Muhterem Halis hocam Esselamü aleyküm. Allah-u Teâla işlerinizi ve çabalarınızı hayra çıkarsın. Efendim Allah'ın "kün" yani "ol" emrini nasıl anlamalıyız? Yüce Mevla bir işin olmasını dilediğinde gerçekten Kelam-ı Nefsî'si ile varlıklara kelam etmekte midir yoksa buradaki "Kün" emri aynen "Yedullah"ta olduğu gibi Yüce Rabb'İmizin herşeyi hiç zorlanmadan dilediğinde takdir edebildiğini ifade eden bir mecaz mıdır? Cenk Ecdad
*******
Ve aleykümü’s-Selâm. Bilmukabele bizden de hayır-dualar…
1- “Allah'ın "kün" yani "ol" emrini nasıl anlamalıyız?”
Evet, Allah celle şânuhu’nun “kün: ol” emrini, aynen O’nun anlattığı gibi anlamalıyız. Yani, “Onun emri, bir şeyi murad edince, ona sâdece ‘ol’ demektir, o da oluverir.” [Yâsîn suresi, 82]
“Kün” emriyle alakalı âyet-i kerimelerden diğer bazıları da şöyledir:
“Göklerin, yerin mübdii, bir emri murad etti mi, ona yalnız ‘ol!’ der, oluverir.” [Bakara suresi, 117] Yani onları önceden hiçbir örneği bulunmaksızın yaratandır O Yüce Mevlâ....
Müfessirler buradaki “ol” emrini, kudretin hemen faaliyete geçmesi olarak tefsir etmişler. Aynen, “…Her şeyin melekûtu (hükümranlığı, tam bir hâkimiyetle saltanatı, idare kuvveti) O’nun yed’indedir…” [Yâsîn suresi, 83] âyetindeki yed / el tabirini, kudret olarak tefsir ettikleri gibi, bu “ol” emrini de yine kudret ve irade olarak te’vil etmişler... Ve bundan murad, “Allah’ın dilediği şeyin hiçbir engel olmaksızın hemen meydana gelmesidir” demişler, kelâm-ı lafzî ve kelâm-ı nefsî ifadelerine pek yer vermemişlerdir. Maamafih Cenab-ı Hakk'ın bir şeyi dilemesi de bir bakıma, o şey hakkında kelâm-ı nefsî'nin tahakkuku olarak addolunabilir.
Bir diğer âyet-i celile meali: “Doğrusu Allah indinde İsa(nın yaratılışının) meseli, Âdem(in) meseli (yaratılışı) gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol!’ dedi, o da oluverdi.” [Âl-i İmran sûresi, 59]
“Kün” emrini alan eşya hemen mi, yoksa tedrîcen (derece derece-yavaş yavaş) mi olur?
Olması gereken o şeyin “sünnetullah”taki durumu, tâbi olduğu ilâhi kanun neyse, -ya hemen ya da tedrîcen- ona uygun olarak meydana gelir.
Bu âyet-i kerimelerde geçen "kün: ol" emrinin mânâsına biraz daha yaklaşabilmek için, mevcudatın-mükevvenatın Âlem-i Halk ve Âlem-i Emr diye iki kısma ayrıldığını göz önünde bulundurmak herhalde faydalı olacaktır. Yani Halk / mahlûkat âlemi, Emr âlemi… Bunu beyan eden ayet-i kerime şöyledir: “…İyi biliniz ki (Âlem-i) Halk da (Âlem-i) Emr de O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” [A’râf suresi, 54]
Beden halk âleminden, ruh ise emir âlemindendir. Halk âlemi bu hikmet dünyasında safha-safha meydana gelmekte... Tedrîcen, yâni kademeli ve belli ilahi kanunlara muvafık olarak yaratılmakta.
Emr âlemi için ise bu tarz bir yaratılış söz konusu değildir. O âlemde her şey bir anda vücut buluyor. Zaman mefhumu mevzuu bahs olmadığı gibi, bu âlemde mekân kavramı da yoktur. O bakımdan ruh, değişik safhalardan geçip de sonunda o hâli almış değil. Doğrudan ruh olarak yaratılmış... İnsan bedeninde vazife görmeğe başlaması da yine bir anda oluyor.
Önce topraktan yaratılan Âdem babamıza (a.s.) daha sonra "ol" emrinin verilmesini, Muhyiddin-i Arabî hazretleri şu emir kanunuyla izah eder: “Ol denince oluverir kavl-i şerifi, ruhun üflenişine delâlettir… Ve bunun, emir âleminden olduğuna işarettir. Önceden bedenin yaratılışı gibi bir madde ve müddete ihtiyaç kalmadığını ifade eder” buyurur.
