Muhterem Hocam;

Cevabınız için teşekkür ederim. Mehmet Akif'in, Safahat'ındaki Cenab-ı Allah'a isyan sözleri içeren şiirlerini 'Naz makamında' söylediğini söylüyorlar; bunu böyle kabul edebilir miyiz, yoksa gençliğinde İttihatcilar'ın safinda olduğu dönemde söylediği sözlerden mi kabul etmeliyiz? Bildiğim kadarıyla o dönemde İttihatçı safinda olan birçok şair-yazar sonradan nedamet duyup (Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi) Abdulhamit Han hazretlerine özrünü bildiren şiirler yazdilar.. Acaba Mehmet Akif Ersoy'un da sonradan nedamet duyup sözlerini tekzip ettiği vaki mi?

Selam ve dua ile

Kemal

*******

Öncelikle Abdülhamid Han Cennet mekân hazretlerinden bahsedelim... Onu tanımaya, onu anlamaya çalışalım ki, meseleyi doğru vaz’etmiş olalım… Tarihçiler, şairler, yazar ve edebiyaçılar, devlet adamı hüviyetindeki önemli bazı şahıslar onun için neler söylemiş… Onları görelim.

***

Tarihçi-yazarlarımızdan Yılmaz Öztuna 23 Mayıs 2006 tarihli makalesinde şunları yazmış: “31 Mart 1909 ayaklanması, BIS (British Intelligence Servis) tarafından tertiplenmiş, imparatorluk politikasında henüz çok toy olan İttihatçılara icra ettirilmiş, iğrenç bir eylemdir. Hedef, Sultan Abdülhamîd’i tahttan indirmekti. Maksat hâsıl oldu.”

***

Lozan’da II. Murahhas aza olan meşhur Dr. Rıza Nur da Sultan Abdülhamid’e karşı çıkanlardan… Hatta hatıralarında Sultan Abdülhamid Han aleyhine yer yer ağır ifadeler kullanır. Buna rağmen Cumhuriyet dönemini anlatırken şunları yazmaktan da kendini alamamış: “Hürriyet imha edildi. Yeni bir zulüm ve istibdad dönemi başladı. Bu zulüm ve istibdad Abdülhamid’inkinden de İttihatçılarınkinden de dehşetli oldu. Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı? Hiç… Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalışmıştı. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor.” [Bkz. Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967, 4, 1503]

“İttihatçıların halini görünce Abdülhamid aleyhine çalıştığıma utanmış, ne büyük günah işlemişim demiştim. Bunu görünce Abdülhamid’e de İttihatçılara da rahmet okuyor, aleyhlerine çalışmakla ettiğim günahların affını Allah’dan diliyorum.” [Bkz. Dr. Rıza Nur, a.g.e., 4, 1513]

***

Rıza Tevfik de Sultan Abdülhamid Han’ın muarızlarından, ona şiddetle karşı çıkanlardan… Bizzat kendi ifadesiyle, “31 Mart” komplosunu tertipleyenlerden biri... Seneler sonra Sultan Abdülhamid’den özür dileyen bir şiir yazmış… Necip Fazıl Kısakürek bu şiiri 1947′de Büyük Doğu’da yayınladığı için bir süre hapis yatmış... Şiirin asıl sahibi Rıza Tevfik’in hastane yatağında şunları söylediği naklediliyor: “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyla aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tespit gayesiyle yazdım. 31 Mart Vakası’nı tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.” [Bkz. Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 15. Baskı, 1992, s. 140]

Evet, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın aleyhinde faaliyet gösteren güruhun elebaşılarından biri olan feylesof Rıza Tevfik, devlet elden gidince o korkunç pişmanlığını dile getiren, söz konusu “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhâniyetinden İstimdat” adlı mersiyesinde şöyle feryad ediyordu (Önemine binaen aşağıya aynen aktarıyorum):

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.

“Pâdişah hem zâlim, hem deli” dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz “belî” dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!

Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler secde ettiler.
Tükürün onların pis külâhına.

Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstahına.

Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyanet yerde süründü,
Türk’ün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh’ına.

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

***

Vaktiyle İttihat ve Terakki Fırkası’nın içinde Abdülhamid Han’a düşmanlık eden Süleyman Nazif de pişmanlığını aşağıdaki şiiriyle dile getirmiş:

Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht u tâç,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

***

Sultan İkinci Abdülhamid Han 1905 yılının Temmuz ayında Ermeni komitacıların kendisine teptiplediği bir suikast girişiminden, 1 dakika 42 saniyelik bir gecikmeyle kurtulmuştu… Şair Tevfik Fikret ise bunun üzerine Ermeni komitacılara olan sitemini ve Padişah’a olan kinini şu şiiri ile kusmuştu:

“Ey şanlı avcı, dâmını bî-hûde kurmadın!
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Dursaydı bir dakikacağız devr-i bî-sükûn
Yahut o durmasaydı, o iklîl-i ser-nigûn
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş
Lâkin tesadüf… Ah o kavîler münâdimi,
Âcizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
Kurtuldu; hakkıdır, alacak, şimdi intikam;
Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini!”

