Selamun aleyküm hocam 'Şeriat ona anlatıldığı halde Şeriatın gelmesini istemeyen kişi kafir olur'fetvası doğru mudur hocam.Bu kişi böyle diyerek bir manada İslami olmayan sisteme rıza gösterdiği için dinden çıkmış olmaz mı. Ender Kara

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Yazdıklarınızın aynısı ya da benzerleri daha önce defalarca dile getirilmiş ve de cevaplanmış “vesveseler-zırvalar”, diyecektim ama, hadi gene de insaflı davranıp “sorulmuş sorular” ifadesini kullanalım.

Söz konusu sorular ve cevabî yazılarımızdan birkaçını aşağıya aynen kopyalıyoruz, lütfen dikkatle okuyup anlamaya gayret edin.

1. Şer’i hükümlerin uygulanmasını istememek

Halis ECE tarafından yazıldı.

Kategori: Soru - Cevap

Gösterim: 1821

selamun aleyküm hocam 

1-şeriatı kabul eden inkar etmeyen ama nefsinden dolayı Allahın hükümlerinin uygulanmasını, şeriatın gelmesini istemeyen  dinden çıkar mı. bir arkadaşım günah işlemekde rahat edememe düşüncesi ile şeriatın gelmesini istemiyor.bunun hükmü nedir.

2-fıkıh da namaz kılmayana hapis ve ölüm gibi cezalar var.bunlar uygulanması gereken zorunlu şeyler mi.esnetilebilir mi.şeriatte esnetilebilen hükümler  var mıdır.arkadaşım özellikle bu konu ve alkol içene verilen had cezası ile ilgili konular için istemiyor.

3-peygamberlerin mucizelerinden hareketle bilimde ilerleme konusu ile ilgili şöyle birşey söylediler.ölüyü diriltme mucizesi ile ilgili peygamberin böyle bir mucizesi varsa demek ki dünya da ölüler bilimin ilerlemesi ile belli bir süre olsa da diriltilebilir.böyle birşey olabilir mi.kuranla bilim arasındaki ilişki nedir.

Hocam bu konularda bilgi verieseniz çok sevinirim. Allahu teala sizden razı olsun. hakan demir

*******

Ve aleyküm selam.

1- İslâm dini; iman, ibadet, muâmelat, münâkehât, ukûbat ve ahlâkî tüm esaslarıyla bir bütündür. Topyekün kabul edip inanmak gerekir. Öyle yarım yamalak, buçuk-çeyrek İslâm olmaz, Müslüman olunmaz. Şeriat, ahkâm-ı İslâmiyyenin tamamıdır. Şeriat istemeyen İslâm’ı istememiş olur. Kısacası hayat da bir bütündür, insan da bir bütündür, İslâm da bir bütündür. Bu bütünlüğün şuuruna varmadan cüzlerle uğraşıp durmak beyhude bir çabadır, fuzûli bir çırpınıştır!

Başka bir ifadeyle Şeriat, Allah Teâlâ'nın vahyettiği Kur'ân-ı Kerim ile Rasûlullah’ın (s.a.v.) hadislerinden, ya bunların açık ifadelerinden yahut da delâletlerinden alınarak ortaya konmuş bulunan hükümlerdir. Yani bir kısmı doğrudan vahye, bir kısmı ise içtihada dayanan dinî esaslardır. Bunlar, her zaman ve mekânda geçerlidir.

"şeriatı kabul eden inkâr etmeyen ama nefsinden dolayı Allahın hükümlerinin uygulanmasını, şeriatın gelmesini istemeyen"ler, Kur'ân, Sünnet, İcma ve kıyas delillerine (kaynaklarına) dayanan İslâm'ın tamamını kabul ediyoruz, ama bir kısım ameli hususları inkâr etmemekle birlikte nefsimize zor geldiği için uygulamak istemiyoruz, demiş oluyorlar. Binaenaleyh İslâm'ın bütününe inanan ve tamamını yaşamaya çalışan mü'minler "sâlih ve kâmil" mü’minlerdir. Yine tamamına inanıp bağlayıcı olduğu halde bir kısmını yaşayamayan (ibadeti-ameli, uygulaması eksik, kusurlu olan) mü'minler ise "fâsık, fâcir, günahkâr" Müslümanlardır. Allah Teâlâ onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır. "İslâm'ın bir kısmını (şeriatı) kabul etmem" diyenler "onun da dinden olduğunu kabul ediyor, böyle olduğuna inanıyorum, ancak onunla amel etmek istemiyorum" demek istiyorlarsa, kasıtları bu ise günahkâr oluyorlar… " Bu kısmına inanmıyorum, şeriatı dinden saymıyorum" demek istiyorlarsa, İslâm ile bağlılık ve aidiyet / illiyet râbıtalarını kesmiş oluyorlar. Binaenaleyh, bu durumda olanların aynı zamanda Müslüman olmaları mümkün ve sahih değildir.