Bahsimize mevzu olan bu âyet-i kerime akla, tezekkür ve tefekküre engin bir ufuk açıyor… Önce topraktan Hz. Âdem (a.s.) yaratılıyor ve sonra ona "ol" emri veriliyor. Bu emirle Hz. Âdem’in (a.s.) topraktan inşa edilen cesedi ruha, hayata kavuşuyor. Nitekim bu "ol" emrini büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi merhum, “Canlı bir mahlûk kesil (ol).” ifadeleriyle tefsir ediyor. Zira, zaten var olan bir nesneye yeniden "ol" emri verilmesi, onun yeni bir şekle girmesi demek olmalı, aksi halde bu emre bir mânâ vermek mümkün olmaz.
Buna göre, “İnsan bir anda yaratılıyor” diyebiliriz. Ama elbisesi, ilahi hikmet gereği tedrîcî olarak (dokuz ayda) inşa ediliyor. Diğer varlıklar da öyle… Çekirdeklerdeki ilâhî şifrenin teşekkülü de ruh gibi bir anda, daha doğrusu ‘zamansız’ yaratılır, ama çekirdeğin ağaç olması yıllar sürer…
Şimdi bu âyetin ışığında etrafımızdaki sonsuz faaliyetlere bir göz atalım ve "ol" emrini onlarda görüp okumaya çalışalım… Meselâ;
Hidrojen ve oksijen bir "ol" emriyle su oluvermişlerdir. İki zıt kutup bir emirle birleşmiş ve bambaşka bir şey olmuşlardır. Yenilen gıda bir süre sonra insan tohumu olur, yine "ol" emriyle. Bu emir olmasa, yani ilâhî kudret yaratmasa gıdayı insan yapmak mümkün mü?
Ve rahimde nutfeye yeni bir emir gelir: "alaka ol". Bu emir ve benzerleri aralıksız tekrarlanır. İlâhî kudret ve irade o tohumu halden hâle evirip çevirir ve sonunda insan vücut bulur. Demek ki nutfeye “insan ol.” denmemiş, sadece “alâka ol” denmiştir. Eğer “insan ol” emri verilseydi rahimde o an bebek teşekkül ederdi. Dünya sebepler âlemi olduğu için, yaratılış da sebepler dâhilinde ve kademeli olarak icra edilmekte... Ve bu safha safha yaratılışla nice sanatlar sergilenmekte... Müsebbibü’l-esbâb âleminde ise, sebeplere yer yok.
Bir anda insan yapmak Allah’a mahsus bir sanat... Aynı şekilde nutfe yaratmak, onu halden hâle çevirmek ve sonunda insan hâline sokmak da ayrı birer ilâhî sanat... Sun’ullâh; Allah’ın eseri, kudreti… Bu hikmet dünyasında bu ilâhî sanatların teşhir edilmesi için "ol" emri, “son şeklini al” mealinde değil de, “bir sonraki tavrına gir” tarzında verilmiş oluyor.
Teneffüs ettiğimiz havaya gırtlakta, ağız boşluğunda ve dudakta ayrı emirler veriliyor ve böylece değişik harfler dökülüyor ağzımızdan… Demek ki havaya emir var, “ses ol” diye… Hem de değişik şekillerde... Allah Teala, ağız fabrikasında havadan ses yaratıyor; yine "ol" emriyle...
O ses, mübarek bir kelime ise, Rahmânî bir hakikat terennüm ediyorsa yeni bir emir alıyor: "Melek ol". Okunan teşbihlerden-tekbirlerden-tahmidlerden-tehlillerden, yâni bütün mukaddes kelimelerden melek yaratılıyor. Havaya “ses ol” diyen, sese de “melek ol” diyebilir. Bu emre, bu iradeye karşı çıkacak kim olabir?!
Göz fabrikasına giren ışık da benzer bir emir alıyor: “Göz nûru ol.” Görmeye başlıyoruz… Kulak bir emir alıyor: “Duy-işit-dinle” diye… Güzel bir cümle işitiyoruz. O söz aklımızda bilgi oluyor. Neyle? Yine “kün” emriyle. Kalp o sözden hoşlandı mı yeni bir emir geliyor: “Feyiz ol-nûr ol!”, “Huşû ol-huzû’ ol!”, “Sevgi ol-muhabbet ol!” diye...
