Selamün Aleyküm Hocam.
1- Kıyâmet alametlerinden olan yecüc ve mecüc hakkında malumat verirmisiniz? Yecüc ve Mecüc kime denir?
2- Dünya gündemine bakıyorum. Müslümanlar zulüm görüyorlar. Ortadoğu yangın yeri Müslüman kanı akıyor sürekli. Milletimiz dinden uzaklaşıyor. Ahir zamanda İslam galip gelecek mi hocam? Yoksa böyle garip mi kalacak? Ümmeti Muhammed huzura ve refaha kavuşacak mı?
*******
Ve aleyküm selam.
Sorunun cevabına geçmezden evvel hemen belirtelim ki, Kıyâmet alâmetleriyle alakalı hususların / rivayetlerin hemen hepsi te’villidir ve bunların te’vilini de ancak ehli olan yani elinde bu kilidi açacak anahtarı bulunan müstesnâ zevat açabilir, açıklayabilir.
Hâsılı bu hadisler müteşâbihtir. Manaları sarih / açık değildir. Bahis mevzuu ifadelerin ne manaya geldiğini kesin olarak bilmemiz mümkün değildir. Mesela aşağıda geleceği üzere, “seddin delinmesi” ne manaya geliyor? İncelen seddin ertesi günü tekrar kalınlaşması neyi ifade ediyor? Bunları anlamak kolay değildir. Bu gibi müteşâbih hadis ve ayetlerin manası öteden beri âlimlerin dikkatini çekmiş ve bazıları belli maksatlarla te’vil cihetine giderken, bir kısmı da işin mahiyetini Allah’a havâle ederek susmayı tercih etmişlerdir.
Bizim buradaki cevabımız, yapacağımız çalışma ise; sadece bu mevzudaki rivayetleri, satırlarda bildirilen malûmatı nakilden ibaret olacaktır. O bakımdan sizin şahsınızda bütün okurlara, hatta bütün mü’minlere de tavsiyemiz; haddimizi aşan, inanmanın dışında bilmemiz de zaruri ve elzem olmayan dindeki bu gibi meselelerle kafa ve gönül yormamamızdır.
***
1. Kıyâmetin büyük alâmetlerinden Ye’cûc ve Me’cûc:
Ye’cûc ve Me’cûc, İslâm akaidine (inancına) göre eşrâtu’s-sâat’ten yani Kıyâmet’in büyük alâmetlerinden biri olmak üzere, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ve gerçek mahiyetlerini Allah Teâla’nın bildiği iki kavimdir / topluluktur.
Ye’cûc ve Me’cûc kelimeleri Arapça’ya başka bir dilden girmiştir. Frenkler buna “Yegûg ve Megûg” demişler, Şeytan’ın zürriyeti olduğuna inanmışlardır. Bazıları da yeryüzündeki insanların onda dokuzunun Ye’cûc ve Me’cûc olduğunu söylemişlerdir.
İslâm itikadına göre ise, Ye’cûc ve Me’cüc, eşrât-i sâat’ten (Kıyâmet’in kopacağına işaret sayılan büyük alâmetlerden)dir. Ye’cûc ve Me’cûc Kitap ve Sünnetle sabittir. Ye’cûc ve Me’cûc Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette geçer.
