Selamun aleykum hocam size yine bazi suallerimle mesguliyet verecegim kusuruma bakmayin.
1. Sorum: Ehli kitap bir bayan ile musluman bir erkegin evliligi mesru oldugunu biliyoruz ama nikâhi nasil kiyilacak ? bu husustaki kriterler nedir ? Mesela o bayan allahin emrini, peygamberimizin kavlini kabul etmiyorsa, Hz. Allaha ve peygamberimize biizm gibi inanmiyorsa nikâhin kiyilma uslu ve uslubu nasil yapilacak ?
2. Sorum: Dari harpte banka faizi ile ile alakali hukmu izah edermisiniz? Dürer'de gecen " Vela riba...." hadisi serifini izah edip kaynagini bildirirmisiniz ? Belcikada ev almak isteyen ama banka kredisinden cekinen kisislere bu kredilerin hukmuyle alakali neler anlatabilirz ?
3. Sorum ilmi ve ramer ile alakali olacak: Kur'ani kerimde gecen " ittekullahe hakka tugatihi..." ayeti kerimesinde gecen " tügah" kelimesiyle, diger benzeri ayetlerdeki " takva" kelimesinin kökü nedir, hangi babdan geliyor ve nasil " tugah ve takva" haline gelmisler? Bu hususta yardimci olursaniz memnun oluruz.
Selam ve dua ile
*******
Ve aleyküm selâm…
1- Müslim bir erkekle kitâbî bir kadının nikâhı, aynen Müslüman erkek ile Müslüman kadının nikâhı gibi akdedilir/kıyılır. Fakat bu nikâhın sahih olması için, Hıristiyan denilen kadının hakikaten Ehl-i Kitap olması, müşrik-münkir-ateist olmaması lâzımdır.
Bilindiği üzere evliliğin gerçekleşmesi için nikâhın olması şarttır. Müslüman bir erkeğin evleneceği kadın, Yahudi veya Hristiyan bile olsa mutlaka nikâh lâzımdır. İki tarafın Müslüman olduğu bir evlenmede her iki şâhidin de Müslüman olması gerektiğinde âlimler arasında görüş birliği vardır. Çünkü gayrimüslimin Müslüman üzerinde velayet hakkı yoktur. [Bkz. Nisâ suresi, 141; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi' II, 253] İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf'a (rahımehumallah) göre, iki taraf veya yalnız kadın Ehl-i Kitap’tan olursa, şahitler de Ehl-i Kitap’tan olabilir. Tabii mehrini de vermek gerekir.
Müslümanın irtidadı olduğu gibi Ehl-i Kitab'ın da irtidadı yani dininden dönmesi, din değiştirmesi olabilir, mümkündür. Bir Kitâbî (Ehl-i Kitab'a mensup birisi) dininden döner, hiçbir dine de inanmazsa artık ona Kitâbî denemez. Allah’ın (c.c.) emrini, Peygamberin (s.a.v.) kavlini kabul etmeyenin ise kitâbîlikle ne alakası olabilir? Bu durumda o, Kitâbî değil kâfir olur. Ayrıca Ehl-i Kitab'ın dinsizliği seçen çocukları da böyledir; onlar da Kitâbî sayılmazlar. Allah’a ve Peygamberimize bizim gibi inanmalarını ise bekleyemeyiz. İnansalar zaten İslâm’la bir problemi kalmaz; öyle olmadığı için Müslüman sayılmıyor, Kitâbî oluyorlar. Bu durumu böyle değerlendirmemiz gerekir.
Ancak şu noktada da kafa karışıklığına meydan vermemek lazım, mesela deniliyor ki: 'Efendim eski Kitap Ehli ile bugünkülere farklı nazarla bakamayız'. Oysa gerek Yahudi ve gerekse Hıristiyanlar, Kur’an’ın nazil olduğu zaman da aynı inançta idiler. Bunun için de Kur’an-ı Kerim onlar için, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir" diyenler, andolsun ki kafir olmuşlardır…” [Maide suresi, 17] Keza “Yahudiler, 'Üzeyir Allah’ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesîh Allah’ın oğludur’ dediler..." [Tevbe suresi, 30] Böylece aynı hükmün altına girmiş oldular. Ama buna rağmen İslâm, onlara müşrik muamelesi yapmıyor, Ehl-i Kitap diyor, ayrı ve farklı bir statü uyguluyor. Mesela, Müslümanlara onların kadınlarıyla evlenmeye, usûlüne göre kestiklerini yemeye izin veriyor. O bakımdan Ehl-i Kitab hakkında konuşurken ölçüyü kaçırmamak, bu hususları göz önünde bulundurmak gerekir.
***
Müslüman kadın hiçbir gayrimüslimle evlenemez
Müslüman bir kadın; kitâbî (ehl-i kitap) olsun, ateist-dinsiz ve müşrik olsun hiçbir kâfir ile evlenemez. Kadın evli olup, ihtida ederek sonradan Müslüman olmuşsa şayet, evlilikleri derhal sona erer. Çünkü Müslüman bir kadın, ancak Müslüman bir erkekle evlenebilir.
Bir Müslüman erkek ise, kitâbî olan kadınlarla evlenebilir. Bir kadının kitâbî olup olmadığı kendisine sorularak anlaşılır. Ameli olmasa bile 'ben Hıristiyan'ım, Musevî'yim' diyeni öyle kabul etmek icap eder.