Hasılı, “Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır…” [Ahzâb suresi, 4] Ki, birine iman, öbürüne de inkârı yerleştirsin…

2- İslâm, Allah indindeki tek hak dindir. Nasıl Allah Teala için uyku-yorgunluk-esneme gibi acziyetler söz konusu değilse, Ahkâm-ı İslamiyyede de insan misâli “esneme” olmaz. Şer’î hükümlerin tatbik olunduğu ülke hengi mezhebin içtihatlarını esas almışsa, kadıların verecekleri hükümler de onlara istinat eder. Ancak istisnai durumlarda diğer hak mezheplerin içtihatlarından da faydalanabilirler. Yoksa ne ibadetler, ne de muâmeleler-cezalar mevzuunda hükümler Ali-Veli için ya da hatırı sayılır birileri için hükümler esnetilip kanırtılmaz!

3- “peygamberlerin ölüyü diriltme mucizesi ile ilgili olarak dünyada ölüler bilimin ilerlemesi ile belli bir süre olsa da diriltilebilir mi, böyle birşey olabilir mi?” Bilmem, bilemem… Çalışmaları bekleyip gelişmeleri göreceğiz… Şimdiden bir şey söylemek imkânsız. En azından bendeniz âciz için muhâl.

“kuranla bilim arasındaki ilişki nedir? sualine gelince… Bu, tekrarlana tekrarlana artık cılkı çıkmış, yalama olmuş, klişeleşmiş bir soruAma gene de bir nebze üzerinde duralım...

…Ve hemen belirtelim ki; Kur’an’la bilim ters düşmez. Çünkü bilimin gerçekçi olarak ifade ettiği mevzularda Kur’an’la tamamen ittifak halindedir. Yüce Kitabımız mutlak doğru olan ilmî çalışmaları hiç bir zaman reddetmediği gibi, aksine teyid etmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de ilmî gerçeklerle alakalı birçok ayet mevcuttur ve bugün bilim de bunu teyid etmektedir.

Bir başka gerçek; bilimin her yaptığı çalışma doğru sonuçlar vermeyebilir. Mesela bugün bilim tarafından doğru kabul edilen bir vak’a, yarın reddedilebilir ve ona zıt bir vak’a /olgu kabul edilebilir. Ancak Kur'an-ı Kerim'de geçen ifadelerin hiç birisinin aksi isbat edilememektedir. Demek ki ilmî çalışmalarımızda Kur'an-ı Kerim’i kendimize kılavuz edinmeliyiz ki doğru neticelere varabilelim. Aksi takdirde Kur'an-ı Kerim'e zıt düşen hiçbir çalışma ciddi bilim tarafından geçerlilik kazanamayacaktır.

Bilim, değişik yollarla elde ettiği bilgileri zamanla değiştirebilmektedir. Bu sebeple dini kaynakların verilerine uygun olan ilmî gelişmelerden istifade etmek gerekli olmakla beraber, dini kaynaklara uymayan verilerin / donelerin zamanla değişebileceğini düşünerek dikkatli olmak gerekir. Ancak kesinlike dini kaynaklarla uyum içinde olan bilgileri almanın bir sakıncası olmadığı gibi, bunu dinin de tavsiye ettiği unutulmamalıdır. Bu itibarla her ilmî gelişmeye karşı çıkmak nasıl yanlış ise, yine her ‘bilimsel gelişme’ denilen bilgileri almak da o derece yanlışıtr. Bilgilerin dini kaynaklara uygunluğuna göre karar vermek en güzelidir. Dini kaynak dediğimizde Kur'an ve hadisten anlaşılanlar değil, onların kendileridir. Kur'an ve hadisten anlaşılanlar âlimlerin içtihatlarıdır, tefsir ve te’villeridir.