Bunlardan birincisi şudur: “Dediler ki, ey Zülkarneyn! Haberin olsun, Ye’cûc ile Me’cûc bu Arzda fesad (yeryüzünde, bu memlekette bozgunculuk) yapıp duruyorlar. Onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartiyle sana biz bir harc (vergi) versek olur mu?” [Kehf suresi, 94]
İkincisi de, “Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc(un seddi) açıldığı zaman, ki onlar her dere ve tepeden akın edip çıkarlar. Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri beleriverir: ‘Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zâlim kimselerdik’ derler” [Enbiya suresi, 96-97] ayet-i kerimesidir.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) hanımlarından Zeynep binti Cahş’dan (r.anha) gelen bir rivâyette ifade olunduğuna göre, bir defasında (Efendimiz s.a.v.) telaşla Zeyneb’in (r.anha) yanına girerek;
“Lâ ilahe illallah!.. Vukûu yaklaşan bir şerden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab’ın haline? Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı, buyurdu da, baş parmağıyla onun yanındaki şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Zeynep binti Cahş (r.anha validemiz);
- Yâ Rasûlallah! İçimizde bu kadar iyi kimseler varken biz helâk olur muyuz? diye sordu. Rasûlüllah (s.a.v.);
- “Evet! Fısk ve fücûr, fuhş ve mâsıyet çoğaldığı zaman helâk olursunuz!” diye cevap verdi. [Tecrid-i Sarih Tercemesi, DİBY, 9, 96; Müslim, Sahih, C. 8, s.406, Hadis no: 2880]
Tefsirlerde verilen bilgilerden öğrendiğimize göre, sâlih bir zat olan Zülkarneyn aleyhisselâm [Muhtasaru Tefsiri İbn Kesîr II, 433] zühd ü takvâ sahibi bir şahsiyettir. Peygamber mi velî mi olduğu ihtilaflıdır. İşte bu zat Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bir batıya, bir doğuya, üçüncü kere de kuzey tarafa doğru gitti ve iki sed arasında bir yere vardı ki, buradan Ye’cûc ve Me’cûc hücum ediyor, bozgunculuk çıkarıyor; ekinleri ve insanları yok ediyordu. Orada halkın isteği üzerine Hz. Zülkarneyn, Ye’cûc ve Me’cûc’ün zararından onları kurtarmak için bir sed yaptı. “(Seddin yapımı bitince), artık Ye’cûc ve Me’cûc onu ne aşabildiler ve ne de delebildiler.” [Kehf suresi, 97]
Buradan anlıyoruz ki, artık Ye’cûc ve Me’cûc, saldırganlıklarını sürdürmediler. İşin tarihi yönü böyle. Zülkarneyn (a.s.), sed yapmış ve Ye’cûc ile Me’cûc’ûn fesadını önlemiştir.
Enbiya sûresi 96-97’nci ayetlerinden de anlaşılıyor ki, Kıyâmet kopmadan önce, onlarla bir takım insanlar arasında bir engel / mânia olarak yapılan sed açılacak; onlar insanlara saldıracaklardır.
Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen bu sed, bugün var mıdır, yok mudur? Mesele henüz açıklığa kavuşmuş değildir. Yalnız bu sed Zülkarneyn (a.s.) tarafindan yapılmıştır. Ye’cûc ve Me’cûc vardır ve bunların kıyâmet kopmadan önce, ortaya çıkıp çekirgeler gibi birçok yerleri yakıp yıkacakları kesindir.
Hâsılı, ayetlerden ve hadislerden Ye’cûc ve Me’cûc’ün insan oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bazı hadislerinde bu mevzu ile ilgili ortaya konan kimi deliller şunlardır:
- Hadislerde bildirildiğine göre, "Hz. Adem’in soyundan gelmektedirler." [Bkz. Kıyamet Alametleri, Müellif: Muhammed B. Resul Al-Hüseyni, Mütercim: Naim Erdoğan, Genişletilmiş 8. baskı, Pamuk Yayıncılık, s. 248]
- Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) “Birer, ikişer karış boyundadırlar, en uzunları üçer karıştır...” [A.g.e.m ve m, s. 249] hadisiyle onların kısa boylu olduklarına işaret etmiştir. “Bir iki karış boylu” ifadesi kısa boylu anlamına gelen bir teşbihtir.
- Küçük gözlü, geniş yüzlü, kumral saçlı bir kavimdir: “Siz devamlı düşmanla savaşacaksınız; hatta yüzleri geniş, gözleri küçük, saçları kumral Ye’cûc ve Me’cûc ile de savaş yapacaksınız...” [A.g.e.m ve m, s. 253]
- Hadislerde bildirildiği gibi, "Fesat çıkaran bir topluluktur." [A.g.e.m ve m, s. 257]
Kısacası Ye’cûc ve Me’cûc; terörist-anarşist, saldırgan ve zâlim bir topluluk olacaktır.
