Soru 1) Bazı ayetler niçin 2 veya daha fazla tekrar ediyor? (Müddesir 19-20; Kıyamet 34-35; Mürselat 47-49; Rahmân ve benzeri surelerde..)
Soru 2) Ayetlerin Mekke ve Medine'den iniş sıraları niçin karışık?
Soru 3) Beled suresi 3; ayet bazı meallerde baba ve oğlu, bazı meallerde doğuran ve doğurulan diye geçmekte, hangisi doğru?
Soru 4) En'am 121. ayette ¨Üzerlerine Allah ismi anılmayanlardan yemeyin, bu şekilde davranış fasıklıktır¨mealine bakarak, Mezbahalar-Tavuk çiftlikleri-Balık çiftlikleri gibi yerlerden alınanlar yenemez mi? Günah mı? NEDİR?
Soru 5) Ahkaf/29-30-31 ayetlerde cinler hangi topluma gittiler? Peygamberler haricinde tebliğde bulunabilirler mi?
Soru 6) Ahzab-27. ayettte; Henüz ayak basılmayan topraklardan kasıt neresidir? KABE mi?
Soru 7) Secde 5 ve Hac 47. ayetlerde ALLAH'ın 1 günü=1000 YIL; Meâric-4. ayette Melekler ve Ruh'ların 1 günü=50.000 YIL, iki ayet arasındaki fark neden? Yoksa Melekler ile ALLAH'ın gün farkı mı?
Soru 8) Kur'an'da rakamlar niçin yazı ile verilmektedir? Hiç rakam kullanılmamaktadır.
Soru 9) Nahl-25. ayette “Ahiret'e inanmayıp kibre sapanların ¨KIYAMET günü, kendi günahlarından başka, saptırdıkları kişilerin günahlarından da yüklenecekleri”, oysa birçok ayette kimse kimsenin günahını yüklenemeyecek denmektedir. Bu nasıl bir durum?
SORULARIMA CEVAP VERECEK KİŞİYE ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER… ALLAH YARDIMCINIZ OLSUN.
*******
Sorularınızı sırasıyla teker-teker ele alıp değerlendirmeye/cevaplamaya çalışalım.
Soru1) Bazı ayetler niçin 2 veya daha fazla tekrar ediyor? (Müddesir 19-20; Kıyamet 34-35; Mürselat 47-49 Rahmân ve benzeri surelerde..)
Cevap 1- Kur'an-ı Kerim’de; bazen âyetler, bazen kıssalar, bazen cümleler ve bazen de kelimeler sık-sık tekrarlanmıştır. Bunların bir veya birkaç yerde tekrar edilmiş olması, usûl-i tefsir ıstılâhında “Tekrâru'l-Kur'an” veya “Tekrârâtü’l-Kur'an” terkipleri ile ifade edilmiştir. [Bkz. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 173] Genel olarak edebiyat literatüründe sözlü veya yazılı ifadelerde yer alan tekrarlar, bazen güzel bazen de çirkin bir manzara arzedebiliyor. Bu cümleden olarak insanların ihtiyaçlarını dikkate alan ve ilgilerini çeken ifadelerin tekrarlanması lezzet verdiği halde, muhatabın ilgisini çekmeyen ve ihtiyacını dikkate almayan tekrarlar ise rahatsızlık ve usanç verir. Şüphesiz Kur'an-ı Hakim’deki tekrarlar, muhataplarının ihtiyaçlarından ileri geldiği için usanç değil lezzet vermektedir. Meselâ: Allah'ın azabını veya rahmetini ifade eden âyetlerin tekrarlanması insanın en önemli meselelerine parmak bastığı için elbette ki usanç değil, zevk verir. [Bkz. Cerrahoğlu, a.g.e., 173-174]
Bazı âlimlere göre, Kur'an-ı Mübin’de bilhassa peygamberlere (aleyhimüsselâm) ait kıssaların tekrarlanmasının üç hikmeti vardır:
a) Bir yerde bir bölümü zikredilen kıssanın diğer bölümü ise başka bir yerde zikredilmiştir. Bu dış görünümü itibariyle bir tekrar gibi görünür.
b) Kur'an, fesahat ve belağatını göstermek için bir yerde uzunca açıkladığı bir kıssayı, başka yerde çok veciz bir ifadeyle anlatır.
