selamunaleyküm abi 20 gün önce bir kızımız oldu. HİFA (r.a) ismini koyduk inşaallah uygundur. Seyfettin Bayır - Facebook

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Çocuğunuzun ismin koymuşsunuz. Hayırlı-uğurlu olsun. Rabbim analı-babalı büyütsün, hidayet-i kâmileden ayırmasın.

“Hıfa”; yani hı-fe-elif ve hemzeden müteşekkil bu Arapça ismin manası, her nesnenin (objenin) örtüsü ve perdesi demektir. Mesela kırba (deriden mâmul su kabı) örtüsü gibi... [Bkz. Ahterî Kebîr, hı maddesi] Ayrıca bu isim, kadın sahâbîlerden (r.anhunne) meşhur ve mübarek bir hanımın da adıdır.

Hıfa Hatun (r.anha) Medine-i Münevvere’de fıtrî ve ahlâkî güzelliği ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ gösteren ve Resûlullah Efendimize (s.a.v.) çok bağlı olup, her sözünü dinlerdi. Âhireti çok düşünüp, hiç aklından çıkarmazdı. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye çalışırdı. Hifâ Hatun, bir gün Peygamber Efendimizin (s.a.v.) huzûruna gelerek,

- “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana beni Cennet’e götürecek bir amel (iyi bir iş) öğret” dedi. Bu arzu ve isteği üzerine Rasûlullah (s.a.v.),

- “Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete alırsın.” buyurdu. Bu emir üzerine;

- “Ey Allah’ın Rasûlü! Küfvüm, (dengim) kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdârı Melik Necâşî evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabûl etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile birçok zînetler veren de oldu. Onu da kabûl etmedim. Bu gün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona râzıyım” dedi.

Resûlullah (s.a.v.), Hîfâ Hatun’a Ashâbından kimin ismini verirse, diğerlerinin ümidsiz olacağını anlayıp, “Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen.” buyurdu. Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allah Teâlâ, onlara (Ashâba) öyle bir uyku verdi ki, hiçbir sahabî erken uyanamadı. Rasûlullah (s.a.v.) önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Suheyb (r.a.) göründü. Hz. Suheyb, kimsesi olmayan, fakîr, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zaif ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son derece güzel ve zengindi. Rasûlullah (s.a.v.) namazdan sonra Hifâ Hatun’u (r.anha ), çağırarak durumu bildirdi. Hıfa (r.anha) Allah Teâlâ’nın kazasına râzı olduğunu, Rasûlullah’a (s.a.v.) arz etti. Rasûlullah (s.a.v) bu durum üzerine hutbe okudu. Nikah akdi yapıldı ve; “Ey Suheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür.” buyurdu. Suheyb (r.a.); “Yâ Rasûlallah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mesciddir.” dedi. Bunları işiten Hifâ Hâtun (r.anha), Suheyb’e (r.a.) onbin dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da O’na hediye ettiğini bildirdi. Hz. Suheyb’in kendisini götürmesini istedi.

Rasûlullah (s.a.v.) onlara çok duâ etti. Ashâb-ı Kirâm da, Hifâ Hatun’un bu hareketini çok övüp, Allah Teâlâ’ya hamd ettiler.

Hz. Suheyb ve Hifâ Hâtun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hifâ hatun (r.anha ) “Ey Suheyb! İyi bil ki, ben sana ni’metim, sen bana mihnetsin (sıkıntı veren). Sen bu ni’mete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve tâatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabr ediciler sevâbına kavuşalım. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) “Cennet’te yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükr edenler ve sabr edenler bulunur” buyurdu, dedi.

Zifaf gecesi ikisi de Allah Teâlâ’ya karşı ibâdet ve tâatta bulundular. Suheyb (r.a.), Mescide geldi. Cebrâil (a.s.) geceki durumdan Rasûlullah’ı (s.a.v.) haberdar etti. Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde verdi. Rasûlullah (s.a.v.); 

- “Ey Suheyb, geceki halinizi, sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?” buyurunca Suheyb (r.a.),

- Yâ Rasûlullah siz söyleyiniz dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 

- “Siz Cennetliksiniz ve Allah Teâlâ’yı göreceksiniz.” müjdesini verdi. Suheyb (r.a.) sevincinden ve Allah Teâlâ’yı görmek ve O’na kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle duâ etti;

- “Yâ Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaşmadan rûhumu al.” dedi. Allah Teâlâ, O’nun bu duâsını kabûl ederek, secdede rûhunu aldı. Ashâb-ı Kirâm bu duruma ağladı. Rasûlullah (s.a.v.), 

- “Daha şaşılacak şey Hifâ’nın da bu anda rûhunu Hakka teslim etmiş olmasıdır.” buyurdu.

Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defn ettiler. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine; “Bu Allah Teâlâ’nın nimetine şükr edenin kabridir.” Diğerini de, “Bu Allah Teâlâ’nın mihnetine sabr edenin kabridir.” diye yazdılar.

Ashâb-ı kirâm’ın Allah Teâlâ’ya karşı aşkları ve Rasûlullah’a (s.a.v.) karşı bağlılıkları bu kadar kuvvetliydi.

Hifâ Hatun’un tevekkülü, kazaya rızâsı ve sabrı asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesine rağmen, nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmemektedir. O gönüllerde taht kuran bir sultandı. [Bkz. Riyâdu’n-Nâsıhîn, s. 225]

 

Rabbim (c.c.) kızınızı da ismi gibi ahlâken ona muvafık bir hayatla mükâfatlandırsın. 

Go to top