Selamün Aleyküm Halis abi,

Düzceli Zahid El Kevserinin eserlerinden faydalanabilir mi?

Makalatul Kevseri isimli eseri var yani basılmış, bu eseri tedkik etme şansınız oldumu faydalanılabilir mi?

Hazretimiz, zamanında yaşamış Mustafa Sabri Efendi ve Zahidul Kevseri ile haberleşmesi-diyalogu oluşmuş mudur?

Selam ve dua ile.

ismail ismaile – gmail

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Muhammed Zâhid el-Kevserî rahmetullahi aleyh, Ehl-i Sünnet câmiasının çok değerli âlimlerindendir. Bilhassa İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine karşı duyduğu hayranlık, bağlılık ve hürmetiyle bilinmektedir. 

Ehl-i Sünnet âlimleri, Muhammed Zâhid el-Kevserî’yi (rahmetullahi aleyhim) büyük saygı ve sevgiyle anarlar. Makalat’ın mukaddimesinde Muhammed Ebu Zehra onu, “yeri doldurulamaz” bir âlim olarak vasıflandırmıştır. İbn Teymiye’nin bazı düşüncelerine karşı çıktığı için, bir kısım Vehhabî ulaması tarafından insafsızca tenkit edilip âdeta topa tutulmuştur. Bu da onun ayrıca değerinin büyüklüğünü gösteren bir nişânesidir.

Makalat adlı eseri, Mısır’da değişik dergilerde yazdığı Tefsir, Kur’an ilimleri, Akaid, Hadis, Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Siyaset, Tarih, Islah / tecdid gibi değişik mevzuların işlendiği makalelerinin bir araya getirilmesiyle teşekkül etmiş bir derlemedir.

Gayet tabii ki İmam Kevserî’nin eserlerinden faydalanılabilir. Eğer alt yapınız müsaitse alıp okuyabilirsiniz. Ve illâ felâ…

İsimlerini zikretmiş olduğunuz zevât-ı kiramın (k.esrarahum) biribirleriyle görüşüp haberleşmeleri olmuş mudur, olmuşsa şayet, bunun hangi sahalarda, nerede ve nasıl gerçekleştiğine dair bir mâlumata sahip değilim. O devri az veya çok yaşayabilmiş olanlara sormak lazım.

***

Bu kısa açıklamadan sonra gelelim Kevserî hazretlerinin terâcim-i ahvâline (biyografisine)…

Muhammed Zâhid el-Kevserî rahmetullahi aleyh (1879-1952), son dönem Osmanlı âlimlerindendir. Kafkasya’dan göç edip Düzce’ye yerleşen bir aileye mensuptur. İlim tahsilini ikmâl edip tamamladıktan sonra, muhtelif medreselerde müderrislik yapmış ve Şeyhülislâmın ders vekilliğine kadar yükselmiştir. Zamanının büyük bir kısmını ilme adamış, çok sayıda talebe yetiştirdiği gibi birçok eser de kaleme almıştır. Dinde reform adı altında yapılan saldırılara karşı makaleleriyle cevap verip mücadele etmiş, deformistleri susturmuş, âdeta çanlarına ot tıkamıştır!

Muhammed Zâhid Efendi, 1879 yılında Düzce’nin Hacı Hasan Efendi (Çalıcuma) köyünde doğdu. Köy, adını âlim bir zat olan ve Kafkasya’dan göç edip buraya yerleşen babası Hüseyin Efendiden aldı. Hüseyin Efendi buraya göç edip medrese açtı ve talebe yetiştirmeye başladı. Yöre halkı tarafından da ilim ve şahsiyetine hürmeten köylerine adı verildi ve bundan sonra köy bu isimle anılmaya başlandı. 

