Sayın hocam  Usül olmadan vusül olmaz diye kelam eder hocalarımız. Bunun anlamını tam anlamıyla idrak edemedim bunu biraz açar mısınız? Tabi şuna da değinicem açıklarken sakal bırakmamamız(sünnet olmasına rağmen ki neden bir sünneti yapmıyoruz bunu da açıklarsanız mesud olurum) yada lacivert takke takmamız gibi birtakım usüllerimizle bağdaştırarak anlatırsanız çok daha aydınlatıcı olur umudundayım. Şimdiden teşekkür ederim.. 

Soru: Ceyhun tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

“Sayın” kardeşim;

1. Evet, “Usül olmadan vusül olmaz” ya da başka ifadeyle “Usûlü terk (zâyi) eden vusûlden mahrum olur”. Bu söz hem zâhirî, hem bâtınî alanda bir düsturdur, hocalarımız da sık sık hatırlatırlar. Yani bir işte gayeniz-maksadınız cidden hedefe ulaşmaksa şayet, o işle ilgili usûlü bilmeniz ve uygulamanız şart.

Bunun nesini açıp açıklayacağız ki?

Her işin, her mesleğin kendine hâs usûlü / usûlleri vardır. Hatta her ilmin de kendine hâs usûlü olur mâlumunuz.

Kezâ tasavvufta usûl çok çok önemlidir. O bakımdan denilmiştir ki;

Müridin fıkhı mürşidinin amelidir”. Mürşidi hangi görüşte ise ve hangi içtihatlara nazaran amel ediyorsa, mürid de ona uyar, onun yolunu takip eder...

*** 

Peki ‘usûl’ nedir?

Bir maksada erişmek için takip edilen düzenli yöntem, tutulan yol, tarz değil midir?

Evet.

O halde bunun sakala değinmekle, takke rengine dokunmakla ne gibi bir alakası olabilir?

Lâfı eğip bükmeden, doğrudan söylesen daha güzel ve daha dürüstçe olmaz mı?

Dünyada takriben 2 milyara yakın Müslüman var. Bunların sakallısı da, sakalsızı da, hatta bıyıklısı-bıyıksızı da var mı?

Var.

Öyle değil mi?

İslâm’ın da emirleri var, nehiyleri var… Haramları-mekruhları, bunlar arasında şüphelileri de var. Emirlerin içinde farzlar olduğu gibi vacipler ve sünnetler de var. Biz bunların tamamına fıkıh lisanında kısaca ne diyoruz: Efâl-i mükellefîn değil mi?

Peki, sakal bırakmanın hükmü nedir?

Sünnettir.

Sakal hakkında Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), "Müşriklere muhâlefet edin (benzemeyin); sakalları bırakın, bıyıkları kırpın / kısaltın" buyurmuştur. [Buhârî, Sahih, Kitâbu’l-Libâs, 63-34]

Bu ve benzeri hadis-i şerifler ile tatbikata bakan cumhûr âlimler, sakalı tıraş etmenin haram olduğu sonucuna varmışlar.

İbn Hacer’in (rh.) beyanına göre, Kaadı İyâz hazretleri sakalı tıraş etmenin mekrûh olduğunu söylemiştir. Aynı mahiyette olan saç boyama emrini yerine getirmenin farz, terkinin ise haram sayılmaması da bu görüşü te’yid eder / destekler mahiyettedir.

Günümüzde bazı âlimler, -mesela Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri ve kimileri- bu sünnetin bir âdet nev’inden bulunduğunu, dolayısiyle sakalı tıraş etmenin mubah bir fiil olduğunu söylemişlerdir. Yani yapılmasında veya terkinde dinî yönden bir mahzûru bulunmayan, mükellefin yapıp yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerden / âdetlerdendir. Oturmak, yemek, içmek, uyumak gibi... Ayrıca mâlum olduğu üzere İslâm'ın değişmeyen / hep aynı kalacak sabitelerinin bulunduğu gibi, zamanın değişmesi ile değişebilecek içtihadî hükümlerin olduğu da muhakkaktır.