***
Önemli bir hatırlatma
Fıkıh kitaplarında şöyle yazılıdır: Müslüman bir kadın varken Hristiyan bir kadınla (harbî ile) evlenmek, sahih olsa da, mekruhluktan kurtulamaz; tahrîmen (harama yakın) mekruhtur. Zimmî ile de tenzîhen mekruh olur. Çünkü bu evlilik, mahzurlardan/sakıncalardan uzak olamaz. Ama fıkhen/hukuken nikâh sahih (geçerli)dir, doğan nesil meşrûdur. Çünkü İslâm hukuku her türlü ihtiyaca cevap verecek cihanşumûllükte (uyd. evrensellikte)dir, vermiştir de…
Gene malumdur ki, Müslüman erkek, müşrik-kâfir-dinsiz kadınlarla evlenemez. Müşrik kadın, Allah'a başka şeyleri ortak koşan; mesela puta, yıldızlara, ateşe ya da hayvana tapan kadındır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. [Bakara suresi, 221]
Velhasıl, Müslüman bir erkeğin Yahudi veya Hıristiyanlardan bir kadınla evlenmesi caizdir. Bu hususta ulema icma etmişlerdir. Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "…Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınları, mehirlerini verip nikâhlayınız, onlar size helaldir. " [Maide suresi, 5]
Ehl-i Kitap olan bir kadınla evliliğinin mubah olmasındaki hikmet; bu kadının Müslümanla evlenmesi sebebiyle Allah'a, peygamberlere, ahiret gününe, İman etme ihtimalidir.
Müslüman bir kadının Müslüman olmayanla evlenmesi icma' delili ile haramdır. Ayet-i kerimede buyrulmuştur ki; "Müşrik erkeklerle iman etmedikçe onlara mü’min kadınları nikâhlamayın. " [Bakara suresi, 221]
Çünki böylesi bir evlilikte, mü’min kadının küfre düşme korkusu vardır. Koca, karısını kendi dinine çağıracaktır. Kadınlar genelde kocalarına/erkeklerine uyarlar ve onların yaptıklarından etkilenirler ve onları dinlerinde tahrik ederler. [Fetâvâ-yi Hindiye (terc.), 11, 330]
***
2. Hadis-i şerifin ve söz konusu meselenin açıklaması için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/613-devlet-kredisi.html
Tabii ki işin en güzeli, ihtiyata/azimete uygun olanı, imkan nisbetinde bankalara/faizli muamelelere ilişmemek-bulaşmamaktır. İşin takvâ yönü bunu gerektirir.
Ama mecbur kalınmışsa da yapacak bir şey yok; kredi alınabilir, kullanılabilir; mevcut şartlar muvacehesinde şer’î açıdan caizdir. Bu durumda-hesabını kitabını yapıp, ona göre kararını vermek de elbette ki krediyi kullanacak olan kişilere düşüyor.
***
3. Takvâ: Arapça bir isimdir malumunuz. Kökü, vekâ fiilinin masdarı olan vikaye’den geliyor: "Vekâ – yekî – vikâyeten”. Sülâsî Mücerred'in ikinci bâbı (feale-yefilü / darabe-yadribü)ndan masdardır. Aslı vakyâ’dır. "Şekvâ, belvâ, selvâ" lafızları gibi…
Ancak kelime içerisinde iki illetli harf birden bulunduğu için (lefîf-i makrûn) bir kaç operasyona uğramıştır. Baştaki "vav" harfi "te"ye kalb edilmiş, sondaki "ye" harfi de "vav"a kalb edilmiştir.
Tügâ (tügah): Aynı kökten gelen "tügâ" kelimesinde de, baştaki "vav" harfi "te"ye çevrilmiştir. Aslı "vükâ"dır. Çekimleri de şöyle:
Vekâ - yekî - vakyâ =takyâ / takvâ…
Vekâ – yekî - vükâ = tügâ’dır.
Tükâ ve takıyye: Nefsini haram ve şüpheli şeylerden/nesnelerden korumak/saklamaktır; takvâ gibi… Bazı âlimlerce de, haramdan sakınmaya takvâ, şüphelilerden kaçınmaya ise vera’ denir. [Bkz. el-Müncid fi’l-Lûgati ve’l-A’lâm, Ahterî-i Kebîr, Kamûs-i Türkî, Lûgat-i Nâcî, ilgili maddeler]
Takvâ; korkma, sakınma… Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek... Allah'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma manalarında Kur'an-ı Kerim’de sıkça geçen bir kavramdır. Bu şekilde hassas/dikkatli ve titiz davranan mü’mine de, "müttakî" denilmektedir.[Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, Mısır, 1961, s. 530]
Rabbimiz (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de takvâyı üç mertebede beyan buyurmuştur:
a- Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak... Bu hususla ilgili bir ayetin meâli şöyledir: "O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhilliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir." [Fetih suresi, 26]
b- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek... Bu husustaki bir ayetin meâli de şöyledir: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik." [A'raf suresi, 96]
c- Bütün benliği ile Cenab-ı Hakk’a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak... Hakiki takva budur ve Kur'an'da, inanan insanlardan bu takvaya sahip olmaları istenmektedir: "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin." [Âli İmran suresi, 102]Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meâli şöyledir: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itâat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir" [Teğabun suresi, 16; el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Mısır, 1955, 1, 6]
Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse Sünnet-i seniyyede takvâ’yı anlatan daha pek çok ayet ve hadis mevcuttur. Merak edenler kaynaklara müracaat edebilir.