd bin Umeyr (r.anhuma) anlatıyor:

Hz. Âişe’den (r.anha) füc’eten ölümü sordum. “Füc'eten ölmek iğrenç” dedi. “Neden iğrenç olsun. Ben bunu Rasûlüllah’tan (s.a.v.) sordum. Şöyle buyurdu: ‘Füc’eten ölmek mü’min için bir rahatlıktır. Fâcir (günahkâr) içinse eseftir (sıkıntıdır).” [İmam Celaleddin es-Süyûtî, Kabir Âlemi, Kahraman Yayınları, s. 77]

Efendimizden (s.a.v.) bu mevzuda başka rivayetler de vardır. Şöyle:

Füc’eten ölüm, mü’min için rahatlıktır. Kâfir yahut fâsık için ise, Allah’ın gadab (öfke) ile yakalamasının alâmetidir.” [Tezkiretü’l-Kurtubî, s.38]

Yine Rasulullah Efendimize (s.a.v.) âni ölümün durumu sorulduğunda şöyle buyurdular: “Allah'a inanan bir kimse için rahatlıktır. Facir / günahkâr için ise sıkıntılı bir du­rumdur”.

Bu hadisi İmam Ahmed (rh.) rivayet etmiştir. İmanı Ahmed b. Hanbel hazretleri bu hadis sebebiyle ansızın (âni, füc'eten) olan ölümü ve­ya böyle ölen bir kimseyi kınamamış, bu hususta herhangi bir sakınca görmemiştir. Kendisinden rivayet olunan iki haberden birinde İse, ‘böyle ölümleri sakıncalı gördüğü’ açıklaması yeralmaktadır. Sebep; Rasûlullah'tan (s.a.v.) rivayet olunan şu haberdir: Rasûlullah (s.a.v.) eğik bir duvarın yanından geçer­ken hemen yürüyüşünü hızlandırmıştı. Bunun sebebi (kendisine) soruldu­ğunda, “Âni ölümden hiç hoşlanmam” buyurmuştur. Burada rivayet olunan iki haber arasında herhangi bir çelişkili durum sözkonusu değildir. [Bkz. Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları, s. 151] Her an için ölüme hazır olan mü’mine âni ölüm, Allah’tan bir hediyedir. Ama hazırlıksız durumdaki mü’min içinse, bir bakıma haliyle sıkıntılı bir ölümdür. 

Velhâsıl, füc’eten ölmek, kolay bir ölüm şeklidir; ancak ölüme hazır olmayanlar için iyi değildir. Çünkü bunlar tevbesiz bir halde ve günahlarıyla birlikte gitmiş olurlar. Halbuki ölmeden önce bir süre hastalanmak, gaflet perdesini yırtıp kişinin kendine gelmesini, hak ve hukuk işlerini yoluna koymasını, tevbe ve hayır-hasenat yapmasını sağlar, acı ve ağrıları da günahlarının silinmesine vesile olur. Zahire göre şer / kötü gibi görünen hastalığın arkasında, böyle nice büyük hayırlar / hikmetler vardır.

Ayrıca ÂNİ ÖLÜMLER!.. başlıklı yazıya da bkz. 

 

Go to top