Topyekün kâinat-mükevvenat “kün” emrinin tecellileriyle dopdolu... Toprağa “çiçek ol” deniliyor; buluta “yağmur”... Çekirdeğe “ağaç ol!” emri geliyor, yumurtaya “civciv”...
Yediğimiz gıda, bedenimizde nice emirler almakta: "Et ol", "ilik ol", "kan ol", "kemik ol", "sinir ol", "saç ol", "tırnak ol" gibi...
Bir zamanlar maddeleri bir olan güneş sistemi de benzer emirler almıştı... "Dünya ol", "Merkür ol", "Ay ol" gibi...
Velhâsıl, “kün” emrine inanıp bu yönde tefekkür eden mü’minlerle, buna akıl erdiremeyip bocalayanların hayatları, bu emrin cilveleriyle devamlı bir şekilde kaynaşıp gidiyor ve gidecek de... Ta ki ölüm gelene ve kıyamet kopana kadar…
2- “Yüce Mevla bir işin olmasını dilediğinde gerçekten Kelam-ı Nefsî'si ile varlıklara kelam etmekte midir yoksa buradaki "Kün" emri aynen "Yedullah"ta olduğu gibi Yüce Rabb'İmizin herşeyi hiç zorlanmadan dilediğinde takdir edebildiğini ifade eden bir mecaz mıdır?”
Sorunuzun bu kısmı biraz karışık... Ancak net olarak şunu ifade edebiliriz: Biraz önce yukarıda mealini naklettiğimiz ayet-i kerimelere göre, Mevlâmızın bu iradesi için “kün” emrini verdiğini gördük, fakat mahiyetinin-keyfiyetinin ne ve nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, yaratılması murâd olunan şeyin bu emri fehm u idrâk edip derhal ademden vücuda çıkıvermesidir.
Malum olduğu üzere Ehl-i Sünnet âlimleri kelâmı, “nefsî” ve “lafzî” olmak üzere ikiye ayırırlar.
a) Kelâm-ı nefsî (nefsî-zâtî kelâm), Allah'ın zâtı ile kaim, mahiyetini anlayamayacağımız ezelî bir sıfattır.
b) Kelâm-ı lafzî (lafzî kelâm) ise nefsî kelâma delâlet eden ses ve harflerden müteşekkildir. Mesela Kur'an'ın lafzı gibi...
Ehl-i Sünnet’in iki büyük kolu olan Eş'arî ve Mâturidîler nefsî kelâmın işitilip işitilmemesi mevzuunda ayrı görüşlere sahiptirler. Eş'arîlere göre nefsî kelâm işitilebilir, caizdir. Çünkü varolan bir şeyin işitilmesi de mümkündür. Mâturidîler ise, nefsî kelâmın işitilemeyeceği görüşüdedirler.
Hâsılı, Allah Teala’nın kelâmı, onun var ettiği seslerle duyulabilir, ama bunun mahiyeti-keyfiyeti, ciheti anlaşılmaz. Nasıl olduğu ve nereden geldiği idrâk edilemeden âdeta bütün vücut kulak kesilir ve topyekün varlığımızla-benliğimizle o kelâmı / sözü işitir, işitebiliriz. Bu ve benzeri mevzularla ilgili detaylı bilgi için bkz.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1441-kelam-i-lafzi-de-allah-kelamidir.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1206-kelim-sifati-ve-kelamullah-in-mahiyeti.html
Bu sorunuzun, “’Kün’ emri aynen ‘Yedullah’ta olduğu gibi Yüce Rabb'İmizin herşeyi hiç zorlanmadan dilediğinde takdir edebildiğini ifade eden bir mecaz mıdır?” bölümüne yukarıda bir nebze temas edildi. Müteşâbihatla alakalı detaylı bilgi için, Kur'an'da müteşâbih âyetler ve mukattaa harfleri başlıklı makalemize bkz.
N e t i c e
Rabbimiz (c.c.) için -hâşâ- zerreden küreye, habbeden kubbeye, Arş’tan ferş'e hiçbir şeyi yaratmada “zorluk” söz konusu değildir. O, dilediğini dilediği gibi yaratır. Binaenaleyh her mevzuda olduğu gibi, bu mevzuda da “Allah'ın ‘kün’ yani ‘ol’ emrini nasıl anlamalıyız” tarzında aklî-mantıkî zorlamalara gitmeye gerek de lüzum da yok. Zira ‘zorluk-kolaylık’ diye ifade ettiğimiz hususlar, biz kullara mahsus hasletlerdir.