***
Ye’cûc ve Me’cûc hakkında vârid olan bazı hadisler
Huzeyfetu’bnu Esid el-Ğıfârî (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Bizler (kıyâmet hakkında) müzakere eder halde iken Nebî (s.a.v.), âniden üzerimize çıkageldi ve, “Neyi müzakere ediyorsunuz?” diye sordu.
Orada bulunan sahâbe, “Kıyâmeti müzakere ediyoruz” dediler.
Rasûlullah (s.a.v.), “Sizler daha evvel ‘on alamet’i müşahede etmedikçe asla kıyâmet kopmayacaktır.” buyurdu. Ve şunları zikretti: ‘Duhan, Deccal, Dabbetu’l-Arz, Güneş’in batıdan doğması, İsa’nın dönüşü, Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkması, biri doğuda, biri batıda, biri de Arap Yarımadası’nda olmak üzere üç husuf yani arzın çökmesi. Bu alâmetlerin sonuncusu ise Yemen’den çıkıp da, insanları toplantı yerlerine doğru önüne katarak süren bir ateştir.” [Müslim, Sahih, C. 8, s. 434, H. no: 2901]
Ebu Said el-Hudrî (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: ”Ye’cûc ve Me’cûc seddi açılacak ve Allah Teala’nın; ‘Onlar her tepeden hızla inecekler’ ayetinde buyurduğu gibi, onlar çıkıp yeryüzünü istila edecekler. Müslümanlar da onlardan dolayı yerlerini bırakıp geri çekilecekler. Hatta, kalan Müslümanlar şehirlerine ve kurâlarına (köylerine sığınmış) olacak ve mevâşî (deve, sığır, koyun ve keçi) sürülerini yanlarında barındıracaklar (mer’aya gönderemeyecekler). Ye’cûc ve Me’cûc (öncüleri) nehire uğrayıp yatağında hiç bir şey kalmayacak şekilde suyunu içip tüketecekler. Onların arkasından gelen geridekiler oraya uğrayacaklar ve sözcüleri: ‘Şüphesiz bu yerde önceden su vardı’, diyecekler. Onlar yeryüzüne hâkim olacaklar. Sonra sözcüleri: ‘Şu insanlar, yeryüzü halkıdır, işlerini bitirdik. Andolsun ki şimdi gök halkı ile savaşacağız’, diyecek. Hatta onlardan biri harbesini (kısa mızrağını) göğe doğru fırlatacak ve harbesi kana bulanmış olarak dönecektir. Bunun üzerine onlar, ‘Biz gök halkını da şüphesiz öldürdük’, diyecekler.
“Onlar bu durumdayken, Allah âniden deve kuşu sürüsüne benzer hayvanlar gönderecek ve bu hayvanlar onları boyunlarından yakalayacak ve onlar, çekirge sürüsünün ölümü gibi ölüp; birbirinin üstüne yığılıp kalacaklar. Sabahleyin, Müslümanlar onların ses-sedasını işitmeyecekler. Bunun üzerine Müslümanlar, ‘Kim canını feda edip onların ne yaptığına bakacak?’ diyecekler. Bu defa Müslümanlar’dan kendisini, Ye’cûc ve Me’cûc’e öldürtmeye hazırlamış durumda olan birisi, (sığındığı yerden) inecek ve Ye’cûc ile Me’cûc gürûhunu ölmüş olarak bulacak.