Muhammed Zâhid Efendi tahsiline Düzce’de başladı. İlk derslerini babasından aldı. Düzce’de bulunan ibtidâiye ve rüşdiye mekteplerinde okudu. Mehmed Nazım Efendiden tarih, coğrafya ve matematik derslerini aldı. Buradaki eğitim ve ööğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul’a gitti. Fatih Camii Medresesinde yüksek tahsiline başladı. Eğinli İbrahim Hakkı Efendinin derslerini takip ederek medrese tahsiline devam etti. Bunun dışında Alasonyalı Ali Zeynelâbidîn Efendiden ders aldı. Ders aldığı hocalarından biri de Kastamonulu Şeyh Hüseyin Efendidir

Medrese tahsilini tamamlayan Muhammed Zâhid Efendi, 1907 yılından itibaren Fatih Camiinde müderrislik yapmaya başladı. Bu vazifesini Birinci Dünya Savaşının başlamasına kadar sürdürdü. Medreselerde ders verirken edebiyattan belâgat, mantık ve arûz derslerini okuttu. Bu sıralarda Kastamonu’da yeni bir medrese açıldı. Yeni medreseyi faaliyete geçirme vazifesi kendisine tevdi edildi. Bu yeni vazifesi için Kastamonu’ya giderek çalışmaya başladı. Üç yıl kadar hizmet verdikten sonra tekrar İstanbul’a döndü. 

Muhammed Zâhid Kevserî Efendi İstanbul’a geldikten sonra yeni vazifelerde bulundu. İlk önce Dâruşşafaka’da müderrislik yaptı. Kısa bir süre sonra alanında uzman yetiştiren Medresetü’l-Mütehassisîn’de müderrislik yapmaya devam etti. Bu vazifelerinin dışında Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin ders vekilliğinde de bulundu.

Bayezid Medresesinde Şeyhülislamlar tarafından ders verilirdi. Şeyhülislamların ders vekilleri ise yüksek dereceli müderrisler arasından seçilir ve vekâleten ders okuturlardı. Bu aynı zamanda bir ünvan ve memuriyete de tekabül etmekte olup, Osmanlının son zamanlarına kadar devam etti. Ayrıca Meşîhat Müsteşarlığı vazifesinde de bulundu.

Muhammed Zâhid Efendi, 1922 yılında İstanbul’dan ayrılarak Mısır’a göçtü. Önce Kahire’ye yerleştiyse de, kısa bir zaman sonra Şam’a gitti. Bir süre Şam’da kaldıktan sonra tekrar Kahire’ye döndü. Bu ikinci gelişten sonra ailesini de yanına alarak Kahire’ye yerleşti. Burada da talebe yetiştirmeye, ilim ve irfanla meşgul olmaya devam ederek, Mısır’ın önde gelen âlimleri arasında yer aldı. 

Muhammed Zâhid Efendi, zamanının önemli bir kısmını ilme hasretti. Başta hadis, fıkıh, tefsir olmak üzere muhtelif ilimlerle meşgul olarak değerli hizmetlerde bulundu. Çok sayıda talebe yetiştirdiği gibi birçok eser de yazdı. Türkiye’de bulunduğu süre zarfında, ders okutmaya daha fazla zaman ayırdığından, Mısır’a nisbetle burada çok daha fazla talebe yetiştirdi. Mısır’da bulunduğu zamanlarda ise önceliği ilmî araştırma ve eser yazmaya verdi. Dolayısıyla daha az talebe yetiştirmiş oldu. 

Mısır kütüphanelerinde Türkçe olarak yazılmış eserler üzerinde inceleme ve araştırmalarda bulunan Muhammed Zâhid Efendi, birçok vesikayı gün ışığına çıkararak istifadeye sundu. Özellikle dinde reform iddiasıyla ortaya çıkan deformistler ve İslamî değerlere saldıran dalâlet ve bid’at fırkalarıyla amansız bir ilmî mücadelede bulundu. Bunların iddialarını makale ve eserleriyle çürüttü, toz duman etti! Öyle ki, söz konusu kişiler onun bulunduğu ortamlarda dut yemiş bülbüle döndüler, ağızlarını açamaz, konuşamaz hâle geldiler.