Açıkça belirtmeliyiz ki, din-ilim tenakuzunu iddia eden kişilerin bahsini ettiği şey, 'ilim' değil, 'bilim'dir. İlim, 'aydınlık' kokan 'din' kokan bir kelimedir; hakikat soluyan ve kişiyi Sırat-ı Müstakîm'e götüren bir ışık kaynağı, bir gerçekler manzumesidir.

'Bilimdenilen şey ise, kendisine biçilen elbise, yüklenen fonksiyon ve kazandırılan mânâ ile karanlıklar, kaos ve karadelikler manzûmesidir.

İlim, bizde doğup büyümüş, aslını ve çekirdeğini bizden almışken, bilim, rasyonalizmiyle, pozitivizmiyle Batı'nın mahsulüdür. Bu bilim, hakikatı ve bütün hakikatlerin kaynağı mutlak hakikatı inkârla işe başlar ve hatalar, yanlışlar, ihtimaller üzerinde gide-gide güya doğruya varmaya çalışır. Oysa, elde bütün yanlışların ölçüleceği, bütün gerçekdışıların tartılacağı bir hakikat olmadan, doğruya nasıl varılabilir? Her şeyi değişir gören bilim, bir 'Değişmez'in varlığını kabul etmeden, değişmeler ve değişenler üzerinde nasıl çalışabilir? Değişmez kaideler ve sabit hakikatler olmadan tecrübenin ve müşahedenin (deney ve gözlemin) halledeceği hiçbir şey yoktur. Onlarla insanın dünyasını aydınlatmak mümkün değildir.

Bilimin el yordamıyla üzerinde çalıştığı kâinat, esasen Cenâb-ı Hakk'ın kudret ve irade'siyle yazdığı ve bir plân-program, ölçü ve dengeye göre tanzim ettiği eşya ve hâdiseler kitabıdır. Gerçek ilimler ise, Allah Teâla’nın kâinattaki icraatından, kâinattaki İlâhî kanunlarla eşya ve hâdiselerin münasebetinden süzülmüş raporlardan ibarettir.

Bundan başka, Allah'ın (c.c.) bir de Kelâm sıfatından gelen Kur'ân kitabı vardır ki, Hz. Allah, bu Kitabı ile kâinatı anlatır, kâinattaki eşya ve hâdiselere ışık tutar. Kâinatı bir düzen ve âhenk içinde var eden Hâlık Teâla, kurduğu bu düzeni Kur'ân'la ifade eder.

İnsan da, bu iki kitabın bir başka biçimde yazılmış şeklidir. Kur'ân, kâinat ve insanbu şekilde Allah'ın isim ve sıfatlarının değişik şekillerde tecelligâhı olarak, birbirleriyle fevkalâde bir iç râbıta halinde, birbirlerini şerh ve izah eden ve neticede Allah'ı tanıtan üç küllî muarrif, üç küllî kitaptır. Şimdi, bu üçü nasıl birbirine ters olabilir, nasıl birbirini nakzeder ve nasıl birbirinden ayrı düşünülebilir! Öyle değil mi?

2. Şeriatın gelmesi durumunda

Halis ECE tarafından yazıldı.

Kategori: Soru - Cevap

Gösterim: 759

1-selamun aleyküm hocam.şeriat ile ilgili bir sorum daha olucakdı.çünkü şeriatı kabullenmek de zorlanan arkadaşlara bunu anlatmak istiyorum ama çok bir bilgim olmadığı için sizden yardım almak istiyorum.kadir mısıroğluna şeriat şu an gelse kadınların başları zorla örtülecek mi diye sormuşlardı.o da şu an hemen uygulanmaz çünkü insanlar şeriatı tam olarak bilmediği için çok problemler çıkacağını söyledi.bu bir anda yapılan zorlamayı iranın  yaptığını ve çok yanlış sonuçlar doğurduğunu,başörtüsü zorlamasının insanların çocukluktan şeriate göre yetiştirildikten sonra uygulanacağını söyledi.bu şekilde belli bir süre uygulamamak diğer bazı hükümler için olabilir mi.mesela namaz kılmayana verilen hapis cezası yada ölüm cezası gibi.hocam bir de böyle birşey varsa bu ictihadi konular için mi geçerli olabilir.yoksa Kuran ve Sünnet ile sabit olan şeyler içinde geçerli olabilir mi.bu konuda yardımcı olabilirseniz bende arkadaşlarıma anlatacağım.