“Sonra da Müslümanlara şöyle seslenecek: ‘Dikkat ediniz! Sizleri müjdeliyorum. Düşmanlarınız ölmüşlerdir.’ Bu haberi duyan Müslümanlar da, (sığındıkları yerlerden) dışarı çıkacaklar ve küçükbaş, büyükbaş hayvanlarını salıverecekler... “ [Sünen-i İbn-i Mâce, C. 10, s.341, H. no: 4079]
Ebu Sa’id (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “... Allah Teala (Adem’e); ‘Her bin kişiden, dokuz yüz doksan dokuzu (Cehenneme gidecek)’ diye buyurur. Allah (c.c.), Adem’e (a.s.) böyle buyurduğu zaman, (bunun verdiği dehşetli korkudan) çocuğun ihtiyarlayacağı ve her gebe kadının, çocuğunu düşüreceği zamandır. Ve orada mahşer halkını sarhoşlar halinde görürsün. Halbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” [Bkz. Hac suresi, 2] Oradakilere bu haber ağır geldi de, ‘Yâ Rasûlallah! Bu, binde bir kişi hangimizdir?’ diye sordular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), “Size müjdeler olsun! Muhakkak sizden bir kişiye mukabil, Ye’cûc ve Me’cûc’den bin kişi (Cehenneme gönderilecektir).” buyurdu... [Buhari, C. 9, s.103-104, Hadis no:1373; Müslim, Sahih, C.1, s.306, H. no: 222]
Nevvâs b. Sem’ân el Kilâbî (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “...Sonra Allah (c.c.) İsa’ya, ‘kullarımı Tur Dağı’na doğru götür’ diye vahyedecek. Çünkü Ben, bazı kullarımı çıkaracağım ki onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Bunlar, Ye’cûc ve Me’cûc kavmidir. Bunlar, her bir tepeden seller gibi akarcasına inip yeryüzüne dağılacaklardır. İlk grup Taberiyye Gölü’ne inecek ve oranın suyunu içip bitireceklerdir. İkinci grup, o göle uğrayacaklar ve önceden burada su vardı diyeceklerdir. Sonra Beyt-i Makdis (Mescid-i Aksa) dağına varıncaya kadar yürüyecekler ve şöyle diyecekler: Yeryüzündekilerle savaştık ve hepsini öldürdük, haydi şimdi de gökyüzündekileri öldürelim diyecekler. Oklarını fırlatacaklar da Allah Teala onların oklarını kana bulanmış olarak geri çevirecektir.
“Meryem oğlu İsa (a.s.) ve çevresindekiler kuşatılacaktır. O gün bir öküz başı, sizin için yüz dinardan daha kıymetli olacaktır. Sonra Meryem oğlu İsa ve arkadaşları, Allah Teala’ya dua edecekler de, Allah o kavmin boyunlarında kurtçuklar meydana getirecek ve tek bir kişinin ölümü gibi (topyekün) ölüp yok olacaklar... İsa ve arkadaşları, bulundukları yerden dağılacaklar da, ölüp yok olan Ye’cûc ve Me’cûc kavminin yağlarının kokmuş etlerinin ve kanlarının bulunmadığı bir karış yer bile bulamayacaklar... İsa ve arkadaşları tekrar Allah’a dua ve niyaz edecekler… Allah, o leşlerin üzerine, deve boyunlarına benzeyen kuşlar gönderecek. Bu kuşlar, onların leşlerini ‘derin bir çukura’ atarak yeryüzünü temizleyeceklerdir. Müslümanlar, bu toplumun geride kalan oklarını yaylarını ve ok koydukları torbalarını yedi yıl yakıt olarak kullanacaklardır.
“Allah Teala onlara bir yağmur gönderecek ve kıldan yapılmış kerpiçten yapılmış bütün evler bu yağmurdan zarar görecektir. Bu yağmurla yeryüzü, leşlerin kokusundan ve her şeyden temizlenmiş olarak tertemiz olacaktır. Sonra yeryüzüne meyvelerini ve bereketini çıkar denilecek ve her taraf bereketlerle ve meyvelerle dolacak. O derece ki; bir nar, bir topluluk tarafından ancak yenebilecek ve nar kabuklarıyla insanlar, şemsiye gibi gölgeleneceklerdir. Süt bereketlenecek, kalabalık gruplar, yeni doğmuş bir deve yavrusunun etiyle yetineceklerdir. Bir kabile yeni doğmuş bir sığırla yetinecektir. Bir oymak da yeni doğmuş bir davarla geçinebilecektir. Onlar bu durumda yaşayıp giderken, Allah (c.c.) bir rüzgâr gönderecek. Bu rüzgâr, bütün mü’minlerin ruhunu alıp götürecektir. Geri kalan insanlar, eşeklerin çiftleşmesi gibi ulu orta her yerde çiftleşecekler ve (fiili) kıyâmet onların üzerine kopacaktır.” [Sahih-i Müslim, C. 8, s.478, H. no: 110/2973; Sünen-i Tirmizî (Terc. A. Parlayan), C. 2, s.227, H.no: 2240]
İbn Amr bin el-Âs (r.a.) rivayet etti:
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Me’cûc-Me’cûc, Adem’in neslindendir. Onlar, insanlara gönderilse, onların hayatlarını-yaşayışlarını (bütünüyle) ifsâd ederler. Onlardan biri arkasında, zürriyetinden binden fazla kişi bırakmaksızın ölmeyecek. Onların arkasında üç ümmet vardır: Tâvil, Târnes ve Mensek.” [Rudânî, Büyük Hadis Külliyatı, C. 5, s.372, H. no: 9930] Bunlar, yeryüzünün doğu-batı ve kuzeyinde yaşayan topluluklardır. Farklı isimlerle de anılır, kelimelerin aslı değişik dillere aittir. Detaylı bilgi için bkz. http://zulkarneyntez.blogcu.com/zulkarneyn-batida-kimlerle-karsilasti/247501
Huzeyfe (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ye’cûc bir ümmettir, Me’cûc da bir ümmettir. Her bir ümmet, dörtyüz bin ümmettir. Onlardan bir adam, sulbünden eli silahlı tam bin erkek görmeden ölmez.”
Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onları bize anlatır mısın?”
Şöyle buyurdu: “Onlar üç sınıftır. Onların bir sınıfı ‘erz’ gibidir.”
Soruldu ki: “Erz ne demektir?”
Rasûlullah (s.a.v.); “O, Şam’da bir ağaçtır ki o ağacın uzunluğu yüz yirmi arşındır. Göğe doğru yükselir” buyurdu ve ondan sonra Nebî (s.a.v.), şunu ilave etti: “İşte bunlara ne dağ dayanır ve ne de demir. Onların ikinci sınıfı da kulaklarının birini serer, ötekini de kendisine yorgan yapıp öyle yatar. Fil, yabani hayvan, deve ve domuz ne görürlerse yerler. Onlardan birisi öldüğünde de onu yerler. Onların bir ucu Şam’da, bir ucu Horasan’da olacaktır. Doğu nehirlerinin hepsini ve Taberiye Gölü’nü de içeceklerdir.”
[Rudânî, a.g.e., C. 5, s. 372, H. no: 9931]
Ebû Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Ye’cûc ve Me’cûc, (seddi) her gün kazarak nihayet güneşin ışığını (açmaya çalıştıkları gedikten) görmeye yaklaşınca, başlarında bulunan âmir (onlara), ‘(kazı işini bırakıp) geri dönünüz, onu yarın kazacağız’, der. Allah Teala da seddi, önceki gibi muhkem hâle getirir. Nihayet (seddin arkasında kalmaları takdir edilmiş olan) süreleri tamamlanıp, Allah (c.c.) onları insanların üzerine göndermeyi dileyince; (o gün yine) kazacaklar ve nihayet güneşin ışığını (açmaya çalıştıkları gedikten) görmeye başlayınca, başlarında bulunan âmir: ‘(kazı işini bırakıp) geri dönünüz, İnşâallah (Allah Teala dilerse) yarın kazacaksınız’, diyecek ve onlar da, ’İnşâallah’ diyecekler (veya başlarındaki adam onlara: İnşâallah, deyiniz, diyecek). Sonra (ertesi gün) onlar, seddin yanına varacaklar. Sed, onların (bir gün önce açılmış olarak) bıraktıkları vaziyette olacak. Arkasından onlar, seddi kazmaya devam ederek (açacakları gediklerden) insanların üzerine çıkacaklar ve (vardıkları) her suyu içip tüketecekler...” [İbn Mâce, Sünen, Fiten 27; Terc. Sünen-i İbn-i Mâce, C. 10, s.342-343, H. no: 4080]
Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
“Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin (Mi‘râc’a) götürüldüğü zaman, İbrahim, Musa ve İsa’ya (aleyhimüsselâm) rastladı da kıyâmet (gününün ne zaman kopacağı) hakkında müzakere ettiler. (Müzakereye) Hz. İbrahim ile başlayarak kıyâmet(in ne zaman kopacağını) ona sordular. Mevzu hakkında onun yanında bir bilgi olmadı. Sonra Hz. Musa’ya sordular. Onun yanında da mevzu hakkında bir bilgi olmadı. Bunun üzerine söz Hz. İsâ bin Meryem’e verildi. O, ‘Kıyâmetin kopmasına yakın şeyler (hâdiseler) hakkında bana bilgi verildi. Ama kıyâmetin kopması (vaktini) Allah’tan başka hiç bir kimse bilemez’ dedikten sonra Deccâl’in çıkmasını anlattı ve dedi ki:
“Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecekler. Bu sefer onların karşısına Ye’cûc ve Me’cûc çıkacak ve her bir tepeden hızla gideceklerdir. Artık Ye’cûc ve Me’cûc, uğradıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt üst edecekler. Bunun üzerine insanlar, feryad ederek; Allah’tan yardım dileyecekler. Ben de Allah’a dua ederek Ye’cûc ve Me’cûc’ü öldürmesini dileyeceğim. (Bu dilek kabul olunacak) ve yeryüzü, onların (leşlerinin) kokusu ile pis kokacak. Ben yine Allah’a dua edeceğim. Allah da bir yağmur gönderecek ve o yağmur, onları taşıyıp denize atacaktır...” [Sünen-i İbn-i Mâce, C. 10, s. 344-345, H. no: 4081]
İbn Harmele (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.), akrep ısırdığı için parmağını sarmış olarak bize hutbe irâd etti ve hutbesinde şöyle buyurdu: “Siz düşmanınız bulunmadığını söylüyorsunuz. Oysa siz, ‘geniş yüzlü, küçük gözlü, kumral saçlı, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran’ ve her dereden, tepeden boşalıp gelecek olan Ye’cûc ve Me’cûc’un ortaya çıkış zamanına kadar düşmanla savaşmaya devam edeceksiniz.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 271; İbn Kesir, Ölüm Ötesi Tarihi, çev. Mehmet Keskin, s. 133]
Ebu Said-i Hudri’den (r.a.):
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ye’cûc ve Me’cûc’ün hurûcundan sonra da; Beyt (Kâbe) haccedilir ve Umre edâ olunur.” [Buharî, C. 6, s.106, H. no: 789]
Bu rivayetleri nakletmekteki kastımız, nasıl olsa bir yerlerden bunları okuyacaksınız, bâri üzerinde gereksiz düşünce ve yorumlara girip hataya düşmememiz içindir.
***
2. Dünya gündemine bakıyorum. Müslümanlar zulüm görüyorlar. Ortadoğu yangın yeri Müslüman kanı akıyor sürekli. Milletimiz dinden uzaklaşıyor. Ahir zamanda İslam galip gelecek mi hocam? Yoksa böyle garip mi kalacak? Ümmeti Muhammed huzura ve refaha kavuşacak mı?
Bu sorunuzun cevabına çok yönlü bir perspektiften bakmak lâzım geldiğini düşünüyorum. İşin dinî ciheti var, siyasî-iktisadî-askerî-idarî-kültürel ve teknolojik AR-GE yönleri var… Hâsılı var oğlu var. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz:
Evet, Müslümanlar dünyanın hemen her yerinde -maalesef- zulüm görüyor. Bu noktada yapmamız gereken; öncelikle dönüp kendimize bakmamızdır. Ne haldeyiz, niçin zulüm görüyoruz? Unutmayalım ki, ahvâl-i pür-melâlimizi ıslah edersek, mutlaka zulümlerden de kurtuluruz. Yeryüzündeki fitne-fesat, kargaşa ve bozgunlar, insanların kendi elleriyle yaptıkları maddi-manevi yanlışlar yüzündendir. Onların acısını bu dünyada bir nebze de olsa tatmamız içindir. Bunda şüphe yok. Ayrıca unutmamak lazım; zâlim olmaktansa mazlum olmak yeğdir.
Ortadoğunun, bâhusus Müslümanların hedef alınmasının sebebini anlamamak için de, kısaca ‘ebleh’ olmamız gerekir diye mülahaza ediyorum. Dini dînar, kıblesi kadın olan (ekseriyeti itibariyle) Batı’nın maddi-manevi sömürü iştihası… Bu sadece bugün için değil, hemen her devirde böyledir. Tarihi dikkatle-ibretle, dersler çıkartarak okursak, bunun sürekli böyle olduğunu çok net olarak görürüz.