***

Siyasî kimliği

Zâhid el-Kevserî hazretleri hayatı boyunca, mâlum ve mâhut İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne / şer cephesine mensup devlet, siyaset, asker ve fikir adamlarına muhalif kaldı. 1922 yılının sonlarına doğru bir dostunun, hakkında tutuklama emrinin çıkarıldığını sokakta kendisine söylemesi üzerine, ailesine bile haber vermeden, veremeden deniz yoluyla -yukarıda da belirtildiği üzere- Mısır’a hareket etti, önce İskenderiye’ye, birkaç gün sonra da Kahire’ye ulaştı. Sonra Beyrut’a, oradan Şam’a geçti (1923). Şam’da Dârü’l-Kütübi’z-Zâhiriyye’deki yazma eserler üzerinde incelemeler yaptı.

1926’da Kahire’ye döndü ve Ezher’de okuyan Türk talebelerinin kaldığı Tekiyyetü’l-Etrâk Ebu’z-Zeheb adlı tekkede ikamet etmeye başladı.

1928’de ilmî seyahat maksadıyla ikinci defa Şam’a gittiyse de, burada kendisine uygun bir çevre bulamadığından ertesi yıl Kahire’ye döndü. Kahire’de Dicvî, Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, Ahmed Râfi‘ et-Tahtavî gibi âlimlerden de İslâmî ilimlerden icâzet aldı. Herhangi bir geliri olmadığından maddî sıkıntı çekmesine rağmen yardım tekliflerini kabul etmedi. Bazı Türkçe belgeleri Arapça’ya çevirtmek amacıyla Dârü’l-Mahfûzâti’l-Mısriyye idaresince açılan imtihanı kazanıp maaşla çalışmaya başladı. Bu sırada ailesini İstanbul’dan getirtti. Oğlu ile bir kızı kendisi İstanbul’da iken vefat ettiğinden Kahire’ye eşi ve iki kızı geldi; kızlarından Seniha hanım1934’te, Meliha hanım 1947’de Kahire’de vefat etti.

Kevserî (rh.a.), Kahire’de bulunduğu yıllarda bir taraftan evini medrese haline getirerek talebe yetiştirirken bir taraftan da çok sayıda İslâmî eserin ilmî neşrini sağladı. Çoğunluğu Mısırlı olmak üzere Yemen, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Suriye, Irak ve Türk uyruklu öğrencilere icâzet verdi. Abdülhamîd el-Kütübî el-Mısrî, Ahmed Avang Hüseyin, Alasonyalı Büyük Cemal Öğüt, Abdülfettâh Ebû Gudde, Ahmed Hayri Paşa, Muhammed Reşad Abdülmuttalib, Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk, Ali Ulvi Kurucu, Mehmed İhsan Efendi, Mustafa Runyun ve Muhammed Hüseyin onun yetiştirdiği talebelerdendir. Bu arada Mısır basınında yayımlanan reformist görüşlere karşı çıkması yüzünden sınır dışı edilmesi için girişimlerde bulunulduysa da, Şeyh Abdülmecîd es-Sindûnî ve bir süre Evkaf Bakanlığı da yapan Ezher Şeyhi Mustafa Abdürrâzık’ın müdahalesiyle bundan kurtuldu. Faaliyetleri ve yayınları ile büyük takdir toplayan Zâhid Kevserî, Mısır’daki ilim erbabı üzerinde müessir oldu. Ezher’de okuyan öğrencileri vasıtasıyla Hindistan ve Pakistan’da yaşayan âlimlerle irtibat kurarak geniş bir ilmî çevre edindi.

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’ye dönme ümidi taşıdığı, bunun için fırsat gözettiği bir zamanda çeşitli hastalıklarla mücadele etti ve hastalıklardan kurtulamayarak vatan hasretiyle 11 Ağustos 1951 tarihinde Kahire’de vefat etti. Ardından eşi hastalanarak Türkiye’ye döndü ve beş yıl sonra o da öldü. (Rahmetullahi aleyhim ecmaîn)

***

İtikadî ve tasavvufî görüşleri

Son devirde İslâmî ilimlere hizmeti geçmiş, velûd, münekkit ve araştırmacı bir âlim olan Zâhid Kevserî hazretleri, itikat amel ve ahlâkta Ehl-i Sünnet’e son derece bağlı idi. Ehl-i Sünnete muhalif mezhep mensuplarını ise sürekli tenkit etmiştir. İlmî müktesebatında kelâm, fıkıh, hadis ve tasavvuf önemli yer işgal eder. Mısır’da kaleme aldığı kitaplarında ve özellikle makalelerinde İslâm’a aykırı gördüğü yenilik düşüncelerine ve ‘mezheplerin telfîki’ne karşı hep mücadele etmiş, dinî ve içtimaî / sosyal mevzularla ilgilenip bu alanlarda da büyük hizmetleri olmuştur.

