Selamün aleyküm. Hocam namaz kılarken oturduğumuzda sol ayağımızın üzerine oturup sağ ayağımızı da dikmemiz lazımmış, ama ben böyle sağ ayağımı dikerek oturuyorum, namazım olur mu?
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim;
Behce Fetvâları’nda bu mesele kısaca şöyle ifade edilmiştir:
"Tahiyyatta (ka’delerde) özrü bulunmadığı halde sağ ayağını dikmemek, sünneti terketmek olur." [Bkz. Çeşmizâde Mehmed Hâlis Efendi (v. 1297/1879), Hulâsatü’l-Ecvibe, Ruşen Matbaası, Uhuvvet Matbaası, İstanbul, 1325, 1, 11]
Sünneti terk ise, malumunuz, şefaatten mahrumiyete sebeptir ki; mü’min için çok büyük bir kayıptır!
Normalde oturabilmeniz lâzım. Öyle ya, herkesin yapabildiği tabii sayılabilecek bir hareketi siz niye yapamayasınız! Binaenaleyh oturmaya çalışınız, buna kendinizi alıştırınız. Tıbbî açıdan bir mazeretiniz varsa, onu da tedavi yoluyla giderme yolunu seçiniz.
***
Meselenin açıklamasına gelince…
Bilindiği üzere ka’de, namazın rükünlerinden biridir.
Lûgatte ‘oturma, oturuş’ mânasına gelen ka‘de, fıkıh tabiri olarak ‘namazların ikinci ve son rek‘atlarında belli bir süre oturma’ anlamında olup kuûd kelimesiyle aynı manayadır. Celse ve cülûs da aynı mânaya gelmekle beraber, daha çok iki secde arasındaki oturuş için kullanılır. Üç ve dört rek‘atlı namazların ikinci rek‘atında yapılan oturuşa (sıfat tamlaması ile) ka‘de-i ûlâ, son rek‘atında yapılana ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazların sonunda yapılan oturuş da ka‘de-i ahîredir.
Müçtehitler bu oturuşların hükmü hususunda farklı görüşler serdetmişlerdir.
Ka‘de-i ûlâ Hanefîler’e göre vâcip, Mâlikî ve Şâfiîler’e göre sünnet, Hanbelîler’e göre farz; ka‘de-i ahîre ise bütün mezheplerde farzdır, yani namazın rükünlerindendir. İlk oturuşu gerekli gören Hanefî ve Hanbelîler’e göre bunun süresi teşehhüd miktarı yani tahiyyat okuyacak kadardır. İkinci ka‘denin oturma süresinin ne kadar olacağı hususunda farklı görüşler vardır. Hanefîler’e göre ka‘de-i ahîrede tahiyyat okuyacak kadar, Mâlikîler’e göre selâm cümlesini söylemeye yetecek kadar, Şâfiîler’e göre teşehhüd ve salli bârik’i okuyup namazdan çıkmak için verilen iki selâmdan ilkini vermeye yetecek kadar, Hanbelîler’e göre ise teşehhüdü ve salli-bârik’i okuyup iki tarafa selâm verebilecek kadar bir süre oturmak gerekir.
Hanefîler’e göre her iki ka‘dede sünnet olan oturuş şekli, erkekler için sol ayağı yere döşeyip sağ ayağını parmaklar kıbleye gelecek şekilde dikmek ve sol ayak üzerine oturmak yani iftirâş’tır. Kadınlar içinse sol oturak üzerine oturarak iki ayağını sağ taraftan çıkarmaktır ki buna da teverrük denir.
Mâlikîler’e göre sağ ayak, parmaklar kıble istikametine gelecek şekilde dikilir ve sol ayak sağ tarafa uzatılarak oturak üzerine oturulur. Bu aynı zamanda Hanefîler dışındaki mezheplerin teverrük mefhumuna dair yorumlarıdır.
Hanbelîler ve Şâfiîler’e göre ka‘de-i ûlâda iftirâş, ka‘de-i ahîrede teverrük şeklinde oturulur.
Mâlikîler’le Şâfiîler’e göre kadınlar da erkekler gibi otururlar.
Hanbelîler’e göre kadınlar bağdaş kurarak veya teverrük şeklinde otururlar ki, bu sonuncusu daha uygundur. Ka‘de sırasında ellerin uyluk üzerine konulacağı hususunda ulemâ ittifak halindedir yani görüş birliğine varmıştır.
Diğer taraftan mezhepler arasında bu ka‘delerde okunan teşehhüdün sözlerinde ve hükmünde, ayrıca kelime-i şehâdet okunurken işaret parmağının belli bir şekilde kaldırılıp indirilmesinde de görüş farklılıkları bulunmaktadır. Şöyle ki:
Mâlikîler’e göre her iki teşehhüd de sünnet, Şâfiîler’e göre ilk teşehhüd sünnet, ikincisi farz, Hanbelîler’e göre ilk teşehhüd vâcip, son teşehhüd farz, Hanefîler’e göre ise her iki ka‘dede teşehhüd okumak vâciptir. Bu meselenin detayı için mutlaka bkz. (Açıldığında sitedeki link girilecek.)
Namazda oturuş şekli ve bu esnada okunacak dualar-metinler mevzuunda ortaya çıkan değişik görüşler, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ümmete kolaylık sağlama maksadını taşıyan farklı uygulamalarına ve bunların müçtehitler arasındaki te’vil ve izahlarına (yorumlamalarına) dayanmaktadır. Binaenaleyh bir mezhebe tâbi olup ona göre amel etmek / davranmak, ibadetin makbul olması için kâfidir. [Bkz. Kâsânî, el-Bedâiu’s-Sanâî, I, 113; İbn Kudâme, el-Muġnî, I, 532-541; Nevevî, el-Mecmû, III, 449-450, 462-463; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-ķadîr, I, 193-194; Cezîrî, el-Meźâhibü’l-Erbaa, I, 194-200]