Selamün Aleyküm Hocam…….

Soru: bilal tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim; bilmukabele bizden de hayır-dualar…

Hususiyet arzettiği için yayınlamadığımız sorularınızı umumi çerçevede bir nebze de olsa cevaplamaya çalışalım. Teferruatını ise yakın çevrenizdeki hocaefendilerle konuşup halledersiniz. Usûl ve âdâba muvafık olan budur. Bâhusus hatimleri-sohbetleri de ihmâl etmeyiniz. Sohbet, râbıta ve hatimlerin fazileti başlıklı bu cevabî yazıyı da içindeki linklerle birlikte iyi bir gözden geçiriniz. 

1. Nafile ibadetlerin kazası olmaz. Zikir-fikir, evrâd u ezkâr… gibi manevi vazifelerin hepsi bu tasnife dahildir. Binaenaleyh bu noktada aslolan; denileni denildiği gibi, anlatılan zaman ve zemininde yapmaktır. Yapamadığında, ondan elde edeceğin, ecirden / sevaptan, manevi tekâmül ve terakkîden mahrumiyet söz konusudur. Tabiri caizse, ihtiyacın olan manevi enerjiyi tamamlayamamış, depoyu ikmâl edememiş olursun. İbadet, taat ve Allah yolundaki hizmetlerle alakalı aşk ve şevkinde bir azalma; günahlardan kaçınma hususunda bir gevşeklik ârız olmaya başlar. Bu eksiği tamamlamak için aradaki boşlukları iyi değerlendirmek, bir fazla sa‘y u gayret göstermek iktiza eder. İkinci maddede sorduğun ve anlatmaya çalıştığımız vaziyet, işte tam da bu eksikliğin telafisiyle alakalı bir muameledir. Lakin ikisini birbirine karıştırmamak lazım. Asıl ayrı, fer’i ayrıdır.

2. Rabıta, zikir-fikir, tesbihat ve dua için farklı ve faziletli zamanlar vardır. Bunlardan biri de farz namazların akabindeki o kıymetli andır. Bir gün Rasûlullah Efendimiz’e (s.a.v.) şöyle soruldu:

Yâ Rasûlallah! Hangi duâ makbuldür?” Efendimiz (s.a.v.),

Gecenin son yarısında ve beş vakit farz namazların arkalarında yapılan duâlar makbuldür.” [Tirmizi, Dua, Bâb, 79, Hadis no: 3499; Nevevî, el-Ezkâr, 66-67] buyurdu.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) diğer bir hadis-i şeriflerinde ise buyurmuşlardır ki: “Bir farz namazı kılan kimsenin bir makbul duâ hakkı vardır. Kur’ân’ı hatmeden kimsenin de bir makbul duâ hakkı vardır.” [Taberânî, Câmiu’s-Sağîr, 4, 1576]

Mü’minler, özellikle maneviyat erbabı kişiler, namazdan sonraki tesbih, tahmid, tekbir, tehlil ve duaya riayet ettikleri gibi, bunların akabinde feyz-i Muhammedî’nin menşei ve menbaı olan râbıta-i şerifeyi da ihmâl etmezler. Kısa süreli de olsa istifade ve istifazadan geri kalmazlar. Bu hâl, tasavvuf yolunun âdabındandır. Bir nevi zahirle bâtını tefrik eden tefekkür usûlüdür. O bakımdan bir nebze / bir lahza da olsa o anları boş geçmemek, gafletle harcamayıp değerlendirmek gerekir. Ancak bu ve benzeri kısa süreli ikmâlleri, günlük vazifeyle karıştırmamak icap eder. Yani bunlar manevi bakımdan bir nevi ekstradır / ilavedir / fazlalıktır / güzeldir, ama ihmâl edilip zamanında yapılmayan / yapılamayan asl’ın yerini tutmaz, onun boşluğunu doldurmaz. 

Go to top