Sevgili hocam Esselamü Aleyküm
Bir yakınım kısmi felç (inme) rahatsızlığı geçirdiğinden konuşma melekesini büyük ölçüde kaybetti ne yazık ki. Kendisi benden ona namaz kılmayı öğretmemi istedi haliyle bunu seve seve kabul ettim. Ancak hasta bir kimse olmadığından onun namazıyla alakalı bazı soru işaretlerim var zahmet edip bunları cevaplarsanız çok memnun olurum.
Efendim öncelikle rahatsız olduğundan kendisinden kıraat farzı tamamen düşer mi? Kendisi "Allah" diyebiliyor ancak kendini zorladığından ancak sesli bir şekilde bunu söyleyebiliyor bu nedenle namaz içinde "Allahu Ekber" dediğimiz yerlerde kendisi Allah demeli midir sesli olarak söylemesi namazı için bir sıkıntıya yol açar mı? Böyle bir hastanın namaz içinde dikkat etmesi gereken başka hususlar var mıdır? Yüce Rabb'imden sizler için Hayırlı günler ve şifalar diliyorum. Doruk Baş
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Öncelikle hastamıza geçmiş olsun, Rabbim âcil ve hasarsız, kalıcı şifalar ihsan eylesin. Hayır-dualarınız için de hudutsuz ‘âmin’ler…
Bilindiği gibi namazda kıraat farzdır, farz olan miktarı da bellidir. Bu farzın, imkân nisbetinde yerine getirilmesi lazımdır. Kıraat olmadan namaz olmaz. Dolayısiyle bu durumda kıraatın düşmesinden değil, doğrusunu öğreninceye kadar mümkün olan şekliyle yapılması gerektiğinden söz edebiliriz.
Ancak anlayamadığım bir şey var; önce kıraattan bahsediyorsunuz, ama hemen ardından tekbirlere geçiyorsunuz. Gene malum olduğu üzere iftitah tekbiri farzdır, intikal tekbirleri ise sünnettir. Ona göre dikkat etmek gerekir. Binaenaleyh kıraatı da tekbirleri de yine şimdiki halde yapabildiği kadarıyla ifa etmeli, en kısa zamanda da olabildiğince en doğru şekliyle öğrenmeye, okuyabilecek hale gelmeye gayret etmelidir.
Demişsiniz ki; “…namaz içinde "Allahu Ekber" dediğimiz yerlerde kendisi Allah demeli midir sesli olarak söylemesi namazı için bir sıkıntıya yol açar mı? Böyle bir hastanın namaz içinde dikkat etmesi gereken başka hususlar var mıdır?”
Bu noktada sıkıntı bir yana, tabii ki onun da iftitah ve intikal tekbirlerini söyleyebildiği ölçüde söylemesi gerekir. Dikkat etmesi gereken hususlar; yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, imkân nisbetinde neyi ne kadar yapabiliyorsa yapmaya devam edecek, bu esnada yapabildiği kadarıyla düzeltmek için de gayret sarf edecek.
***
Dilerseniz meseleyi bir de mutlak fıkıh penceresinden ele alıp izah etmeye çalışalım.
Evvela namazda kıraatın farz olan miktarı nedir, onu görelim.
İmam-ı Azam'a (rh. 80/150 - 700/767) göre bu farz olan mikdar, kıraat farz olan her rek’atta, ayet kısa dahi olsa, en az bir ayettir. Bu mikdar Kur'an okundu mu, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat İmâmeyn’e [İmam Ebu Yusuf (113/731-183/798) ve İmam Muhammed (132/749 – 189/804)] ve İmam-ı Azam'dan (rahımehumullah) diğer bir rivayete göre, bu mikdar üç kısa ayet veya en az üç kısa ayet mikdarı olacak kadar uzun bir ayettir. İhtiyata uygun olan da budur, buna göre amel etmek gerekir.
Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan "Nûn" ve "Müdhaaammetân" ayetlerinin okunması, sahih olan görüşe göre, ittifakla kıraat için yeterli olmaz. Çünkü bu mikdar, kıraat sayılmaz. Detaylı bilgi için “kıraat” yazıp site içindeki bu mevzu ile alakalı yazılara bkz.
Bir ayet-i kerîmeden başkasını okumaya gücü yetmeyen kimse, o ayet-i kerîmeyi İmam-ı Azam'a (rh.) göre bir rek’atta bir defa okur, üç ayet olsun diye üç kez okumaz. İmâmeyn’e (rahımehumallah) göre ise, üç kez tekrarlar. Fakat üç ayet okumaya gücü yeten kimsenin bir ayeti üç kez tekrarlaması, İmâmeyn’e / iki imama göre de caiz değildir.
"Âyetü'l-Kürsî" gibi uzun bir ayetten bir kısmını bir rek’atta, diğer kısmınıda diğer rek’atta okumak, sahih olan görüşe göre, yeterli olur; çünkü bunlar üçer kısa ayete denk olmuş bulunur.
"el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn" bir ayettir. En azından bunu okumak gerekir. Müslüman / dindar ve mütehassıs bir doktorun, "bir kısa ayet dahi ezberleyemez, okuyamaz" demesi durumunda… Veya yukarıda belirttiğimiz üzere, bir ayet ezberleyene ya da düzgün okuyabilene kadar hiç kılmamaktan ise, "Allâhu ekber" diyerek namaz kılması ihtiyata daha uygundur.
