Selamun aleyküm değerli hocam.

Bir sitede şöyle birşey okumuştum. Normalde erkek ve kadının birbirinin avret yerine bakması haramdır ama televizyon, fotoğraf ve gazete gibi şeyler bizzat o kişinin kendisi değil de kendi görüntüsünün bir yansıması olduğu için onlara bakmak haram olmaz demişti. Fıkıhta nasıl ki bir insanın suya gölgesi yansıması vursa o yansıma kişinin kendisi değildir o yansimaya baksa bir kişi hurmeti musahara durumu bile olmaz.  Aynen böyle de bu tarz elektronik ortamda görüntüler kendi görüntüsü olmadığı için buralarda büyük avret yeri dışında ve şehveti de uyandırmayacak şekilde bir organı görülürse ona bakmak haram olmaz tarzında şeyler yazıyordu. Yani kadının kolu başı açık olsa bakılsa günah olmaz ama şehveti uyandıracak şekilde ise şehveti uyandıran bir yerine bakarsan haram olur diyordu. Bu ne kadar doğru?

Çoğu kişi kadın var diye haber  bile izlemiyor çünkü. Eğer bu görüş muteber ise farklı durum oluşur o zaman öyle değil mi? Emre Karkar – gmail

*******

Ve aleyküm selam.

Bunun nesini soruyorsun ki kardeşim?

Meselenin kabaca şer‘î hükmü belirtilmiş. Tereddüdün varsa kendilerine sor. Herhalde kaynak ve izah getireceklerdir.

Lakin bunu sorduğuna göre, azîmet, ihtiyat ve takvanın ne olduğunu, nasıl olması icap ettiğini de kendin tesbit edebilecek akla-fikre, imanî şuur ve idareke sahipsindir kanaatimce…

Dilerseniz meseleye açıklık getirmek için Asr-ı Saadet’ten bir hadiseyi nakledelim, keza başka hadis-i şerif ve bir ayet-i kerimeyle de mevzumuzu tamamlayalım.

Ashab-ı kiramdan Vabisa (r.a.) şöyle anlatıyor:

Rasûlullah’a (s.a.v.) iyilik ve kötülük hakkında her şeyi sormak için yanına vardım. İki veya üç defa;

- "Yanıma gel, yaklaş" diye buyurdu.

Meclisteki insanların üzerinden adımlarımı atıp giderken, onlar, yerimde durmamı istiyorlardı. Fakat ben; 

- “Bırakın beni, bana bütün insanlardan daha sevgili olan Rasûlullah’a yakın olmak istiyorum.” dedim. Rasûlullah (s.a.v.) da; 

- “Bırakın onu. Ey Vasiba, yaklaş” diye buyurdu.

Yanına yaklaşıp önünde oturdum. Bana; 

- “Senin niçin geldiğini ben mi söyleyeyim; yoksa sen mi soracaksın?” deyince, 

- "Siz söyleyin” dedim.

- “Sen iyilik ve kötülük hakkında soru sormak için geldin.” buyurdu. 

- “Evet” dedim.

Bunun üzerine üç parmağını göğsüme dokundurarak şöyle buyurdular:

- “Ey Vasiba! Kalbine danış, nefsine danış.” buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra da şöyle devam etti, “İyilik nefsin yatıştığı şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler bile nefsi tırmalayan, sinede gel-gitler / tereddütler meydana getiren şeydir.” [İmam Ahmed, Müsned, 4/228; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1, 175, 10, 297; Dârimî, Sünen, Büyu', 2; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 40]

Aynı mevzu ile ilgili olarak yine Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Seni işkillendiren şeyi bırak şüphe vermeyene / işkillendirmeyene geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan (yanlış ve günah olan) da şüphe ve tereddüt doğurur.” [Tirmizî, Sünen, Kıyâmet, 60]

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah'a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele (Habîbim) kullarımı. O kullarımı ki; onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır." [Zümer suresi, 17-18]

 

Bu ayet ve hadisler sebebiyle bazı âlimler, müçtehit olmayan kişilerin (yani biz mukallitlerin), müftülerin verdiği fetvalarda tercihte bulunmasını, alınan fetvanın vicdanı tatmin etmesini şart koşmuşlardır. [İmam Gazâlî, el-Müstasfâ, 2, 390; Şâtıbî, el-Muvâfakât, 4, 132-133]

Bilmem anlatabildik mi?

Vesselâm…

Go to top