Mubah olan bu gibi işlerin ne yapılmasında sevap vardır, ne de terkinde günah olur. Ancak bu fiilleri işlerken mü’min, sünnet-i seniyyeyi düşünür ve o niyetle hareket ederse, o takdirde sünnete uyma sevabını kazanır.

İslâm hukukunda meşhur kaidedir mâlum; “el-Aslu fi’l-eşyâi’l-ibâheti”…  Yani eşyada aslî vasıf, mubah ve helâl olmaktır. Mubahlığın ortadan kalkması için, o şeyin mubah olmadığına dair bir şer`î / dinî delil gerekir. Mubahlığı ortadan kaldırıcı bir delil olmadığı müddetçe, eşya mubahlığını korur.

Helâl ise, yapılması câiz görülen, işlenmesinde dinî yönden hiçbir mahzur bulunmayan şeydir. Helâlin her türlü şâibeden-şüpheden uzak, saf ve temiz olan kısmına ise "tayyib" denir. Her tayyib şey helâldir; fakat, her helâl olan şey tayyib değildir.

Farz edelim ki bir mü’min, ‘Rasûlullah Efendimiz’in şu şekilde sakalı vardı ve dişlerini misvakla temizlerdi… Bu iki davranışı da bağlayıcı ve örnek idi… Ben de bunları aynen uygulayacağım’ dese… Buna inansa ve bu meseleyi böyle değerlendirse, böyle amel etse… Elbette ki o mü’min bundan umduğu neticeyi, sünnete uyma ecrini-mükâfatını alır.

Bir başka mü'min de, ‘Sakal sünen-i zevâidden (zâid sünnetlerden) bir beşerî âdet idi. Misvak da o gün diş temizliği için bulunan ve bilinen en uygun şey idi… Bunlar sünnet-i hüdâ sınıfına girmez; yani  uyulması hidâyet, terki dalâlet olan sünnetlerden değildir. Bugün hem sakal âdeti hem de diş temizleme araçları değişti… Ben sakal meselesinde de, diş temizliği hususunda da günümüzde maksada uygun bulduğum diğer şeyleri de yapar, onu da kullanırım’ dese ve böyle yapsa... Bu mü’min de manevî bakımdan vebâl altına girmiş olmaz, günahkâr sayılmaz. Kaldı ki İslâm fıkhı-hukuku bize, zaruretler karşısında haramların bile -ölçü dâhilinde- mubah olacağını bildiriyor. Hakikaten İslâmî açıdan zarurî bir durum varsa, sünnetin terki niçin caiz olmasın..?

Velhâsıl, sakalını bırakana niçin bıraktın dememek, kesip tıraş olanı da muâhaze ve itham etmemek / kınamamak, azarlayıp tenkitte bulunmamak gerekir. Meselenin özü budur.

Ayrıca şunu da hatırlatmadan geçmiş olmayalım: “Sakal erkeğin zînetidir (süsüdür); kendisine yakıştığı gibi bırakır.

Özetlemek gerekirse, günümüzde sakal, ibâdete değil âdete taalluk eden; uyulması güzel, terki de mubah olan sünnetlerdendir. Terki isâet ve keraheti icap ettirmez. Günümüz Müslümanları arasında bu sünneti îfa edenler olduğu gibi, ihmâl edenlerin de olduğu bir vakıadır. Her sünneti, sünnet olduğuna inanarak işleyen herkes de, hiç şüphesiz o vesileyle şefaate nâil olacaktır.

Sakalla ilgili daha detaylı bilgi için lütfen Arama penceresine sakal yazıp taratınız.

***

2. “lacivert takke takmamız gibi birtakım usüllerimizle bağdaştırarak anlatırsanız çok daha aydınlatıcı olur umudundayım.” türü ima ve ta‘rizlerinize gelince…

Bilindiği üzere  Zevkler ve renkler münakaşa götürmez”. Birileri de bir başka rengi tercih eder, edebilir. Ayrıca tasavvuf usûl ve âdabının  mahza edep ve mütâbaat olduğu da mâlum ve müsellem. Dayanağı da, (Rasûlüm) de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahîmdır[Âli İmrân suresi, 31] mealindeki ayet-i kerimedir. Binaenaleyh hakikat âlimleri, mürşid-i kâmil u mükemmiller de Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) zahiren ve bâtınen vârisi bulunmaları hasebiyle tâbi olunmaya en layık zâtlardır.

