Selamün aleyküm. hocam biliyoruzki insan cin ve melek farklı yaratıklar, bunun yanında meleklerin peygamberleride farklı, insanların peygamberlerinin belli sıfatları olması gerekiyor, o sıfatlardan biride ismet sıfatı, bu sıfat meleklerin peygamberlerindede varmı? H.Hilmi Özkuyumcu - İstanbul
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim;
Aslında sorunuzun cevabı da sorunuzun içinde mevcut… Hilkatleri-fıtratları-yaratılışları farklı olduğu için, haliyle mahiyetleri-sıfatları da farklı. İnsanda malumunuz “anâsır-ı erbaa”nın toprak dâhil tamamı var; hepsinden öte nefis var. Kısacası melek melektir, insan beşerdir. İnsan topraktan, cinler ateşten, melekler ise nurdan yaratılmışlardır. İns ve cin mâsum değildir, ancak peygamberler “ismet” sıfatının sahibi olarak mâsumdurlar. Bir de Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) zâhir ve bâtınının vârisleri ile bazı evliya için “mahfuz (muhafaza olunur, korunur)” tabiri kullanılır.“Mahfuz evliya”,yani Allah Teâla’nın hususi himayesinde olan velilerdir. Bunlar bazı küçük günahları irtikâp etseler bile, küfre, dalâlete, düşmekten korunmuş kimselerdir. Allah (c.c.) dilerse, elbette evliyasını günahın her nev’inden de korur. Buna kim müdahale edebilir ki hâşâ! Bu hususi lütuf, başkaları için bir adaletsizlik olarak da addedilemez. Cenab-ı Hak dilediğini dilediği gibi yapar.
Melekler, zaten mâsum olmaları hasebiyle, peygamberlerinin de ismet sıfatına ihtiyacı yoktur.
Bunları birbirine karıştırmamak lazım!
Bilindiği gibi âlemin efdali, rahmeti, yaratılış sebebi Fahr-i Kâinat Efendimizdir (s.a.v.). Elbetteki ısmet sıfatının da en üst derecesiyle muttasıftır. Melekler ise, nefis sahibi olmamaları ve bizatihi mâsum bulunmaları sebebiyle peygamberleri de ayrıca bir ısmet sıfatıyle muttasıf değillerdir.
“İsmet”, günah işlememek, günahsız demektir. Peygamberler (aleyhimüsselâm), küçük ve büyük hiçbir günah işlemezler. Hiçbir kötü huyları yoktur. Beğenilmeyen, insanı küçük düşüren ve insanların nefret ettikleri şeylerden hiçbiri peygamberlerde bulunmaz. Peygamber olmadan önce ve peygamber olduktan sonra da günahsızdırlar.
Ancak bazı peygamberler hata yoluyla, unutmak-unutturulmak veya evlâ olanı (daha iyiyi) terk etmek suretiyle, bizim bildiğimiz şeklin dışında“zelle” denen bazı hatalar işlemişlerdir. [Muvazzah İlm-i Kelâm, s.184; Fıkh-ı Ekber Şerhi, s.154] Bunlar da günah tasnifine girmez. Adı üstünde “zelle”dir. Hepsinin de izahı, sebep ve hikmetleri vardır. Tefsirlere, Hadis şerhlerine, siyere dair eserlere bakılabilir. Mesela Ebu'l-Hasen-i Şâzelî hazretleri, atamız Hz. Âdem aleyhisselâmın bilinen zellesi hakkında şöyle der:
“Ne hikmetli bir zelle-hata ki, kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin meşrû kılınmasına vesile olmuştur.” [Hüseyin Cisrî (Terc. Manastırlı İsmail Hakkı), Risâle-i Hamidiye, s. 611]
Hâsılı; peygamberler (aleyhimüsselâm) mâsumdurlar; ümmetlerine üsve-i hasene / güzel örnek olacakları için Allah Teâla onları günah işlemekten korumuştur, hatalarını da zamanında tashih ederek kalıcı olmasını engellemiştir.
İsmet sıfatı (peygamberlerin mâsumluğu), İslâm itikadının mühim bir esasını teşkil eder. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) hakkında buyrulan, "Günahına... istiğfar et (bağışlanmasını dile)" [Mü’min suresi, 55] cümlesini bu inanç esası çerçevesinde anlayıp o istikamette manalandırmak gerekir.
Âlimlerce yapılan te’viller / yorumlar şöyledir:
a. Sözün muhatabı Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) olmakla beraber, asıl hedefi ümmettir. Nitekim “Ve’s-tağfirhu (O’nun mağfiretini dile)’ [Nasr suresi, 3] ayet-i celilesinde Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) istğfar ile emir, emr-i imtina‘ (kaçınma emri)dır. Fahr-i Kâinat Efendimizden günah sâdır olmamıştır ve olmaz. Öyleyse mağfiretten murâd, ümmetidir; ümmetin için mağfiret talep et, demektir.” [Sunguroğlu, Ziya, Notları, s. 94-95]
b. Rasûlullah (s.a.v.) tevâzu gereği kendi hata ve günahından bahseder ve devamlı Allah'tan afv u mağfiret diler olduğu için, bu güzel davranışa uygun bir ifade ile zikredilmiştir.
c. Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) için günah olan veya onun günah saydığı şey, sıradan insanlar için tabii ve mubah olan davranışlardır. Nitekim kendisi bu istiğfarlar için şöyle buyurmuştur:
“Kalbimin perdelendiği oluyor ve ben günde yüz defa Allah'tan af ve mağfiret diliyorum.” [Müslim, Sahih, Zikr, 41]
Burada “perdelenme” diye terceme ettiğimiz kelime, “Allah'ı zikr ve hatırda tutma mevzuundaki inkıta‘/kesiklik” olarak açıklanmıştır. Yani Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) her an Allah’ı zikr ve bu şuur içinde yaşamaktadır, bu şuurda-idrâkte anlık kesintileri dahi günah addedip onlara da tevbe etmektedir.
Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimizin (s.a.v.), bütün mü’minler için Allah Teâla’dan af ve mağfiret dilemesinin istenmesi, onun şefaat salâhiyetinin büyüklüğünün bir delili olarak da değerlendirilmiştir.