c) Kıssaların zikredilmelerinde nübüvvetin, bâhusus Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) peygamberliğinin ortaya konulması; Allah Teala'nın varlığının-birliğinin, yegâne Hak Ma’bûd oluşunun isbatı; Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) zâlimleri cezalandırmaya kadir olduğunun bildirilmesi; İslâm’dan önce yaşmış milletlerin başına gelen kötü âkibeti göz önüne sererek yeni inkârcıların uyarılması gibi değişik maksatlar vardır. Her bir yerde hikmete münasip bir tarzda söz konusu hususlardan birini veya birkaçını ders olarak talim ve telkin için kıssanın tekrarı bahis mevzzudur. [İbn Cüzey el-Kelbî el-Ğırnatî, Kitâbu't-Teshîl li Ulûmi't-Tenzîl, 6]
Yukardaki bu üç maddeye ayrıca şunları da ilave edebiliriz:
- Kur'an-ı Kerim’in muhataplarının büyük kısmını teşkil eden ilimle fazla meşgul olmamış halk tabakası için ilahi kelâm, tekrar tekrar yer ve gök gibi en rahat görülebilen yaratılış delillerini göz önüne sermekle Allah'ın varlığını ve birliğini isbat etmektedir.
- Her vakit nefsin ve şeytanın saldırısına maruz kalabilen iman ehline şevk vermek maksadıyla, Cennet’teki karşılaşacakları nimetler, günahlardan sakındırmak için de Cehennem’deki maruz kalabilecekleri cezalar sık-sık gözler önüne serilmektedir.
- Kur'an, hem bir dua ve zikir kitabı, hem bir şeriat kitabı, hem bir davet ve tebliğ kitabı, hem tevhid kitabı, hem hikmet kitabı, hem de kulluğun tarifnamesi olduğu yönleriyle elbette ki tekrarı gerektirir.
- Kur'an, en zeki insandan en kıt akıllıya, en takva ehli olandan en şakî yani azgın olana, dünyanın câzibesinden kurtulup ciddi bir şekilde ahiretine çalışanlardan, dünyaya kendini kaptıran gevşek kimselere kadar bütün insan tabakalarına bir hitap ve bir ilaçtır.
- Kur'ân'da çeşitli insan tabakalarının dilleriyle ve halleriyle tekrar-tekrar ortaya koydukları suallerin cevapları vardır... Suallerin tekrar-tekrar sorulması ise, cevapların da tekrar-tekrar verilmesini gerekli kılar.
Velhasıl sayılan ve sayılamayan daha pekçok hikmetlere binaen Kur'an' da bazı tekrarlar yapılmıştır. Kur'an-ı Kerim' in tekrarları, sıradan insan sözleri gibi usanç vermemektedir. Aksine ihtiyaç fazla olduğundan ve bu tekrarlar ihtiyaçtan kaynaklandığından dolayıdır ki, tekrarının lezzet verdiği âşikârdır.
Bununla beraber yüzlerce senedir bütün Müslümanların hayatının her anına ışık tutan, ibadetlerinde tekrar be-tekrar okunan Kur'an-ı Kerim’in, bu kadar sık okunmasına rağmen hiçbir mü'mine usanç vermemesi, küçük yaşta onu ezberlemeye çalışan çocukların zihinlerine kolayca yerleşmesi, ölüm döşeğinde bulunanlara zemzem gibi tatlı gelmesi de gösteriyor ki, Mushaf-ı Şerif her yönden mu'cize olduğu gibi bazı ayetlerin, kıssaların… tekrarları cihetiyle de mu'cizedir.
***
Soru 2) Ayetlerin Mekke ve Medine'den iniş sıraları niçin karışık?
Cevap 2- İlahi tasnif öyle olduğu ve Hz. Cibrîl (a.s.) öyle tarif ettiği için... Bu husus tevkîfidir, değiştirilemez.
***
Soru 3) Beled suresi 3; ayet bazı meallerde baba ve oğlu, bazı meallerde doğuran ve doğurulan diye geçmekte, hangisi doğru?
Cevap 3- Ayetin metni: “Ve vâlidin ve mâ veled” olduğuna göre en doğru meal; “Ve bir vâlidle veledine yani baba ile oğluna/çocuğuna (da yemin olsun) ki” demek olur. Burada “doğuran ve doğurulan” ifadesi hem yanlış hem de yakışıksız düşer. Çünkü zaten “doğuran-anne” manasının karşılığı olan “vâlide” lafzı yok ayette, baba manasına olan “vâlid” var…
***
Soru 4) En'am 121. ayette ¨Üzerlerine Allah ismi anılmayanlardan yemeyin, bu şekilde davranış fasıklıktır¨mealine bakarak, Mezbahalar-Tavuk çiftlikleri-Balık çiftlikleri gibi yerlerden alınanlar yenemez mi? Günah mı? NEDİR?