Daha sonraları Tevfik Fikret, pişmanlığını İttihat ve Terakki düşmanlığı ile gösteriyor ve bu duygularını o çok meşhur olan “Hân-ı Yağma” isimli şiiri ile anlatmaya çalışıyordu:

Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor – şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muhtazır
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir
Şu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı zi-safa sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var
Bu sofra iltifatınızdan işte ab ü tab umar
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malini
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

*****

Gelelim şimdi de asıl sorunuz olan Millî Şarimiz'in durumuna

II. Abdülhamid Han’a karşı çok ağır laflar edenlerden birisi de, hiç kuşkusuz, İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy'dur. Safahat’ında, ağza-kaleme alınamayacak hakaretler vardır… Bırakınız Halîfe-i Müslimîn’e, sıradan bir Müslümana bile edilemeyecek sözler, ithamlar mevcuttur. Hal böyle olunca, atalarımızın dediği gibi “Mızrak çuvala sığmıyor”… Örtülüp kapatılması, te’vil edilmesi de mümkün olmuyor maalesef! İşte birkaç örnek:

*Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi! (s. 422)

* İstibdat isimli şiirinde:
“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e”

"Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer"
(s. 402)

"Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid
Âl-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid"
(s. 415)

Üzülerek ifade edelim ki; Safahat incelenirse bunlara ilaveten; “korkak, baykuş, merkep, hayvan, zâlim, mel’ûn” gibi ağır hakaretlerle karşılaşmak mümkündür.

Görüldüğü üzere, Mehmet Akif bey başta olmak üzere, ne bu sözlerin sahipleri Nâz ve Niyâz makamında birer velidir, ne de söyledikleri o kategoriye girer. Olsa olsa gençliğin, delişmenliğin, tecrübesizliğin, âdap ve erkândan yoksunluğun bir tezahürü… Ve de o karanlık-puslu dönemin, iç ve dış tuzakların gafilce ağına düşmek, oyununa gelmek olarak değerlendirebiliriz.

Allah’a isyanı çağrıştıran sözleri de malumunuz… Nitekim bunlardan birinde şöyle diyor:

Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede ma’nâ?
Zâlimleri adlin, hani, öldürmedi hâlâ!

***

Ayrıca Muhammed Abduh hayranlığı gene bilinen bir gerçek…

Tabii ki hataları olcak; peygamberlerin (aleyhimüsselâm) dışında masum olan insan yoktur elbette... Bizim, onun hatalarını işaret etmemiz, kötüleme-karalama değildir tabii ki. İyi yönlerine de bakar, o noktada örnek alabiliriz... Önemli olan; doğruyu eğriden-yanlıştan ayıklayabilmek, iyi ile kötüyü birbirine karıştırmamak olmalı değil mi?

Lakin şu da bir gerçek ki; Mehmet Akif, Abduh gibi Mason birilerini övüyor… Gerçi övmesinin sebebi, Abduh’un reformist bir din adamı olmasıdır. O bakımdan farz edelim; hadi Abduh’un Mason olduğunu anlamadı, fark edemedi… Peki dinde reform istemesine, maruz kalınan sıkıntılar karşısında Allah Teala’ya isyan etmesine ne demeli?! İslâm’da reform olmayacağını / olamayacağını sıradan bir Müslüman dahi bilir / bilebilir. Çünkü reform, aslını kaybetmiş, bozulmuş olan bir şey hakkında düşünülür, mümkündür. Dolayısiyle bu durumda aslını muhafaza etmiş, sırat-ı müstakim olarak kıyamete kadar devam edecek olan İslâm dininde yapılmak istenen reform değil, deform olmaz mı?

Mehmet Akif iyi bir veteriner-âlim-şair-edib olabilir; öyledir de… Ama görülen o ki; imanî şuur noktasında hayli sıkıntıları olan, o günün ağır sayılabilecek şartlarında heyecanına-coşkusuna, endişe ve zaaflarına yenik düşen bir fert olarak karşımıza çıkıyor… Gerçekten şuurlu bir mü’min olsaydı, Abduh gibi bir kişinin Masonluğunu göremez, idrak edemez miydi? Diyelim ki hadi onu anlayşamadı, peki “dinde reform”un ne demek olduğunun da mı şuurunda değildi?

Hasılı; pek çok insan gibi onun da takdire medar olacak yönleri olduğu kadar, tenkide muhatap olabilecek tarafları da mevcut elbette… Rabbim taksiratını affetsin. Rahmetiyle muamele buyursun. 

***

Evet, Mehmet Akif’in II. Abdülhamid Hân’ı baykuş’a benzettiği, ağır hakaretlerde bulunduğu… Yaşanan sıkıntılar karşısında isyan ettiği… Masonlara muhabbeti ve onların dinde reform tuzaklarına kandığı-aldandığı doğrudur. Bunları inkâr etmek kimsenin harcı olamaz.

Fakat şunu söyleyebiliriz; o devirde, âdeta koyun iziyle keçi izinin birbirine karıştığı o meş’um dönemde, herkesin ya da çoğunluğun düştüğü hataya Mehmet Akif bey de düşmüştür… Bununla birlikte Safahat’ın son bölümlerinden aşağıya aktaracağımız beyitler, onun da pişmanlar sınıfına girdiğini veya en azından ima yollu da olsa bu hislerini anlatmaya çalıştığını göstermektedir:

Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.

Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!

Ayrıca Mehmet Akif bey’in Mısır’dayken, saygı duyduğu yakın dostlarından Yozgatlı Mehmet Efendi’ye söylediği şu sözler, hastalandığı yıllarda II. Abdülhamid Han hakkındaki görüşünü değiştirmiş olduğuna bir delil olarak kabul edilebilir: “Ölmez de iyileşebilirsem, hatıralarını yazmak istiyorum. Hatıralarımda Sultan II. Abdülhamid’e karşı i’tizâr (özür dileme) ve itiraflarım olacak.” [Nakleden: Şemsettin Şeker]

Mehmet Akif'in Abdülhamid Hân'a muarızlığı hakkında ayrıca bkz.

https://www.youtube.com/watch?v=4vgrf6C6bBA

http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=539

https://www.youtube.com/watch?v=eY_kma3UzQA

 

Go to top