Ashab-ı kiramın (r.anhum) Fahr-i Kâinat Efendimize mütâbeatleri nasıl idiyse, maneviyat erbabı da mürşidlerine tâbi olmakta, onlara uymakta aynı yolu takip etmişler... Ellerinden geldiğince onlar gibi yaşamaya çalışmışlardır. Bunda şaşılacak, yadırganacak ne gibi bir durum olabilir? Her insan sevdiğini taklit edip ona uymaya çalışmaz mı? Onu kendisine numûne-i imtisâl (örnek-model) almaz mı?

Alır, öyle değil mi?

Peki o halde geriye tenkit edilecek, hafife alınıp küçümsenecek ne kalıyor?

Hiç bir şey.

Aslında bazı meselelerin tarif ve izaha ihtiyacı yoktur. Çünkü tamamen mâruf ve meşhurdur. Örf ve âdet olarak yaşanan bir şeyin izahına ne hâcet!

Yolun büyüğü / büyükleri / rehberi olan zevât o rengi beğenip kullanmışlar; bir başka renk olmaz, kullanılmaz da dememişler. Demek ki bu da, terki vusûle mâni olabilecek usûl cümlesinden değil. Ama buna uyan da, elbette ihlâsı nisbetinde mütâbaat (uyma) ecrine nail olur.

Nitekim onların müntesipleri, metbûa tâbi olmanın iktizası olarak bunu yapmışlar, takkede de lacivert rengi tercih etmişlerdir.

Ne olmuş yani?

Halbuki bu ittiba istihfaf olunup istihkar edilecek, bıyık altından gülünüp istihza edilecek bir tutum değil, aksine takdir edilmesi gereken bir harekettir.

Bugün milyarlarca insan bir anda herhangi bir şeyi / rengi / tarzı moda haline getirmiyor mu? Asıl üzerinde durulması, tenkide tâbi tutulması gereken bu ne idüğü belirsiz taklitler ve akımlar değil mi!

Binaenaleyh lacivert takke uygulamasının nesi sorulup sorgulanacak, bunun ayrıca izahı gerektirecek bir yanı var mı, olabilir mi?

Mesela Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de bazı renkleri severdi, lakin diğer renkleri de tamamen nehyetmezdi. Ahab-ı kiram da ona olan sevgileri, bağlılıkları nisbetinde onun sevdiklerini sevmeye, onun yaptıklarına uymaya azami gayreti gösterirlerdi. Günümüz insanın aklını-fikrini-mantığını zorlayacak pek çok misâller satırlardadır. Merak edenler şemâil, siyer ve İslâm tarihiyle alakalı sağlam kaynaklara müracaat edebilirler.

Hâsılı, bu meseleye de kısaca bu zaviyeden bakabilirsiniz. Hatta bakmanız gerekir.

Biraz lâfı uzattık ama, umarım sizin deyiminizle “çok daha aydınlatıcı” olmuştur.

*** 

Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm;

Bize tevcih ettiğiniz sorulara aldığınız samimi cevaplardan dolayı rahatsız olup bunları dile dolamanın, lüzumsuz ve anlamsız bir şekilde mevzu edip, bir topluluğu ithama yeltenmenin ahlâken doğru bir yanı olabilir mi?!

Lütfen, rica ediyorum; bu niyetle ve bu tarz ve üslupla devam edecekseniz, bize yazmaktan vaz geçin derim. Cidâlden çekindiğim için değil, fakat haklı da olunsa bu tür münazaraların kazananı yoktur, onu bildiğim için… Değilse lûgatimde ‘yılmak’ kavramı yoktur. Bunun da bilinmesini isterim.

Selametle…

Go to top