Cevap 4- Ölçü belli; buna göre araştırıp soruşturacaksın, kararını ona göre vereceksin. Günümüzdeki ahvâl ve şerâit geçmiş yıllara göre epeyce düzelmesine, iyi ve olumlu yönde hayli mesafeler alınmasına rağmen, şahsen bu hususlarda oldukça hassas davranmaya devam ediyorum. Yıllık et tüketimimi kurbanlıkla sınırlamaya çaba gösteriyorum. Diğerlerinde de itimat etmediğim hiçbir yerden alım yapmıyorum… Hatta tavukla pek de ilgilenmiyorum. Çünkü her safhası problemli… Bkz. http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-604.html
Ancak vatandaşa da, almayın-yemeyin-etmeyin diyemeyiz. Malumunuz şer’î bakımdan işin hayli kolaylık gösteren noktaları var. Bizim anlatmak istediğimiz husus, işin takva ciheti…
Nitekim İmam-ı Azam (rh.) hazretleri, “Eğer Müslüman tesmiyeyi kasten terk ederse yenmez, unutur da terk ederse yenir” demiştir. İmam Mâlik'ten (rh.) de Mâlikî mezhebince en seçkin rivayet budur. İbn Atıyye (rh.) bunun cumhur (çoğunluk) görüşü olduğunu söylemiştir. Mesele geniştir. Arzu eden ilmihal ve fıkıh kitaplarının ilgli bahislerine bakabilir.
***
Soru 5) Ahkaf/29-30-31 ayetlerde cinler hangi topluma gittiler? Peygamberler haricinde tebliğde bulunabilirler mi?
Cevap 5- Söz konusu ayetlerin mealleri: “Hani cinlerden bir grubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) “Susun” demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.” [Ahkaf suresi, 29]
“Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” [Ahkaf suresi, 30]
“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” [Ahkaf suresi, 31]
Ayette açıkça görülüyor ki, Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) Kur’an’ı dinleyen cinler kendi kavimlerine/milletlerine/toplumlarına döndüler; onları uyarmak, hakkı-hakikati, hidayeti anlatabilmek için…
Elbette ki peygamberler (aleyhimüsselâm) haricinde de tebliğciler oldu, olur, kıyamete kadar da olmaya devam edecek. Âlimler peygamberlerin varisleri değiller mi? Ayrıca insanlardan olsun cinlarden olsun, istisnasız her mü’min de, inanıp yaşadığı dinin emirlerini-nehiylerini tebliğle-talimle, emr-i bil-maruf ve nehy-i anil münkerle mükelleftir. Yapmazsa sorumludur, vebâl altında kalır.
***
Soru 6) Ahzab-27. ayettte; Henüz ayak basılmayan topraklardan kasıt neresidir? KABE mi?
Cevap 6- “(Allah) onların arazilerini, yurtlarını ve mallarını size miras kıldı. Bir de henüz ayak basmadığınız bir yeri (de size miras kıldı). Allah, her şeye kâdirdir.” [Ahzab suresi, 27]
Ayet-i celiledeki “henüz ayak basmadığınız bir yer”den kasıt; Kâbe olamaz. Malumunuz, zaten orası ayak basmadıkları bir yer de değildir. Kadim tefsirlerimizden Beyzâvî, Medârık ve Celâleyn’e göre Hayber arazisi, İran ve Roma memleketleri gibi yerlerdir. Yahut kıyamete kadar fetholunacak bütün ülkelerdir. [Bkz. Mecmûatün mine’t-Tefâsîr, 5, 103-104]
***
Soru 7) Secde 5 ve Hac 47. ayetlerde ALLAH'ın 1 günü=1000 YIL; Meâric-4. ayette Melekler ve Ruh'ların 1 günü=50.000 YIL, iki ayet arasındaki fark neden? Yoksa Melekler ile ALLAH'ın gün farkı mı?
