İmam Gazâlî (rh.) ve felsefeciler...
Selamun Aleyküm Hocam. Kadir geceniz Mübarek Olsun.
Hocam, İmamı Gazalinin felsefe hakkında bir yazısı vardı, Fazilet takiminde seneler önce… O yazıyı bulamıyorum. Lütfen o konuda bilgilendirir misiniz? Tşkr ederim.
Soru: Halit Vatansever tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap.
*******
Ve aleyküm selam. Bilmukabele sizin de Kadir geceniz mübarek olsun. Dualar eder, dualarınızı bekleriz.
Bahsettiğiniz yazı, Fazilet takvimi 2000 yılı 9 ve 10 Şubat tarihlerinin arka yüzünde yayınlanmış idi. Aynen iktibas ediyorum. İnşaallah bundan sonraki merak ettiğiniz yazıların tarihlerini unutmaz, bizi de daha fazla uğraştırmazsınız.
***
9 Şubat 2000:
İmam Gazâlî (rh.) ve felsefeciler... (1)
İmâm Gazâlî rahımehullah (v. 1111) hazretleri, “Tehâfütü’l-Felâsife” (Feylesofları Hırpalama veya Feylesoflara Hücûm) isimli eserinde, felsefecileri tenkid ve teşrih masasına yatırır. Hatta bunlardan Fârâbî ve İbn-i Sînâ’yı, birkaç mes’eleden dolayı tekfîr eder. Buna, kendisinden 77 yıl sonra İbn-i Rüşd cevap verir. Onun eserinin ismi ise, “Tehâfütü’t-Tehâfüt”tür. Yani, “Hücûma Hücûm veya Saldırıya Saldırı ile Cevap Verme”dir.
İmâm Gazâlî hazretleri ile İbn-i Rüşd arasındaki bu münâzara, uzun bir aradan sonra (yaklaşık iki buçuk asır) yeniden ele alınır. Fâtih Sultan Mehmed Hân (k.s.) hazretleri tarafından, tam 10 bin dirhem mükâfatlı bir müsâbaka tertip edilerek, bu münâzarada İmâm Gazâlî’nin mi, İbn-i Rüşd’ün mü haklı olduğunun ortaya çıkartılması istenir. Müsâbakaya devrin önde gelen âlimlerinde Hocazâde (ö. 1487) ile Ali Tûsî (ö. 1482) katılmış ve müsâbaka hey’eti yarışmayı, İmâm Gazâli hazretlerinin haklıllığını isbat eden Hocazâde’nin eserinin kazandığını îlan etmiştir. Bununla beraber Hz. Fâtih, her ikisine de aynı miktar parayı mükâfat olarak vermiştir. Biraz tuhaf gibi gelecek ama, Kâtip Çelebi’nin rivâyetine göre, Hocazâde’ye 10 bin dînarlık mükâfatın üstüne bir de katır hediye edilmiş... Bunu öğrenen Ali Tûsî ise, gücenerek İstanbul’u terk edip İran’a dönmüştür.
“Tehâfüt” münâkaşa ve münâzarları, ecdadımız Osmanlı’da bununla son bulmamıştır. Nitekim Yavuz Sultan Selim Hân (rh) devrinin meşhur Şeyhulİslâm’ı Kemâl Paşazâde rahımemetullahi aleyh (v. 1533), “Hâşiyetün alâ Tehâfüti’l-Felâsife” adıyla Hocazâde’nin eserine bir hâşiye yazmış... Hemen hemen aynı yıllarda yaşamış olan Karabâğî merhûmun (v. 1535) da, Hocazâde’nin eserine yazdığı “Ta‘lîkât”ı vardır. 18. yüzyılda ise, Mestçizâde rahmetullâhi aleyh’in (v. 1735) eserinden neredeyse bir buçuk asır sonra Sultan II. Abdülhamid Hân cennet mekânın (r.aleyh) emriyle İmâm Gazâlî hazretlerinin “Tehâfüt”ü Türkçe’ye terceme edilmiştir. Böylece 11. yüzyılda başlayan bu münâzaranın, 19. yüzyıla kadar nasıl bir “devam zinciri” içerisinde yoğrulduğunu ve pâk ecdadımız Osmanlı’da kelâm-felsefe mücâdelesinin durmadığını Tehâfüt münâkaşalarından da anlayabiliyoruz. Bugünü ise anlatmaya gerek yok, zâten yaşıyoruz. [Devamı yarın]
GÜZEL SÖZLER:
* Sen konuşma, ortaya koyduğun eserin konuşsun. (Henry J. Keiser – Amerikalı işadamı)
* Bir kimse, tırmanmaya istekli değilse, onu merdivenden yukarıya itemezsiniz. (Andrew Carnegie – Amerikalı işadamı)
10 Şubat 2000:
İmam Gazâlî (rh.) ve felsefeciler... (2)
...Evet, Hz. Fâtih’in emir ve tensipleriyle yapılan müsâbakada Hocazâde merhûm, İmâm Gazâlî hazretlerinin haklı olduğunu ortaya koymuş ve mükâfatını almıştır. Allahu Teâlâ sa‘yini meşkûr, amelini makbûl, mekânını cennet eyleyip, Cemâl’i ile de müşerref eylesin.
Tûsî ise, İbn-i Rüşd’ü haklı çıkarmanın bedelini -bu âlemde- İran’a dönerek ödemiştir. Asıl hesap ise, hiç şüphesiz haklının-haksızın mutlak surette ayrılacağı öbür âlemdedir.
Dilerseniz, bu husustaki son sözü İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretlerine bırakalım. O mübârek zât bir mektuplarında, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından bahsederken buyuruyorlar ki:
“Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Ondan başkası için bir kıdem ve ezeliyyet yoktur. Kendilerine güvenilir kimselerin (Ehl-i Sünnet âlimlerinin) hemen hepsi, bu hükümde birleşmişlerdir. Binâenaleyh, kim ki ‘Allah Teâlâ kadîm ve ezelî değildir’ derse, küfre düşmüş olur. Bu ecilden dolayı İmâm Gazâlî rahımehullah, İbn-i Sînâ ile Fârâbî’yi ve benzer îtikatta bulunan diğer felsefecileri tekfîr etmiştir. Zira bunlar; akılların, nefislerin, heyûlânın, sûretin kadîm olduğuna kâildirler. Hatta semâların da içindekilerle birlikte kadîm olduklarını söylemişlerdir...” [Fazilet Neşriyat, İstanbul 1998, 1/266, s. 394, yeni dizgi-yeni baskı]
Sözün özü; İslâm’da felsefe yoktur, tefekkür vardır, akâid ve kelâm ilmi vardır. O bakımdan “İslâm felsefesi” tâbiri ne kadar yanlışsa, “İslâm filozofu” da o derece yanlıştır. Zira Müslüman filozof olmaz, olsa olsa mütefekkir olur, hatta olmaya mecburdur; çünkü tefekkürle memurdur.
Rabbimiz celle celâlühû, cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i, felsefe bataklığına düşmekten muhâfaza buyursun. Åmîn...