Mâlikilerde özür sahibinin durumu..?

Soru: Yilmaz tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap

*******

Selamün aleyküm.

Özür nedir ve sahib-i özür kime denir?

Lûgatte “bir kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mâzeret, sakatlık, bozukluk, eksiklik, kusur” anlamlarına gelen özür; dinen veya hukuken meşrû sayılan mazeret manasında fıkıh tabiridir. En yaygın kullanıldığı mevzuların başında abdesti bozan haller gelir.

Fıkıhta zorluğun giderilmesi esasından hareketle özür sahibi kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için hususi hükümlerle kolaylıklar sağlanmış, normal hallerde abdesti bozulmuş sayılacak kişinin, bu durumda abdestli olduğu var sayılarak vaktinde ve kolaylıkla ibadet etmesine imkân tanınmıştır.

***

Mâlikîlere göre özür sahibinin durumu

Mâlikîler’in bir kısmına göre namaz vaktinin, diğer bir kısmına göre günün yarısında veya çoğunda mazereti devam eden kişi özür sahibi sayılır. Yine Mâlikîler’e göre özür sahibinin her vakit için ayrı abdest alması vâcip değil müstehaptır.

Bir kimsede, idrar, gâita, istihaza, yellenme hastalığı gibi, sürekli bir akıntı-sıkıntı olursa bu kimse özürlü sayılır. Bu sürenin ölçüsü ise, en az bir vakit namazın yarısına tekabül edecek bir zaman dilimidir.

Özürlü kimsenin, böyle devam eden bu özrü şayet namaz vaktinin başında biraz duruyorsa, namazını hemen vakit girer girmez kılması, yok eğer özrü namaz vaktinin sonlarına doğru -bir süreyle de olsa- ortadan kalkıyorsa, namazını o zamana ertelemesi vaciptir.

Özürlü kimsenin söz gelimi, hastalıktan ötürü devam eden idrarından veya diğer akıntılardan dolayı abdesti bozulmaz. Bu sebeple özürlü kimsenin her namaz için abdest alması vacip değil, müstehaptır.

Ancak hastalıktan değil de normal idrarını yaparsa abdesti bozulur. [Bkz. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, I, 290-291]

Özür süresi, bir vaktin yarısı veya daha fazlasını kapsıyorsa, her namaz için abdest almak müstehap ise de, şayet  bu özür namazın bütün vaktini kaplayacak şekilde devam ediyorsa, abdest almak artık müstehap da olmaz. [Bkz. Şeyh Derdîr (Ebu’l-Berekât Ahmed b. Muhammed b. Ahmed ed-Derdîr el-Adevî, v. 1201/1786), eş-Şerhu’l-Kebîr, 1, 117] 

Özürlü kabul edilen kimsenin her namaz için abdest alması gerekmediği gibi, ilgili hastalıktan ötürü kendisine bulaşan pisliği yıkaması da şart değildir. [Bkz. Fıkhu’l-İbâdât, Şâmile, 1, 139]

***

Diğer mezheplerin görüşleri hakkında açıklama

Hanefî mezhebinde başlangıçta bir farz namaz vakti süresince devam eden, bundan sonra da her namaz vaktinde en az bir defa meydana gelen ve abdesti bozan bedenî rahatsızlıklara özür, bu durumdaki kişiye ma‘zûr veya “sâhib-i özür” denir. İdrar yahut dışkısını tutamayan, burnu veya vücudundaki yarası sürekli kanayan, devamlı kusan, vücudundan irin, iltihap yahut sarı su gibi mâyi akan kişi, âdet veya lohusalık dışında bir hastalık sebebiyle kanı veya akıntısı durmayan kadın özür sahibi sayılır ve abdest hususunda özel hükümlere tâbi olur.

Bazı böbrek rahatsızlıklarında olduğu gibi tıbbî cihazlara bağlı olarak tedavileri yapılan hastalar da tedavileri süresince özür sahibi kabul edilir.

Bir kimsenin özür sahibi kabul edilebilmesi için mevcut özrün bir farz namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılabilecek kadar kısa bir süre dahi olsa kesilmemesi ve bundan sonra da her namaz vaktinde en az bir defa aynı durumun meydana gelmesi gerekir. Aksi takdirde özür hali sona ermiş sayılır. Özür sahibinin abdesti, vakit içerisinde kendisini özür sahibi kılan sebebin dışında abdesti bozan hallerden biri vuku bulmadıkça bozulmaz.

Hanefî mezhebinde sahih kabul edilen görüşe göre özür sahibi kimsenin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla da bozulur. Özür sahibi olanlar her namaz vakti için ayrı abdest alır, özür devam ederken o vakit içinde aldığı abdestle onu bozan başka bir durum meydana gelmedikçe diledikleri kadar farz ve nâfile namaz kılabilirler.