Cevap 7- Önce söz konusu ayetlerin meallerini ve açıklamalarını görelim: “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.” [Secde suresi, 5]
Açıklama: “Bir günde ki; bazıları bunu yalnız ‘Urûc’a bağlamışlarsa da tercih edilen hem ‘yüdebbiru’, hem ‘ya'rucu’ fiillerinin ikisine birden tenâzu' yoluyla taallukudur. Yani o emrin inmesi ve çıkması öyle bir günde, o kadar bir zamanda olur ki; miktarı sizin saydıklarınızdan bin sene eder. Yani Allah'ın iradesinin hükmü olan bir emir, bir iş, bir olay bazen böyle bin senelik bir devir ile biter. Onun bir günü de, böyle büyük bir devir teşkil eder. Onun için Kur’an’daki “gökleri ve yeri altı günde yarattı” ayetindeki günleri, rastgele günler zannetmemelidir. Meâric sûresi 4’üncü ayette olduğu üzere, bunun elli bin sene edeni de vardır. Demek ki; ‘bin sene’ denilmesi misâl/örnek yoluyladır. Yahud bazı tefsircilerin dedikleri gibi ‘bin’ tabiri uzun bir zamandan kinâyedir. Dolayısıyla daha az ve daha çok olmasına engel değildir.” [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini, ilgili ayet tefsiri]
“(Rasûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” [Hac suresi, 47]
“Melekler ve Ruh (Cebrâil), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” [Meâric suresi, 4]
Bu son ayet-i celilenin tefsirinde de Elmalı’lı merhum şu bilgilere yer vermiştir:
“… o günün miktarı ellibin sene eder. Burada “sizin saydıklarınızdan” kaydı yoktur. Fakat, “Gökten yere kadar bütün işleri o tedvir eder. Sonra da o iş, sizin sayageldiklerinizle bin yıl miktarında olan bir günde ona yükselir.” [Secde suresi, 5] buyrulmuş olmasına dayanılarak burada da o mânânın gözetileceğini söyleyenler olmuştur. Bununla beraber burada bu senenin melekler ve Ruh senesi olmak ihtimaliyle günün daha ziyade korkutma ve sakındırma ifade etmiş olması da ihtimal dahilindedir.
“Bazıları burada ellibin seneden maksadın, uzunluğun miktarını beyan değil, o günün dehşetinden kinaye olduğunu söylemişlerdir ki bu, o günün daha uzun ve daha kısa olmasına engel değildir. Nitekim Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayet olunan bir hadiste, “O gün mü’mine hafifletilir. Hatta ona dünyada kıldığı bir farz namazdan daha hafif olur.” buyrulması da bunu andırır.
“… Âlimlerin çoğunluğu şöyle demiştir:
‘Bu günden maksat ahiret günü, kıyamet günüdür. Sûrenin ilerisine doğru yapılan açıklamalar da bunu gösterir. Fakat bu durumda, ‘ahiretin sonsuz olmayıp bir gaye ile sınırlanmış olması, Cennet ve Cehennemin sonlu olmaları gerekmez mi?’ diye bir soru sorulabileceği düşüncesiyle Ebu Müslim bunu dünya günleri şeklinde yorumlamak istemiştir. Lakin buna şöyle cevap verilebilir:
‘Kıyamet gününün üfürmeler arasındaki zamanları gibi geçici çeşitli devreleri, durumları ve korkunç olayları vardır. Bunlar Cennet ve Cehenneme girmeden evvel inanan ve inanmayana başka başkadır. Bu ellibin senelik gün, kıyamet ve ahiretin hepsi değil, durup bekleme günleridir. Kâfir hesabı görülüp Cehenneme gönderilinceye kadar böyle ne senesi olduğu bilinmeyen ellibin senelik duraklarda ve hatta nice durma yerlerinde böyle ellişer bin sene sıkıntılar içinde bekleyecektir.”
S o n u ç
İlk iki ayette ‘bin sene’ denilmesi temsil yoluyla bir anlatımdır. Yahut da bazı müfessirlerin dedikleri gibi, ‘bin’ tabiri uzun bir zamandan kinâyedir. Dolayısıyla daha az ve daha çok olmasına mâni değildir.
Üçüncü ayetteki ‘ellibin yıl’ ise, kıyamet ve ahiretin hepsi değil, durup bekleme günleridir. Kâfir, hesabı görülüp Cehennem’e gönderilinceye kadar böyle ne senesi olduğu bilinmeyen ellibin senelik duraklarda ve hatta nice durma yerlerinde ellişer bin sene sıkıntılar içinde bekleyecek, demektir. Bunun gibi göklere yükselmek, meleklerden başkaları için nasıl elli bin yıllık bir mesafeyi kat’etmek kadar güç gelirse, mahşerdeki bekleyiş, şiddet ve dehşet de kafirler için o darece müşkil olacaktır. [Bkz. Mecmûatün mine’t-Tefâsîr, Hâzin, ilgili ayet tefsiri]
Görüldüğü üzere iki tabir birbirinden farklıdır. Aynı maksada matuf değildir, aynı şeyi anlatmamaktadır.
