Karısının başını açmasını isteyen, hatta zorla açtıran erkeğin nikâhı düşer mi? Ya da bu durumdaki kadının o erkekten boşanması gerikir mi? Anonim
*******
Sorunun kısa cevabı:
Eğer koca bunu, Allah’ın (c.c.) tesettür emrini inkâr ile yapmıyorsa, kâfir olmaz, nikâhları düşmez, boş olmazlar. Lakin uygularlarsa her ikisi de günahkâr olur. Binaenaleyh kadın bu noktada kocasına itaat etme mecburiyetinde değildir. Çünkü Allah’a isyan söz konusudur. Ayrıca bu durum, kadının hemen boşanma talebini ve boşanmasını da gerektirmez. Tam aksine aileyi dağıtmamak, ayakta tutabilmek için mümkün olan bütün çarelere başvurma yükümlülüğünü getirir.
***
Meselenin açıklamasına gelince…
‘En son çare’ olanı ‘en başta’ yapmaya kalkışmamak lazım. Yani hemen ilk etapta boşanma kelimesini dillendirmemek, hatta boşanma fiilini düşünmemeye çalışmak gerekir.
Evet, örtünmek / başını örtmek, Allah’ın emridir. Allah’ın emrini kimseye çiğnetmemeye gayret etmeliyiz. Mü’min olmamız bunu icap ettirir. O bakımdan mü’min bir kadın açılmayı, başını açmayı asla -gönül rızasıyla- kabul etmemeli… Hatta neticede bu uğurda boşanmak gerekirse hiç tereddüt dahi etmemelidir.
Biraz önce de belirttiğimiz gibi, kadının tesettürü, başörtüsü İlahî bir emirdir. Filasıl devletin veya kocasının ya da bir başkasının engel olmaya hakkı olmaz, olamaz. Erkek, İslâmî sınırlar çerçevesinde sadece tesettürün rengine-şekline-şemaline müdahale edebilir, karışabilir. Mesela şöylesi daha iyi olur, bu renk bu desen daha şık durur filan diyebilir. Çünkü dinimizle alakalı pazarlık hakkımız yoktur.
Ancak bu durum tek başına boşanma sebebi olmaz, olmamalıdır. Bu sebeple nikâhları da bozulmaz, boşanmaları gerekmez. Nitekim zinadan daha şiddetli bir günah olan gıybeti işleyen kadını boşamak gerekiyor mu? Hayır. Ulemadan böyle bir fetva var mı? Yok. O halde bu durumdaki bir hanımın yapması gereken; mümkünse kocasına nasihat etmesi, ikna edici usûllerle aileyi ayakta tutmaya çalışmasıdır. Cenab-ı Hak herkese gücünün yettiği kadar yükümlülük veriyor. Bu yükümlülüğü yerine getirmemiz gerekir.
Evet, kadının kocasına itaat etmesi lâzım. Dinimiz bunu emrediyor. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:
"Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." [Tirmizî, Sünen, Rada' 10, Hadis no: 1159]
Bilindiği üzere dinimiz, Allahu Teâla'dan başkasına secdeyi şiddetle yasaklamış ve haram kılmıştır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bunu, İslamî esaslara göre yürüyecek ailedeki kocanın hanımı karşısındaki hukukunun büyüklüğünü ifade etmek için böyle mübalağalı bir üslûpla ifade buyurmuştur. Ama, Hâlık’a (Allah’a) isyan olan hususlarda mahluka itaat edilmez. Bu da dinimizde çok önemli bir düsturdur. Demek, söz konusu itaat bu noktada değil.
Farzlar-vacipler hep Allah’ın emirleridir, keza haramlar-helaller de O’nun nehiyleri / yasaklarıdır. Bunlar Allah’ın hakkıdır. Bu mevzularda hassas olacağız. Ancak bu işi, etrafı kırıp dökmeden yumuşak bir üslup ve müsbet tutumlarla, olabildiğince aileyi ayakta tutmayı hedefleyerek yapacağız.
Bu hususta sadece din âlimlerinden ve aile çevresinden değil, gerekirse sosyal bilimcilerden, ilgili kurum ve kuruluşlardan da destek alınabilir. Onlar, hayatın içinden daha farklı ve uygulanabilir, yararlı yol ve yöntemler tavsiye edebilir. ‘Nasıl davranmalıyım’, sorusuna daha değişik cevaplar-çözümler üretebilir. Her sosyal meselenin muhtelif hâl yolu olduğu-olabileceği gibi, bu problemin de birçok çözüm formülü olabilir.