Ehl-i Sünnet kelâmcılarının görüşlerine var gücüyle sahip çıkmış ve bu görüşleri kuvvetli bir üslûp ile müdafaa etmiştir. Mâtürîdiyye mezhebine mensup olan Zâhid Kevserî’nin (rh.a.) kelâma dair temel görüşleri özetle şöyledir:

Ehl-i Sünnet’e dâhil Mâtürîdiyye ile Eş‘ariyye büyük çoğunlukla ortak görüşlere sahiptir, aralarındaki farklılıklar çok azdır. Bu sebeple mezhepleri birbirine yaklaştırmaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Mezhepsizlik ise dinsizliğe götüren bir yoldur. Dinî emirleri hayata geçirebilmek için bir mezhebe bağlanmak zaruridir / zorunludur.

Selefiyye (Haşviyye) ise Selef mezhebine intisap iddiasında bulunan ve kelâm ilmine vâkıf olmayan ehl-i hadîs zümresinin mezhebidir. Bu mezhep görüşleri teşbih ve tecsîme götüren inançlar ihtiva ettiğinden Ehl-i Sünnet’e dâhil değildir. [Bkz. İbn Asâkir, neşredenin girişi, s. 17]

İsbât-ı Vâcib mevzuunda Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde durulan deliller tercih edilmelidir. Çünkü bu delillerde müşahedeye önem verilir, şuurlu ve şuursuz bütün varlıkların kendi kendine vücut bulmasının imkânsızlığına dikkat çekilir. [Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 105-119]

Ehl-i Sünnet kelâmcılarıyla Mu‘tezile mensupları arasında ilâhî sıfatlarla alakalı görüş ayrılıkları izâfîdir ve önemli de değildir.

İbn Teymiyye’nin ilâhî kelâmı kadîm, harf ve seslerden oluşan kelâmı ise hâdis ve zâtıyla kāim kabul etmesi hâdislerin Allah Teâla’nın zâtına nisbet edilmesi anlamına gelir ki, bu imkânsızdır. Allah’ın (c.c.) dünya semasına nüzûlü, melek gönderip insanları dua etmeye çağırması veya dua ve istiğfarı kabul etmesi demektir.

Nasslarda Allah’a izâfe edilen ve O’na hareket, mekân, cihet, yaratılmış varlıklara ait mahiyetler / nitelikler nisbet eden lafızları mutlaka te’vil etmek gerekir. Bunları te’vil etmeyenler müşrik sayılır. Bu sebeple İbn Huzeyme’nin Kitâbü’t-Tevĥîd’i bir şirk kitabıdır. Ahmed b. Hanbel Selefiyye’nin iddia ettiği gibi teşbih ve tecsîmi benimsememiş, aksine haberî sıfatlara dair bazı nassları Selef’in yaptığı gibi icmâlî bir te’vile tâbi tutmuştur. [Kevserî, Makālât, s. 33, 62-63, 148-153, 335, 355-378, 409]

Kadere iman, insanın fiilerini-faaliyetlerini icbar altında yapması anlamına gelmez. Aksi takdirde insanın iradesi sorumlu kılındığı fiillerde kaderin bir parçası haline gelir. [Kevserî, el-İstibsâr, s. 22; Cüveynî, s. 38]

Tevessül nasslara dayanan bir tatbikat / uygulama olup şirk kabul edilmesi sapıklıktır! Zâhid Kevserî’nin (rh.a.) İbn Teymiyye’ye ve onun şahsında Selefiyye’ye karşı çıkmasında, İbn Teymiyye’nin, Rasûlullah (s.a.v.) ve evliyaullah ile tevessülde bulunanları müşrik saymasının tesiri büyüktür.

