Selamün aleyküm hocam; Bir defada üç talakla boşamanın hükmü nedir? Diyanet’in, tek seferde üç talakla boşamayı tek talak sayma fetvası doğru mudur? Abdurrahman Atabeyli – Gmail.

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Sorunuzun kısa cevabı:

Bir mecliste aynı anda söylenen üç talâk, tek değil üç boşama hükmündedir. Artık tahlil bulunmadıkça (hülle olmadıkça) nikâhı tazelemek câiz olmaz, başka türlü bir geri dönüşü yoktur. [Bkz. Bilmen, Ö.N., Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1968, 2, 2003] Fakat gerek Diyanet ve gerekse bazı ilahiyatçı(!)ların söylediğiniz tarzda beyanları vardır. Meselenin aslını-esasını, tahlil-tahkik ve tenkidini, isabet derecesini aşağıda anlatmaya çalışacağız. Mesela bu cümleden olarak bir ilahiyatçı (!) şöyle diyor:

“Norm ihtiyacını, temel felsefelerine uyan bir adalet anlayışıyla karşılayarak sosyal düzeni sağ­lamayı amaçlayan hukuk yapıcıları, yeni çıkan ya da zamanla farklılaşan ihtiyaçları başka mez­heplere müracaatla gidermek durumunda kalabilirler. Nitekim Mecelle Cemiyeti, Mecelle’nin bazı maddelerini yeniden düzenlemek ve eksikliklerini tamamlamak üzere yaptığı çalışmalarda 283. maddeyi ‘Cüzâfen iştirâ olunan mat’ûmât ile bunların gayrı bilcümle menkûlât ve akârın kable’l-kabz ve ba’de’l-kabz ahâra bey’i câizdir’ diyerek Mâlikî görüşüne göre; 381-387. madde­lerdeki hükümleri ‘Hayvânâtta dahi selem sahihtir. Fakat cins, sin (yaş), nevi ve sıfatın beyanı şarttır” diyerek diğer üç mezhebin görüşüne göre değiştirmiştir. Aynı amaçla kurulan Mecelle Ta’dîl Komisyonu, çeşitli mezheplerden günün ihtiyacına en uygun ictihadları tercih etmeyi ilke edinmiştir. [Bkz. Karaman, Hayreddin, İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul 1989, s.335-336; ayrıntılar için bkz. Kaşıkçı, Osman, İslâm ve Os­manlı Hukukunda Mecelle, İstanbul 1997, s. 307-384]

“Yine bu ilkeden hareketle mesela şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Aynı anda veya mecliste verilen üç talâkın geçerli olacağı hükmü, günümüzde geçmiş zamanlara göre çok daha önem­li hale gelen aile kurumunu ve çocukları korumada telafisi güç açıklar meydana getirmektedir. Ayrıca Allah Resûlü’nün lanetlediği bir rezalet olan anlaşmalı hülle evliliklerine kapı açacağından büyük mefsedetlere de sebep olmaktadır. Öyleyse hem delilinin mevcudiyeti, hem de aileyi ko­ruyucu yönü dikkate alınarak aynı anda vaki olan üç boşamayı bir boşama olarak değerlendiren görüş dikkate alınabilecektir.” [Prof. Dr. Ahmet YAMAN, Fetvâ ve Mezhep, Fetvâ Usûlü ve Tarihinin Tartışmalı Bir Konusu Olarak Fetvâ-Mezhep İlişkisi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 48, Haziran 2015, s. 14]

Görülüyor ki, İlahiyatçı(!)larımızın göremedikleri ya da görmemezlikten gelip gözardı ettikleri çok önemli noktalar var. İki madde halinde bunları görelim.

1. Mecelle çalışmalarındaki muâmelâtla ilgili düzenlemelerin (telfîk-ı mezâhibe kaçmadan) tamamen amelde Ehl-i Sünnet Mezhepleri arasında cereyan etmesidir. Bunun da zaruret ve mecburiyet hallerinde caiz, mümkün ve tarih boyunca da câri olduğu zaten malumdur. Bu durumda meşrû olan bu mesele üzerine gayrimeşrû bir şeyi, yani aynı yerde aynı anda söylenen üç talâkın tek talâk kabul edilme safsatasını bina edemezsiniz. Zıtlar içtima etmez / bir arada bulunmaz.

 Kaldı ki, İslâm hukukunda ‘ısqâtât’ denilen yani düşürme, hükümsüz bırakma kabilinden olan şer’î tasarrufların çokluğa kabiliyetleri olmadığı halde, bundan talâklar hâriç tutulmuştur. Şöyle ki: Evlilik bağını hemen çözülüp dağılmaya uğramaktan korumak için, boşamanın çokluğu kabul edilmiştir. Yeter ki herhangi bir sebeple hanımlarını boşayıp da sonra pişman olacak kimseler için, bu sayede kaybolan / elden çıkan şeyi yerine koyma, aileyi tekrar bir araya getirme imkânı doğsun... Çünkü birinci talaktan sonra meydana gelecek pişmanlık üzerine dönüş veya nikâhı yenilemekle kaybın elde edilmesi mümkün olacağı gibi, ikinci talâkın ardından da bu suretle gene bozulanı düzeltme, tamir etme imkânı bulunmuş olur. Fakat ayrı ayrı veya toplu bir şekilde yapılacak üç talak ile büyük ayrılık (beynûnet-i galîza / kübrâ) sabit olacağından, artık tahlîl bulunmadıkça (hülle etmedikçe) nikâhı yenilemek caiz olmaz, kaybolanı / elden çıkanı yerine koymak imkânsız hâle gelir. Binaenaleyh böyle üç talakla boşama işi, ihtiyata / tedbirli ve ölçülü davranmaya aykırıdır, uygun bir hareket değildir. [Bkz. Bilmen, Ö.N., a.g.e., 2, 203]