***
Burada kıraatla alakalı bir başka hususa da temas etmenin faydalı olacağı mülahazasındayım.
Şöyle ki:
Kıraatta yani okuyuştaki sahihlik / geçerlilik ölçüsü nedir, nasıl olmalıdır?
Kıraatta ölçü; sağırlık ve gürültü gibi bir engel olmadıkça, kişinin okuduğunu kendi kulağıyla işitecek kadar telaffuz etmesidir. Buna göre, insanın kendisinin veya yakınında bulunan birisinin işitemeyeceği kadar bir okuma şekli sahih olmaz. Hanefî fâkihlerinin / âlimlerinin çoğunun ortak görüşü budur. [İbn Âbidîn (1784-1836), Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, I, 359]
Fakat Hanefî ulemâsından İmam Kerhî’nin (rh.) bu meseledeki görüşü farklıdır. Ona göre, insan, harfleri mahreçlerinden (ağızdaki çıkış yerlerinden) çıkarsa, yâni harfleri belli etse de okuduğunu işitmese, okuyuş câiz olur. Çünkü okumak dilin işidir; kulağın işi ise işitmektir. Dolayısıyla kıraattta, harfleri dilin telâffuz etmesi kâfi gelir. İmam Kâsânî (rh.) Bedâyiu’s-Sanâî’ adlı meşhur eserinde, İmam Kerhî’nin (rh.) bu görüşünün sahih ve kuvvetli olduğu, hattâ bazı âlimlerin bu görüşü İmam Ebû Yusuf’a (rh.) nisbet ettikleri belirtilmektedir. Binâenaleyh, bazı harfleri insanın kendisinin dahi işitemeyecek derecede kısık sesle okuduğunda namazı bozulmaz. Bunda “belvâ-yı âmme” olduğundan namaz sahih olur. (Belvâ-yı âmme: Umumi belâ, yani herkesi kapsayan meşakkat ve güçlük demektir. Kaçınılması güç, umûmun mübtelâ olduğu bir şey hakkında husûsî bir hüküm verilmesidir ki, bu mesele İslâm fıkhında bir delil olarak da ele alınır. Merak edenler İslâm hukukuna dair eserlere müracaat edebilirler.)
Bununla beraber ihtiyata en uygun olanı; insanın, kıraatı kendisinin işiteceği kadar bir seslilikle yapmasıdır.
İki rek’atlı farz namazların her rekâtında, vitir namazının ve nâfile namazların bütün rek’atlarında, üç ve dört rekâtlı farz namazların tayin etmeden iki rek’atında kıraat farzdır. Yani, unutarak veya kasden ilk iki rekâtta farz olan kıraatı yapamayan kimse, bu kıraati üçüncü ve dördüncü rek’atlarda yapabilir. Ancak farz olan okumayı ilk iki rek’atta yerine getirmek vâciptir. Yanılarak veya unutarak terk edilmesi halinde ise sehiv secdesi yapmak lazım gelir.
Üç ve dört rek’atlı farz namazların üçüncü ve dördüncü rek’atlarında Fâtiha’yı okumak sünnettir. Hatta bu rek’atlarda hiçbir âyet okumayıp tesbih okumak veya bir tesbih miktarı bir şey okumadan sükût etmek de caizdir. Bu rek’atlarda Fatiha okumanın vacip olduğu görüşüne göre ise, sehven Fâtiha’nın terki halinde sehiv secdesi icap eder.
Üç ve dört rekâtlı farz namazların üçüncü ve dördüncü rek’atlarından birisinde Fâtiha’yı iki sefer okumak veya Fatiha’dan sonra bir âyet veya bir sûre okumak yahut Fatiha okumadan sadece zamm-ı sûre okumak sehiv secdesini icap ettirmez. [İbrahim Halebî (1459-1549), Halebî-i Sağîr (Mukayyed), s.270] Çünkü bu rek’atlarda Fatiha veya bir âyet okumadan bir müddet bekledikten sonra rukûa varmak veya yalnız tesbih okumakla rukûa gitmek câizdir. Aynı şekilde Fatiha’dan sonra bir âyet veya sûre okumak da mekruh değildir. Nitekim bundan dolayıdır ki, Hanefî’de Cuma günü zuhr-i ahîr’de son üç ve dördüncü rek’atlerde de zamm-ı sure okunması uygun görülmüştür.
Her Müslümanın Kur’ân’dan namaz câiz olabilecek kadar ezberlemesi farz-ı ayndır. Fatiha’yı ve bunun yanıdda “İnnâ â’taynâ” gibi bir sûre ezberlemesi ise vaciptir. Bununla beraber, meselâ sadece “İnnâ â’taynâ” gibi bir sûre ezberleyebilmiş olan bir kimsenin de her rek’atta birer kere okuması kâfi gelir. Keza yukarıda geçtiği üzere, “Âyetü'l-Kürsî” gibi uzunca bir âyetin, yarısını bir rek’atta, kalan yarısını da diğer rek’atta okumak câizdir.
Cemaatle namaz kılındığında imama uyan kimse sabah, akşam ve yatsı gibi Kur’ân’ın açıktan okunduğu namazlarda sükût edip imamın okuyuşunu dinler, öğle ve ikindi gibi gizli okunan namazlarda ise hiçbir şey okumayarak susar. Çünkü cemaat için kıraat farz değildir.
(Şâfiî mezhebine göre, farz ve sünnet namazların bütün rek’atlarında kıraat farzdır, okunması gerekir, dolayısiyle cemaat da okur.)