Bu meyanda biz de kısaca şunları söyleyebiliriz: Mesela kadın kocasının gönülünü hoş eder, iyi bir imaj oluşturursa, o da ona karşı daha iyi davranabilir, meşrû isteklerine itiraz etmeyebilir. Ama ‘sen kim oluyorsun, bu Allah’ın emri’ gibi sert ve müdarasız sözler, doğru da olsa bu durumda sağlıklı netice vermeyebilir. Malum, ‘tatlı dil yılanı kovuğundan çıkartır’ demiş atalarımız. Kısacası hanımın, kocasının meşrû isteklerine daha sıcak yaklaşması, gönlünü hoş tutması onu da yumuşatabilir.
Evet, dinî bir emrin yerine getirilmesi farzdır. Buna karşı olmak tehlikelidir. Örtüye düşmanlık etmek -Allah korusun- insanı dinden çıkarır. İnkâr etmemekle beraber ‘ben senin başını örtmeni istemiyorum’ demesi ise Allah’a isyandır. Örtünmeyen / başını örtmeyen de günahkâr olur.
***
Hâsılı unutmamak lazım;
Yıkmak kolaydır, hem de çok kolay; ama yapmak zordur. Bu her alanda böyledir. İmarda da, devlette de, millette de, bunların nüvesi-çekirdeği-özü olan ailede de… Şairin dediği gibi,
“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘İşte budur kubbe’ diye
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama ‘Gel kaldıralım’ dendi mi, heyhat, o zaman
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan…”
Yüce dinimiz İslâmiyet biz müntesiplerinden biraz fedâkârlık ister. Böylesine önemli meseleler öyle üç beş günde hallolmayabilir, sabırlı olmak icap eder. Aile hayatı bu, şaka değil. Yıkmamak için azamî gayreti göstermek gerekir.
Rabbimiz celle şânuhu Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Sizinle din hususunda muhaarebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adalet(le muâmele) etmenizden Allah sizi men'etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.” [Mümtehine suresi, 8] O halde iyi düşünmek, adalet-hakkaniyet ölçülerini aşmamak-taşmamak, yıkıcı değil her daim yapıcı olmak lazım.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır.” [Müslim, Sahih, Birr, 149]
“Mü’minlerin iman bakımından en kâmil (tam ve olgun) olanı; ahlâkı güzel olan ve ailesine nâzik davranandır.” [Nesâî, Sünen, Işretu’n-Nisâ, 229; Tirmizî, Sünen, İman, Hadis no: 2612]
“Kadınlara ancak kerîm olanlar ikram ederler (değerli olanlar değer verirler); onlara kötülük edenler ise leîm (kötü) kişilerdir.” [İbn Mâce, Sünen, Edeb, 3; Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 6, Rikak, 22, İ’tisâm, 3; Müslim, Sahih, Akdiye, 11]
Hz. Ali (r.a.) de, “Bir devletin devamı ve bekası ancak adaletle mümkün olur” buyurur. Ailede de böyle. Karşılıklı adaletten, musâmahadan, anlayış ve hakkaniyetten ayrılmamak gerek.
Mütefekkir yazarlarımızdan Cemil Meriç, “Bu ülke yaşanmaz diyenler, bu ülkeyi yaşanmaz hâle getirenlerdir” der. Demek ki ‘bu aile yaşanmaz’ diye feryâd u figân edenler de, asıl o aileyi yaşanmaz hâle getirenlerin ta kendisidir. Kadın olsun erkek olsun, mutlaka dikkat etmeleri gerekir.
Hindli bilge Gandi bu gerçeği, “Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmeleri ('sen haklısın' demeleri) yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir” diye dillendirir. Öyle ise ne koca hanımına, ne hanım kocasına haksızlığı-adaletsizliği reva görmelidir.
Hz. Mevlana da der ki:
“Tohum, toprak içinde gizlendiği, zahmetlere katlandığı için bostan yeşerir, güzelleşir ve olgunlaşır.”
Atalarımız da, “Zahmetsiz rahmet olmaz” demişlerdir.
Yani; Allahu Teâla tarafından kula gönderilen rahmet-bereket, kulun göğüslediği zorluk ve sıkıntılara göre artar ya da eksilir. Hiç kimseye hak etmediği birşey verilmez.
Sıkıntı çekilmeden, uğraşılmadan, istenilen sonuç hâsıl olmaz.
Her nimetin bir külfeti vardır.
Sıkıntı çekmeden, bazı fedakârlıklarda bulunmadan, yorulmadan hiçbir şey elde edilemez.
***
En başta Rabbimizin (c.c.) mübarek kelâmı, Rasûlünün (s.a.v.) hadis-i şerifleri olmak üzere, onları tâkiben naklettiğimiz diğer güzel sözlerin de herkese ders ve ibret olması dileğiyle…