Hadis alanında da temayüz eden Zâhid Kevserî hazretleri, yirmiye yakın hadis kitabını üstazlarından okuyarak rivayet icâzeti almıştır. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (rh.) hadis anlayışına yönelik tenkitlere cevap olarak kaleme aldığı Te’nîbü’l-Hatîb ve en-Nüketü’ŧ-Tarîfe adlı eserleri büyük yankı uyandırmış, haklarında reddiyeler yazılmış, kendisi de bunlara cevap vermiştir. Hadis’e dair diğer eserleri de, onun ricâl ilmindeki vukufunu isbatlayıcı mahiyettedir. Ona göre âhâd seviyesindeki bir rivayet Kur’an’ın umumuna ve akla aykırı bir muhteva taşıyorsa terkedilir.

***

Tasavvufî yönü

Zâhid Kevserî’nin (rh.a.) ilmî şahsiyetinde tasavvufun-maneviyatın mühim bir yeri vardır. Babası Nakşî şeyhleri arasında yer aldığı gibi, kendisi de Kastamonulu Nakşî şeyhi Hasan Hilmi Efendi’ye intisap etmiştir. Her iki şeyh de dönemin müceddidi kabul edilen Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin dergâhına mensuptur. Ona göre nefsin ve hevânın baskısına mâruz kalan kişiler kudsî âlemle irtibatı olan kâmil ve mükemmil mürşidlerin irşad ve yardımına muhtaçtır. [İrğâmü’l-Merîd, s. 61]

Tevessül câizdir, çünkü tevessül edilen kâmil insanlar ruhlarını tezkiye edip / arındırıp temizlediklerinden mânevî tasarrufta bulunma melekesine sahiptir. Onların bu mahiyetleri ölümlerinden sonra da devam eder. XX. yüzyılın Mâtürîdiyye müceddidi olarak tavsif edilen Zâhid Kevserî’nin görüşleri, Mısır’da ve diğer İslâm ülkelerinde dinî münakaşalara zemin hazırlamıştır. Kendisini tenkid edenler bulunduğu gibi müdafaa edenler de çoktur.

***

Ömrünü ilme adayan, Osmanlının son dönem önemli âlimleri arasında yer alan, çok sayıda talebe yetiştirip eser yazan Muhammed Zâhid Efendi, biraz önce de zikrettiğimiz üzere11 Ağustos 1952 tarihinde Kahire’de vefat etti. Na‘şı, İmam-ı Şafiî hazretlerinin kabrinin yanına defnedildi. Mezar taşına / şâhidesine, kendisi için yazdığı şu şiiri hakkedildi (çelik kalemle kazındı / yazıldı):

Ey kabrimin başında durup ibretle bakan adam, 
Dünkü ziyaretçi bugün buraya defn olunmuştur. 

Rahmetullâhi aleyh

Eserleri

Muhammed Zâhid Kevserî rahmetullahi aleyh, yukarıda belirtildiği gibi çok sayıda makale ve eser yazdı. el-Esma ve’s-Sıfât ile Makalâtü’l-Kevserî adlı eserleri en meşhur olanlarıdır. Tasavvuf ve tasavvuf büyükleri hakkında kaleme aldığı eseri, Irgâmü’l-Merîd ismini taşımaktadır. Muhtelif mevzularla ilgili olarak kaleme aldığı makaleleri, Makalât adlı eserinde toplanmıştır. İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri hakkında yazdığı Türkçe eseri, er-Ravdun Nazîru’l-Verdî fî Tercemeti’l- İmâmi’r-Rabbânî es-Sirhendî’dir. Bunların dışında; es-Seyfü’s-Sakîl, el-İşfâk alâ Ahkami’t-Talâk ile Farsça yazılmış bulunan Nazm-ı Avâmili’l-İ‘râb isimli eserleri de vardır. [Bu cevabî yazı, muhtelif makale, kitap ve ansiklopedilerden bilistifade hazırlanmıştır.] Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/3227-muhammed-zahidu-l-kevseri-ve-ilmi-sahsiyeti.html

Go to top