Milletimizin dinden uzaklaşmaması için yapılacak iş de çok açık:
Dinî hizmetlere olanca gücümüzle maddi-manevi her türlü imkânlarımızla sımsıkı yapışmak… Ümmet-i Muhammed’in evladına dini-imanını, kitabını öğretmek, onlara feyz-i Muhammedîyi aşılamakla mümkün. Bunun bir başka metodu-yöntemi, yolu-yordamı yok. Müslüman olan her fert, bu aynanın karşısına geçip, kendisinin ne durumda olduğuna bakacak, eksiğini-gediğini mutlaka tamamlayarak yoluna devam edecek. Ağlamakla-sızlamakla, dövünüp mazeretler üretmekle bu hizmetler yürümez. Öncelikle kendimiz kemâle-tamamiyete ereceğiz ki, diğer insanlara faydalı olabilelim.
Ahir zamanda İslâm niye galip gelmesin..? Yeter ki bizler üzerimize düşen mücahede-mücadele azminde gevşeklik göstermeyelim. Ama şunu da unutmamak gerek; İslâm garip gelmiş ve yine garip olarak avdet edecektir, diye de haber-i Rasûl var. O halde bu gariplerden olmaya, zalim değil mazlum durumunda bulunmaya talip olacağız. İcabında katilliği değil maktul olmayı tercih edeceğiz. Bize tavsiye olunan bu.
Ümmet-i Muhammed’in maddi yönden huzur ve refaha kavuşması da, manevi cihetten kemâlata (olgunluğa) ermesine bağlıdır. Bunca eksik-gedikle, hata ve noksanlarla bâtının (iç bünyen) harap ve bîtap iken, zahirin (bedenin) nasıl huzur ve sükûna, dolayısiyle refaha ulaşacak? Madde ve mana bir bütündür. O bakımdan Müslüman ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için dünyasını terk eder… Ya ne yapar? Her ikisini birden dengeli yürütür.
Son olarak mevzumuzla ilgili bir hadis-i şerifi nakledelim. Buyuruyor ki Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.):
“Ben Rabbimden dört şey istedim; üçünü bana verdi, birini vermedi.
Allah’tan ümmetimi dalâlette birleştirmemesini istedim, bana (bunu) verdi.
Allah’tan, daha önceki ümmetleri helak ettiği gibi, onları (ümmetimi) kıtlıkla helak etmemesini istedim; bunu da bana verdi.
Allah’tan, düşmanlarını onlara (sürekli galip olacak şekilde) üstün getirmemesini istedim, onu da bana verdi.
Sonra Allah’tan onların arasına tefrika vermemesini, onların kendi aralarında birbirlerine -iç çatışmalarla- acı vermemelerini istedim; bunu (vermedi) benden esirgedi.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 45/200; Taberanî, Mucemü’l-Kebir, H. no: 2171]
Demek ki; İslâm’ın ve Müslümanların düşmanları onlara karşı devamlı galip gelecekler diye bir kaide yok. Eğer ilahi emirler istikametinde hareket edebilir, kendimizi sırat-ı müstakimde tutabilir, İslâm’ın muktezasına göre hareket edebilirsek, siyasi-iktisadi-askeri-kültürel gelişmelere kör ve sağır kalmaz ayak uydurabilirsek, galip gelmememiz için bir sebep yok.
Ancak, Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaf ve tefrikalara, iç çatışmalara çare olmadığı da açık. Bunlar mukadder. Yani sıfırlama imkânımız yok. Rabbimiz (c.c.), Rasûl-i Zîşân’ının, bu arzusuna -üzülerek ifade edelim ki- müsbet cevap vermiyor. Bununla birlikte bize düşen; ‘battı balık yan gider’ zihniyetinde olmayıp sürekli fesattan-ifsattan uzak, sulh ve ıslah yönünde çaba sarf etmek olmalıdır. Bunu da hatırdan çıkartmamak lazım.