2-hocam bir de namaz kılmayana verilen ölüm ya da hapis gibi cezaların kuran ya da sünnette delilleri varmı.varsa nelerdir.Allahu teala razı olsun. hakan demir

*******

Ve aleyküm selam.

Hakan kardeşim,  19.11.2014 Çarşamba günü özelinize gönderdiğim mesajıma hâlâ bir karşılık alabilmiş değilim? Bekliyorum… Dolayısiyle, bu sorularınıza benim cevabım da farklı olacak. Şöyle:

1- Malumunuz, “doğmadık çocuğa don biçilmez”, “dereyi görmeden paça sıvanmaz.” Ahkâm-ı şer’iyye mer’iyete girdi de iş icraata mı kaldı? İcraat olarak da başörtüsünden başka bir uygulanacak hüküm mü kalmadı? İslâm bundan mı ibaret? Keza başını örtenlerin diğer tesettür uygulamaları pek mi doğru? Şayet bi-şekilde  bir yerlerde İslâm hukuku tatbikat safhasına girerse, onların hepsi hallolur, merak etmeyin! İslâm Tarihi İslâm hukukunun her zemin ve zamandaki tatbikat membaıdır. Onu dikkatle okuyun ve hadiseleri gereğince değerlendirmeye çalışın. Ayrıca unutmamak lazım; İslâm’ı yaşamaya hiçbir şey engel ve mazeret değildir, olamaz da… Yeter ki samimiyetle imkânınız ve vüs’atiniz nisbetinde yaşamaya çalışın. Mesela el’an ne durumdasınız? Aynaya bakıp otokritiğinizi yapın? Varsa eksiklerinız, onları giderme-tamamlama yollarını araştırın.

2- Bu formatın zemini, asıl itibariyle söz konusu tartışmalar için müsait değil. Kaldı ki bu hususları mesele edenler genelde laikçilerdir, ulusalcılardır, hep İslâm’a mesafeli duranlardır. Dolayısiyle sormak isterim; bir takım kesâlet, sefahet, gaflet ve fücûrat ehlini düşünmek, güya onları koruyup kollamak, tembellik ve endişelerine çare arayıp bulmak işi size mi kaldı! Çok merak ediyorsanız oturur araştırırsunuz. Kaynaktan bol ne var İslâmi ilimler sahasında? Bu meselelerin hepsi de İslâm hukukuna ait girift mevzulardır… Öyle kısa soru-cevap tarzında birkaç kelimeyle sağlıklı bir şekilde hallediliverecek türden değil. Eğer öyle değerlendirilecek olursa, pek çok yanlış anlamalara / anlaşılmalara, dolayısiyle problemlere yol açılabilir. Fayda temin edelim derken, zarar tevlid edilebilir.

3- Namaz kılmayanla alakalı cezalar mevzuunu da inceleyip araştırınız. Bu hususta Ehl-i Sünnet mezhepleri arasındaki farkları görünüz, tahlil ve terkibini yapınız. Çok lazımsa eğer, çıkış ve kaçamak yollarını (!) da tesbit ediniz. Sonra da arkadaşlarınıza anlatırsınız. Ayrıca sitemizdeki şu linke de bakabilirsiniz: http://www.halisece.com/namaz/3259-namazi-terk-etmenin-cezasi.html

4- Son olarak Abdullah ibn Ömer (r.anhuma) hazretlerinin, bir soru üzerine verdiği karşılığı da unutmamanızı tavsiye ederim! Ne diyordu cevabında o büyük zât:

"Henüz olmayan şey hakkında soru sorma! Çünkü (babam) Ömer'in, olmayan bir şey hakkında soru soran kimseye lânet ettiğini duydum."

Bu ikazı hatırdan çıkartmamamız ve Hz. Ömer’in lânetinden de olabildiğince sakınmamız gerekir, öyle değil mi?

3. şeriatı istememek

Halis ECE tarafından yazıldı.

Kategori: Soru - Cevap

Gösterim: 1252

selamun aleyküm hocam

hocam ilk verdiğiniz cevapda Şeriatın gelmesini istemeyen İslamın bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemiş oluyorlar diye yazıyor.daha sonra da Şeriatı istemeyenler onu da dinden sayıp onunla amel etmek istemiyoruz diyorlarsa günahar oluyorlar diyor.burada sanki çelişki varmış gibi geldi hocam.yani Şeriat ile amel etmek istemeyen aynı zamanda Şeriatın gelmesini istememiş olmuyor mu? Allah razı olsun hocam. hakan demir

*******

Ve aleyküm selam.

