SA
Halis hocam;
Bir sualim olacaktı…
Sail şöyle der: ‘Biz mahşer meydanı, mizan hesap vb.’den sonra cehenneme girip günahımız varsa çekeriz. Ama kabir azabı diye bır şey var nasıl oluyor ki? Hesap zamanı gelemeden once kabır azabı çekmek nasıl olyor? O zaman haksızlık olmuyor mu, hesaba çekilmeden azap görmek?’ Emrullah Polat - Facebook
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim; unutmamak lazım ki, kabirde sualden sonra, Cehennem’e sevkten önce kişinin durumuna göre kabir azabı haksızlık değil, bilakis haktır.[İmam Eş'arî, el-İbâne, Beyrut,1994, s. 164] Büyük hesaptan önceki kabir sualinin / ön sorgulamanın neticesi olarak da bir nevi tevkif hâli, tutukluluk cezasıdır. Mevzu ile ilgili detaylı bilgi için ayrıca mutlaka bkz.
http://halisece.com/islami-makaleler/343-imanin-besinci-sarti-ahiret-gunune-inanmak.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/869-kabir-hayati.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1442-kabirde-munker-ve-nekir-besir-ve-mubessir-melekleri.html
Özetle bu husus, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın itikad-inanç esaslarındandır. Atalarımızın ‘Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz’ sözlerine binaen, kabir sualini büyük hesaptan önceki ön sorgulama, kabir azabını da hapis cezasından önceki tutukluluk haline benzetebiliriz.
Akaide dair kaynaklarımızda kabir azabı, keramet, şefaat gibi mevzularda pek çok haber vardır. Bunların bir kısmı tevatür derecesinde olmasa da sahihtirler. Binaenaleyh;
Âlimler arasında, "dinde ‘âmentü esasları’ gibi tevatürle sabit olanlara inanmayan kâfir olur; fakat kabir azabı ve benzerlerine inanmayan ise kâfir olmaz, dalâlette olur", diyenler varsa da; İmam-ı Azam (rh.), el-Fıkhu’l-Ebsat adlı kitabında, bunun aksine, kabir azabını inkâr edeni tekfir etmektedir. Şöyle ki:
“Kabir azabını bilmem” diyen kimse, helâke uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o, Allah Teala’nın ‘Biz onları iki defa azaplandıracağız” [Tevbe suresi, 101] -ki burada kabir azabı kastolunmaktadır- ve ‘Zâlimler, bundan başka azaba uğrayacaklar.’ [Tûr suresi, 47] Yani, kabir azabına çarptırılacaklardır, âyetlerini inkâr etmiş olur. Eğer ‘Ben âyete inanıyorum, fakat (kabir azabı diye) tefsir ve te’viline inanmıyorum’ derse (yine) kâfir olur. Çünkü Kur’ân’da, te’vili tenzilinin (lafzının) aynı olan âyetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur. [Bkz. İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, 5. b., İstanbul: M. Ü. İlahiyat F. Vakfı Y., 2009, s. 44]
Yine Kur’an-ı Kerim’de, "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun." [Mü’min suresi, 46] buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.); "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." [İbrahim suresi, 17] âyetinin de kabir nimeti / nimetleri hakkında indiğini açıklamıştır. [Buhârî, Sahih, Tefsîr, sure, 14]
Hâsılı, itikadî mevzularda çok dikkatli olmak gerekir. Belki birileri çıkıp İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine, ayetlerde açıkça ‘kabir azabı’ ifadesinin geçmemesi sebebiyle usûl açısından, “Bu ayetlerde sözü edilen ‘diğer azap’ kabir azabı değil de başka bir azap olabilir” diye itirazda bulunabilir. Ancak unutmamak gerekir ki bu itiraz, mevzu ile ilgili hadîslerin gözardı edilmesi manasına gelir. Ayet-i kerimeler, hadîsler bir tarafa bırakılıp mesnetsiz ve delilsiz tahminle tefsir edilemezler. Üstelik kabir azabı hakkındaki hadîslerin manevî tevatür derecesine ulaştığı bilinmektedir. [Bkz. Said Ramazan el-Bûtî, Selefiye, çev. Vecihi Sönmez, Ehli Sünnet Yayınları, İstanbul, 2009, s. 84]
Gerçekten de, hadîs kitaplarında, kabir azabına dair, manevî tevatür derecesine ulaşan pekçok hadîs mevcuttur. Bu mevzuda Allâme Taftâzânî (rh.) da şöyle demektedir:
Sonuç olarak bu ve bunun gibi ahiret halleri mevzuundaki hadisler, her ne kadar tek-tek her biri âhâd rivayetler olsa da, topluca ele alındığında mânen mütevatir derecesine varmıştır. [Bkz. Sa’düddîn et-Taftâzânî, Şerhu’l-Akaid, ilgili bahis]
***
Bu girişten sonra sadede, sorunuzun asıl cevabına gelebiliriz.
Evveliemrde Cenab-ı Hak “Lâ yüs’el ammâ yef’al”dir. [Enbiyâ suresi, 23] Yani yaptıklarından sorumlu olmayandır. Filasıl bu ve benzeri itikadî hususlar, kafaya takılacak, sorgulanacak meseleler değildir. Adı üstünde ‘imanla-inanmakla’ alakalıdır. Kabir azabı da dinde, çok temel ve basit inanç mevzularındandır. Bunda zorlanacak herhangi bir durum olmasa gerek…
Elbette ki Cenab-ı Hakk’ın “Adl” ve “Hakem” sıfatları vardır; adaletsiz-hakkaniyetsiz, hikmetsiz, abes ve boş bir şey yapmaz. Kimseye zerre kadar haksızlık etmez. Aksini düşünmek, onun adalet ve hikmetine aykırı olur.
Malum olduğu üzere, Mevlâmızın kudreti sonsuzdur, hudutsuzdur; istediği her şeyi, dilediği her fili yapar-yapabilir. Yaptığından da kimseye ve hiçbir şeye karşı sorumlu değildir, bizim gibi bir yerlere hesap verme mecburiyeti yoktur, düşünülemez. Biraz önce zikrettiğimiz üzere, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “Lâ-yüs’el ammâ yef’al” dir. Yapıyorsa şayet, birileri zorladığından değil hâşâ… Yapmıyorsa da, bunu yapamadığından değil, elbette ki hikmetine muvafık ve mutabık olmadığındandır. Sünnetullah’a / ilahi kanunlarına muhalif bulunduğundandır.
Sonuç; itikatla alakalı hususlarda inanç esastır, kabir azabı da bunlardan biridir. Akıl-mantık-bilim kriterlerine vurmaya kalkışırsak eğer, çoğu zaman terazimiz bu ağırlığı kaldırmaz ya da atalarımızın dediği gibi, ‘kantarın topuzunu kaçırma’ ihtimalimiz yüksek olur. O bakımdan meseleyi; imanımızı tehlikeye atmamak için, ucu-bucağı belli olmayan sahillerde fazla kulaç atmamak, dolaşmamak en salim yoldur, diye özetleyebiliriz.
Şâirin dediği gibi,
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.