Ayrıca özür sahibi abdestli iken Kâbe’yi tavaf edebilir, Kur’an okuyabilir.

Özür sahibi kimsenin çamaşırına idrar, kan, irin ve akıntı gibi necis şeylerin bulaşması halinde bunlar, miktarı ne kadar çok olursa olsun özür devam ettiği sürece namazın sıhhatine engel teşkil etmez. Özür sahibi kimse kirlenen yerleri tekrar temizlemekle veya çamaşır değiştirmekle de mükellef tutulmaz. Ancak bu necis maddeler aralıklarla geliyorsa veya kişinin çamaşırına tekrar bulaşmayacaksa bunların yıkanması gerekir.

Özür sahibi kişi, özür sahibi olmayanlara imamlık yapamaz.

Hanefî mezhebi dışındaki mezhepler bu mevzuyu “seles, el-hadesü’d-dâim” gibi tabirlerle ele almışlardır.

***

Şâfiî ve Hanbelîler’e göre, özür sahibi olabilmek için abdesti bozan halin sürekli olması gerekir; eğer kişi abdest alıp namazını kılacak kadar bir süre temiz durabiliyorsa özür sahibi sayılmaz.

Şâfiîler’e göre özür sahibinin ister kazâ ister edâ olsun her farz namaz için ayrı abdest alması gerekir.

Hanbelîler’e göre özür sahibi aldığı abdestle dilediği kadar farz veya nâfile namaz kılabilir; ancak abdestten sonra özür sebebi olan maddenin çıkması halinde her vakit için ayrı abdest alması gerekir.

Özür sayılan çeşitli durumların namazın kılınışı, cuma ve cemaat namazlarına gitmeyle ilgili hükümlere de tesiri vardır.

Geçerli bir mâzeret sebebiyle ayakta namaz kılamayan kimse oturarak kılar. Ayağa kalkınca ağrı ve hastalığın artması, akıntı, düşman tarafından görülme ihtimali gibi sebepler de böyledir. Hastalık, can güvenliğinin bulunmaması gibi mâzeretlerin varlığı halinde farz olan cuma namazı kılınmayabilir; bu durumda öğle namazı kılınır.

Farz namazların cemaatle kılınması üzerinde önemle durulmuş, hatta bazı âlimlerce vâcip sayılmış olmakla birlikte bu da çeşitli mâzeretlerle terkedilebilir. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) can güvenliğinin bulunmayışını, hastalığı, sefer halinde iken gece karanlığını ve yerin çamurlu olmasını cemaate gitmemek için geçerli mazeretlerden saymış, fukaha da bundan hareketle bu mevzuda mâzeret sayılabilecek durumları geniş biçimde incelemişlerdir.

Oruçla ilgili mazeretlere gelince, Kur’ân-ı Kerîm’de [el-Bakara, 184, 185] hastalık ve yolculuk hallerinin orucu ertelemeyi meşrû kılan gerekçeler olduğu belirtilmiştir. Başka deliller ve genel umdeler/prensipler ışığında bunların açılımı mahiyetindeki bazı durumlar da ramazan orucunun ertelenmesi veya başlanmışsa bozulması için geçerli birer mazeret sayılmıştır. Bu durumlarda kişi tutamadığı oruçları daha sonra kazâ eder.

Borçlar hukukunda akdin ifasının süreyi gerektirdiği hallerde, kısmen müzâraada, özellikle -günümüzde kira ve iş akidlerine tekabül eden- icârede, akdin sürdürülmesinin kiracı / işveren açısından öngörülmeyen ve bizzat akid sebebiyle hak edilmeyen bir zarara yol açması durumunda, Hanefîler’ce zarara uğrayan tarafa akdi feshetme hakkı tanınmış ve bu durumlar özür kavramiyle ifade edilmiştir. Fukahanın ekseriyeti ise bazı münferit meselelerde kaide dışına çıkmakla birlikte mâzeretleri umde olarak fesih sebebi kabul etmez. Hanefî fukahasınca geliştirilen, mâzeret sebebiyle akdin feshi telakkisi ‘modern hukuk’taki ‘beklenmeyen hâl’ teorisinin temelindeki mantıkla benzerlik taşır.

Âmâ ve topal gibi engellilerle hastaların cihaddan ve güç yetiremeyecekleri diğer vazifelerden muaf oldukları Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edilmiştir. [en-Nûr, 61; el-Feth 17]

Ayrıca Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.) özellikle âmâ sahâbî İbn Ümmü Mektûm’la (r.a.) ilgili söz ve uygulamaları özürlülerle ilgili çeşitli hükümlere açıklık getirmiş, meselâ bu gibi kimselerin idarecilik ve imamlık yapabilecekleri, buna karşılık savaşa iştirak etmekten muaf oldukları bildirilmiştir. [Bkz. TDVİA, ilgili madde]

Go to top