Söz konusu cevabî açıklamalarda bir tenakuz olduğu kanaatinde değilim. Dilerseniz birlikte tekrar okuyalım:

“İslâm dini; iman, ibadet, muâmelat, münâkehât, ukûbat ve ahlâkî tüm esaslarıyla bir bütündür. Topyekün kabul edip inanmak gerekir. Öyle yarım yamalak, buçuk-çeyrek İslâm olmaz, Müslüman olunmaz. Şeriat, ahkâm-ı İslâmiyyenin tamamıdır. Şeriat istemeyen İslâm’ı istememiş olur. Kısacası hayat da bir bütündür, insan da bir bütündür, İslâm da bir bütündür. Bu bütünlüğün şuuruna varmadan cüzlerle uğraşıp durmak beyhude bir çabadır, fuzûli bir çırpınıştır!

Başka bir ifadeyle Şeriat, Allah Teâlâ'nın vahyettiği Kur'ân-ı Kerim ile Rasûlullah’ın (s.a.v.) hadislerinden, ya bunların açık ifadelerinden yahut da delâletlerinden alınarak ortaya konmuş bulunan hükümlerdir. Yani bir kısmı doğrudan vahye, bir kısmı ise içtihada dayanan dinî esaslardır. Bunlar, her zaman ve mekânda geçerlidir.

şeriatı kabul eden inkâr etmeyen ama nefsinden dolayı Allahın hükümlerinin uygulanmasını, şeriatın gelmesini istemeyen’ler, Kur'ân, Sünnet, İcma ve kıyas delillerine (kaynaklarına) dayanan İslâm'ın tamamını kabul ediyoruz, ama bir kısım ameli hususları inkâr etmemekle birlikte nefsimize zor geldiği için uygulamak istemiyoruz, demiş oluyorlar. Binaenaleyh İslâm'ın bütününe inanan ve tamamını yaşamaya çalışan mü'minler "sâlih ve kâmil" mü’minlerdir. Yine tamamına inanıp bağlayıcı olduğu halde bir kısmını yaşayamayan (ibadeti-ameli, uygulaması eksik, kusurlu olan) mü'minler ise "fâsık, fâcir, günahkâr" Müslümanlardır. Allah Teâlâ onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır. "İslâm'ın bir kısmını (şeriatı) kabul etmem" diyenler "onun da dinden olduğunu kabul ediyor, böyle olduğuna inanıyorum, ancak onunla amel etmek istemiyorum" demek istiyorlarsa, kasıtları bu ise günahkâr oluyorlar… " Bu kısmına inanmıyorum, şeriatı dinden saymıyorum" demek istiyorlarsa, İslâm ile bağlılık ve aidiyet / illiyet râbıtalarını kesmiş oluyorlar. Binaenaleyh, bu durumda olanların aynı zamanda Müslüman olmaları mümkün ve sahih değildir.

Hasılı, “Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır…” [Ahzâb suresi, 4] Ki, birine iman, öbürüne de inkârı yerleştirsin…”

***  

Görüldüğü üzere burada bir tenakuzdan / çelişkiden söz edemeyiz. Topyekün inkâr ile topyekün iman ve kabulle birlikte bir kısım amelde tembellikten dolayı isteksizlik-zayıflık farklı şeyler… İnkâr ile amelî zaafiyeti, tembelliği birbirine karıştırmadığımız zaman mesele netleşir. Yani bir grup var şeriatı topyekün reddediyor, inkâr ediyor, gelmesini istemiyor. Öbür klik ise, ayet-i kerimede beyan olunduğu gibi, “…bazısına inanırız bazısını tanımayız…” demiyor. Şeriata bir bütün olarak inanmakla birlikte, nefisten ve şeytandan gelen tembellikten dolayı ahkâm-ı şer’iyyenin uygulanmasında isteksiz davranıyor. Dolayısiyle amelî bakımdan zayıf, eksik ve kusurlu bulunuyorlar. Şeriat gelirse bizi bu hususlarda zorlar endişesiyle, şer’î ahkâmın mer’î olmasını arzu etmiyorlar. Yoksa münkir olduklarından değil.

Velhasıl, burada anlatmak istediğimiz de, anladığımız da bundan ibaret. Siz nasıl istiyorsanız öyle anlayabilirsiniz. Ona da bir diyeceğimiz olamaz. Karar sizin.

Vesselâm…

Go to top