***
Soru 8) Kur'an'da rakamlar niçin yazı ile verilmektedir? Hiç rakam kullanılmamaktadır.
Cevap 8- Zannederim ‘Kur’an’daki ifadelerde’ demek istiyorsunuz. Yoksa ayet, hızib, cüz, sure ve sayfa numaraları hep rakamlarla verilmiştir malumunuz. Kaynaklarda bu hususla ilgili bir bilgiye rastlayabilmiş değilim. Belki vardır, ama benim gözüme ilişmedi. Âcizane kanaatim; Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) vahiy kâtiplerine öyle yazdırdığı içindir. Onun öyle yazdırması da elbette ki Rabbimizin (c.c.) emri, Cibril-i emin’in talimiyledir.
***
Soru 9) Nahl-25. ayette “Ahiret'e inanmayıp kibre sapanların ¨KIYAMET günü, kendi günahlarından başka, saptırdıkları kişilerin günahlarından da yüklenecekleri”, oysa birçok ayette kimse kimsenin günahını yüklenemeyecek denmektedir. Bu nasıl bir durum?
SORULARIMA CEVAP VERECEK KİŞİYE ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER… ALLAH YARDIMCINIZ OLSUN.
Cevap 9- İki ayet arasındaki fark gayet net değil mi? Birinci grup, hem kendisi sapık hem de başkalarını saptırıyor; Arapça gramer tabiriyle “müteaddî”!.. Dolayısiyle sapkınlıklarına sebep oldukları insanların vebâlini de yüklenecek! Ama diğerleri yani onlara uyup sapıtanlar da gene azaplarını çekecek… Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki: “(Cehennem ehli) Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: ‘Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik!’ derler. ‘Ey Rabbimiz! Biz reislerimize (imamlarımıza-liderlerimize-önderlerimize) ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar’, derler. ‘Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” [Ahzab suresi, 66-68]
İkinci grupta ise sapma var da, başkalarını ‘saptırma’ fiili söz konusu değil. Gene aynen Arapça’nın sarf diliyle “lâzım fiil” gibi… Günahları sadece kendilerini ilzam ediyor. Ama diğerleriyle de aralarında mesela sıhriyyet/akrabalık bağı var. Ebeveyn ve çocuklarını düşünün… Anne-baba çocuğuna karşı üzerlerine düşen vazifeyi yapmış; ona dinini-dünyasını öğretmiş, ama o ilahi emirlere uymamış, nehiylerden kaçınmamış… Bu noktada ebeveynin bir vebali yok. Yani çocuğun yaptıklarından onlar sorumlu değiller. Bir başka çarpıcı örnek: Veled-i zina, annesinin-babasının günahını çekmez. O çirkin fiilde onun bir dahl u tesiri (etkisi) yoktur. Yani bu mevzuda hiç kimse, bir başkasının günahını yüklenmez. Bu husus da yine Kitap ve Sünnet’le sabittir.
Kur'an-ı Kerim'de, “...Velâ teziru vâziratün vizra uhrâ...” [En'âm suresi, 164] buyruluyor. Yani hiçbir günahkâr bir başkasının günahını yüklenmez.
Bir hadis-i şeriflerinde de Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“İslâm'da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabının bir misli de kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. Ayrıca o kötü çığırda yürüyenlerin günahının bir misli de ona aittir. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.” [Müslim, Sahih, Zekât, 69]
Yani her kim İslâm’da iyi bir çığır açarsa, o çığırın ecir ve sevabı yanında, kıyamete kadar o yolla/o usûl üzere güzel amellerde bulunanların -sevaplarından hiç bir şey eksilmemek şartıyla- kazandığı mükâfatın bir misli de o ilk çığırı açan kimsenin defterine yazılır. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın günahı yanında, kıyamete kadar o çığırla kötü işler yapanların -günahlarından hiç bir şey eksiltilmemek şartıyla- kazandığı günahların bir misli de o ilk çığırı açan kimsenin defterine yazılır. Ahirette te bunların makâfat veya cezasını görür.