Cenazeye gusül abdesti aldırmanın hükmü farz-ı kifaye mi, yoksaü farz-ı ayn mıdır?

Soru: Abdullah Güler tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap

*******

Selâmün aleyküm.

Ölen bir mü'minin teçhiz ve tekfini, yani yıkanıp kefenlenmesi, namazının kılınıp defnedilmesi, geride kalan Müslümanlar üzerine farz-ı kifâye hükmünde bir vazifedir. Bunda aynı zamanda ölüyü tertemiz bir şekilde yolcu etme gayesi vardır. Bu vazifeyi, Müslümanların bir veya birkaçı yapınca, diğerleri de sorumluluktan kurtulmuş olur. Ama hiç kimse bu vazifeyi yapmazsa hepsi mes’ul olurlar.

Ölüyü yıkayıp kefenleyerek namazını kılmak ve toprağa gömmek şeriat-ı kadîmedendir (önceki şeriatlerin ahkâmındandır). Übeyy b. Ka'b'dan (r.a. v.21/642) rivayet edilen bir haberde bildirildiğine göre, atamız Âdem aleyhisselam vefat edince, melekler Cennet’ten getirdikleri kefen ve kokularla geldiler ve Hz. Âdem'i yıkadılar, kefenlediler, güzel kokular sürdüler. Sonra namazını kılıp, kazdıkları mezara yerleştirdiler ve üzerini kerpiçle kapatarak toprakla düzlediler. Bu işleri tamamladıktan sonra Hz. Âdem’in oğullarına;

"Ey Âdemoğulları, bu yaptığımız, sizin sünnetiniz olan şeriatınızdır. Bundan sonra ölülerinizin cenaze merasimini ve defin işini bizden gördüğünüz gibi yapın" dediler.

Hz. Âdem’den bu yana gelen bütün ilâhi şeriatlerde ölülere aynı muamele yapılmaktadır.

Nitekim Şerîat-ı Muhammediyye’nin mübelliği Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) da ölümünden sonra Müslümanın yıkanmasının, ölenin sağ kalan Müslamanlar üzerindeki haklarından biri olduğunu belirtmiş… Ve geride kalan Müslümanların ölen kardeşlerine karşı bu son vazifelerini yapmalarını emrederek nasıl yapılacağını da öğretmiştir. Mezhep imamlarımızın ve sair müctehidlerimizin hepsi de, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bu emri sebebiyle, ölünün teçhiz ve tekfininin, namazının kılınıp defnedilmesinin farz-ı kifâye olduğunda ittifak etmişlerdir.
***

Mevzu ile alakalı Asr-ı Saadet’ten bazı örnekler

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde, sahabe hanımlara onu yıkamalarını söyledi ve şöyle buyurdu: "Onu üç veya beş defa yıkayınız. Yıkamaya sağ tarafından ve abdest a’zâlarından başlayınız. Yıkama işini bitirdikten sonra bana bildiriniz."

Yıkandıktan sonra Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) bildirdiler. Efendimiz (s.a.v.) kendi gömleğini verdi ve "Bunu kızıma iç gömleği yapınız" buyurdu.

Cenazenin yıkanmasında hazır bulunan Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) zevcesi Hz. Hafsa (r.anha), "Biz Rasûlullahın kızının saçını çözdük, yıkadık, taradık ve üç örgü yaptık" diyerek bir başka işlemi anlatır.

Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.), zât-ı âlileri de vefatından önce sahabilere kendisini yıkamaları hususunda şu talimatı verdi: "Öldüğüm zaman beni Gars isimli kuyumdan yedi kırba suyla yıkayınız!" buyurdu.

Efendimizin mübarek na’şlarını (s.a.v.) bizzat kendi eliyle yıkayan Hz. Ali (r.a.), bedeninde en küçük bir leke bulamadı ve hayranlığını şu sözleriyle dile getirdi: "Babam sana feda olsun! Sen çok temizsin. Diri iken de temizsin, ölü iken de temizsin."

Hâsılı, cenazenin yıkanması bu şekilde dinin ikinci ana bir kaynağı olan Sünnet’te yer alıyor ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) verdiği talimata göre uygulanıyor.

Ölünün yıkanması Müslümanlar'ın üzerinde hak olan bir vazife olmakla birlikte aynı zamanda Allah indinde ecri-sevabı büyük bir ameldir. Bu sevabı Efendimizin şu (s.a.v.) şu mübarek sözlerinden öğreniyoruz: "Kim bir ölüyü yıkar, onu kefenler, kefenine güzel koku saçar, cenazesini taşır, üzerinde namaz kılar, gördüklerini ölü aleyhine yaymazsa, anasından doğduğu gün gibi hatalarından kurtulmuş olur."

Ölünün elbisesi soyulup yıkamaya hazırlanırken ve yıkama esnasında, insanlık icabı bazı halleri görülebilir. Görülen bu hallerin başkasına anlatılmaması hususunda Rasûl-i Zîşân Efendimizin şöyle bir ikazı vardır: "Ölülerinizi güvendiğiniz kimseler yıkasın."

Peygamberimizin (s.a.v.) anlattığı ve öğrettiği şekliyle bakıldığında cenazeye tam bir gusül abdesti aldırılıyor. Burada öne çıkan en önemli nokta, bu işlemin bir sünnet, bir ibadet ve dinde belirlenen bir vazife olmasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere ölünün yıkanması / ona gusül abdesti aldırılması, bu yönüyle farz-ı kifayedir. Bu vazifenin yapılmaması, bir farzın terk edilmesi olacağından bütün Müslümanlar mes’ul oluyor. Fakat birkaç kişinin bu işi yerine getirmesiyle herkesin üzerinden mes'uliyet kalkıyor.

Allahu Teâla, vefat eden her insanın ne hal üzere olduğunu biliyor, bunda şüphe yoktur; ancak dünyasını değiştiren bir Müslüman'ı yeni ve sonsuz bir âleme uğurlarken, maddî olarak dünya kirlerinden temizleyip öyle yolcu etmek elbetteki güzel bir ameldir.

Bu arada manevî kirlerden temizlenmesi, bağışlanması, ulvî derecelere nail olması için de dua etmek, onun için sadakalar vermek, ruhuna Hatimler, Fatiha’lar göndermek, Yâsin’ler okuyarak kabrinin nurlanmasına yardımcı olmak da İslâm’ın ve Müslümanların çok hoş, pek güzel âdet ve davranışlarındandır.

Go to top