2. Talâk mevzuunda Sünnî mezheplerin tamamı, bir mecliste ve bir seferde söylenen üç talâkı, üç talâk olarak kabul etmişlerdir. Bunu tek talak olarak kabul edense, Sünnî fakat günümüzde müntesibi kalmayan Zâhirîlerle kendilerini Hanbelî olarak tanıtan lakin ehl-i bid’attan bulundukları âşikâr olan İbn Teymiyye ve onun tilmizi İbnü’l- Kayyim el-Cevziyye’dir. Gerçi ince tetkiklere girildiğinde, farklı görüşlerle karşılaşmak mümkündür. Mesela Hz. Ali, İbn Mes‘ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye (r.anhum); ehl-i bid’atten Zeydiyye mezhebi hukukçularına, İbn İshak’a göre aynı anda veya aynı temizlik süresi içinde verilen üç talâk bir talâk olarak kabul edilir. Bu durumda eşler isterlerse belirli şartlarla evlilik birliğine geri dönebileceklerdir. Şîa-İmâmiyye hukukçularına atfedilen bir üçüncü görüşe göre ise bir temizlik süresi içinde yapılan üç talâk sünnete aykırıdır, bid‘attır; hiç geçerli değildir.” [Bkz. İlmihal-II, -İslam ve Toplum-, TDV Yay., 224-246]

Ancak Ehl-i Sünnet Müslümanlarına, Sünnî de olsa ne şâz bir mezhebin kavline uymak, ne nasslardan ve ashâbın uygulamalarından hüküm çıkartmak, ne de bid’at ve dalâlet erbabına uymak yaraşır. Dolayısiyle bizim yapmamız gereken; mensubu bulunduğumuz mezhebin müftâ bih olan kavillerine (öne çıkan hükümlerine) uymaktan ibarettir. Diğer görüşler ilzam etmez. Her ne kadar Sünnî mezheplerin ittifak ettiği hüküm için, yukarıda naklettiğimiz üzere bir prof.’umuz, “…günümüzde geçmiş zamanlara göre çok daha önem­li hale gelen aile kurumunu ve çocukları korumada telafisi güç açıklar meydana getirmektedir.” dese de, bunun bize göre bir kıymet-i harbiyesi olmaz, olamaz. Tamamen boş ve kof bir lâftır! Çünkü Müslümanlar için, hatta topyekün insanlık için aile müessesesinin önemli olmadığı bir devir olmamıştır bu dünyada...

 Kısacası bizim talâka de firâka da tahammülümüz vardır; ama, nikâhsız yaşamaya asla!..

***

Dilerseniz meseleyi bir nebze daha açalım.

Ehl-i Sünnet âlimlerince bir mecliste söylenen üç talâkın, üç talâk olarak kabul edilişi; Şer’-i şerif’in Fer’î Delilleri’den Mesâlih-i Mürsele’ye dayanır. Bilindiği üzere bunlar da dinde birer hüccettir. Şöyle ki:

 a) Ashâb-ı kirâm (r.anhum) hazerâtı mesâlih-i mürsele ile hüküm vermişlerdir. Bunlardan bir kısmı­nı şöyle sıralayabiliriz:

 - Sahabe devrinde Kur’ân-ı Kerim’in Mushaf haline getiri­lişi,

 - Zekâtı vermeyenlere harb ilânı,

 - Hz. Ömer’in (r.a.) bir mecliste söylenen üç talâkı, üç talâk kabul edişi;

 - Harâc’ın konuluşu,

 - Divanların te’sisi,

 - Hapishanelerin yapılması,

 - Para basımı mesâlih-i mür­sele deliline dayanmaktadır.

 Aynı şekilde Hz. Ömer (r.a.) süte su katanları doğru yola getirmek gayesiyle, su katılmış sütü yere dökmüştür.

 Sahâbiler, bir kişinin öldü­rülmesine katılan bir topluluğun tamamını, ölüm cezasına çarptırmışlardır. Çünkü bu maslahat icabıdır. Rivâyate göre San’a’da bir şahsı bir topluluk öldürmüş... Hz. Ömer (r.a.) de o topluluğa dâhil olanların hepsini idam ettirmiş ve “bütün San’a halkı bu cinayete katılsaydı, hepsini idam ettirirdim” demiştir.

 Aynı şekilde Hz. Ömer (r.a.), şahsî malları ile otoritesine dayanarak aldıkları mallan birbirine karıştı­ran valilerin mallarını ikiye böler ve yarısına el kordu. Bu yola onu sevk eden, âmme menfaatidir, kamu yararıdır. Dolayısıyle valiler haksız kazanç elde edemezler.

 Dört Hali­fe, san’atkâra, yed-i emin olmasına rağmen, kendilerine teslim edilen malı telef ettikleri takdirde tazmin ettirirlerdi. Tazmin ettirilmesinin sebebi, kendilerine tes­lim edilen malı daha iyi korumalarını sağlamak içindi.

 b) Şer’î maslahatlar cinsinden olan bir maslahatı kabul etmemek, mükellefi sıkıntı ve güçlük içinde bırakmak demektir. Allah (c.c.) ise kullar için güçlük değil ko­laylık murad eder (diler). [Bkz. Baqara suresi, 185] 

 

Go to top