Selamun aleykum, Allahu Teala bizi düşman işgalinden korusun. Amin.

Azevvel Arakan'daki müslüman kadınlara kamplarda tecavüz eden askerlerin olduğunu okudum. Çok üzüldüm ve bu kadar kalabalık olmamıza (1.5 milyar) rağmen bu kadar aciz olmamızı kendime yediremiyorum.

 Benim 1. sorum şu, Allah göstermesin bizim de başımıza böyle bir olay gelirse, vatanımıza kafir girerse ve önüne gelen müslüman erkekleri öldürseler ve müslüman bacılarımızın ırzlarına geçseler böyle bir ortamda kafirler karıma kızıma saldırmasın diye karımı kızımı öldürebilir miyim?

2. sorum, diyelim bir kadın tecavüze uğruyor sonra bir daha bir daha, bu durumda bu kadın ilk fırsatını bulduğunda intihar etmesi caiz midir?

 

 

*******

 

Ve aleyküm selam.

Haberlerde yer alan acı ve acıklı hadisenin, sadece Arakan’la mı sınırlı olduğunu sanıyorsunuz?! İslâm âlemi başsız ve sahipsiz kalalıdan beri (güzide ecdadımız Osmanlı’nın inkırazından bu yana) dünyanın neresinde rahat-huzur ve selamette ki Müslümanlar?.. Maalesef her yerde ezilen, zulüm gören, namusu hiçe sayılan toplumların başında Müslümanlar geliyor… Burada her birerini sayıp dökmenin bir anlamı da faydası da yok.

Rabbim (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını hıfz u himaye ve vikaye buyursun. Tabii özellikle de Müslümanlara İslâmi şuur ve imanî idrakler nasip eylesin. Bunca ceza boşuna değildir herhalde… Aynaya bakıp eksiklerimizi gidermenin yollarını aramalı, çarelerini düşünmeliyiz sürekli... Kaldı ki yapılan, edilen, varılmak istenen hedef de elbette ki budur.

Bir noktada geri kaldığınız zaman, onun tesiri umumi oluyor. Bedendeki bir rahatsızlığın, vücudun tamamını etkilemesi gibi… Bilhassa bilim ve teknikte, siyasi-iktisadi alanlarda…

Tabii bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak da, böyle çaresiz bir şekilde feryat etmekle, kendimizi-ailemizi öldürmeyi düşünmekle olmuyor.

Hayatımızı da mematımızı da düzenleyen, her şeyimizi disipline eden yüce dinimizin düsturlarını hiçbir halukârda gözardı etmememiz, kendi kafamıza göre davranmamamız gerekiyor. Bu perspektiften baktığımızda, kafanızda oluşan soruları kısaca şöyle cevaplayabiliriz:

1. Öyle bir durumda çözüm, kendi kedimizi ya da kendi insanımızı öldürmek değil; onlar dahil hepimizin üzerine düşen vazife, ölünceye kadar dinimiz, namusumuz, vatan ve milletimiz için düşmanla muharebe-mukatele, mücâhede ve mücadele etmektir. Bu, kadın-erkek istisnasız bütün Müslümanlara farz-ı ayn’dır.

2. Taşıdığımız can bize emanettir. İntihar etmek, ona kendi elimizle son vermeye kalkışmak haramdır. Kadınların da yapması gereken, ilk sorunuzdaki cevapta olduğu gibi, son nefeslerine kadar ellerindeki mevcut imkânla vuruşmaya, cihâda devam etmektir. Zor olan da budur zaten… Öbürü değil.

Dilerseniz İslâm’ın cihâd ile alakalı hükmünden de bir nebze bahdelim.

Cihâd, fukahanın çoğunluğuna göre “farz-ı kifâye”dir. Yani düşman hudut dışında ve onu icra eden bir ordu varsa, sorumluluk diğer Müslümanlardan düşer. Fakat kişi, düşmanla karşı karşıya gelen bir ordunun içerisinde yer alır, düşman ansızın bulunduğu bölgeye saldırır veya devlet başkanı tarafından savaşa çağrılırsa… bu durumda özrü olmayan herkese cihâd “farz-ı ayn” olur.

***

İslâm düşmanları tarafından baskı gören, işkenceye maruz kalan Müslümanları kurtarmak için mücadele içerisinde olmak da, elbette ki cihâd çerçevesinde değerlendirilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[Nisâ suresi, 75] Bu ayet, zayıf ve sıkıntıya düşmüş mü’minleri, onlara acı çektiren, canlarına-mallarına, ırz ve namuslarına tasallut eden, dinlerinden dönmeleri için onlara işkence uygulayan, dinlerini yaşamalarına müsaade etmeyen gayrimüslimlerin ellerinden kurtarmaya çağırmaktadır.

İmam Kurtubî (rh.) bu ayeti tefsir ederken, “Allah Teala cihâdı, dinini yüceltmek ve ezilen (zulme-tecavüze uğrayan) mü’minleri kurtarmak hususunda gerekli şartları taşıyanlara vacip kıldı.” demektedir. [el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, VI, 180] İslâm âleminin de yapabilecekleri, elinden gelen imkân da -maalesef- sınırlıdır. Son birkaç asırdır ibre gayrimüslimlerin lehinedir. Bu da inkârı kabil olmayan bir gerçektir. Çok ama çoook çalışmamız lazım!

***

Cihâdın farz-ı kifaye olduğu dönemlerde kişi, cihâd edebilmek, Allah yolunda hizmetlerde bulunabilmek için Müslüman olan anne-babasından ya da biri kafirse diğerinden izin almalıdır. Çünkü fert bazında bakıldığında, o durumda anne-babaya bakmak cihâddan daha önceliklidir. Zira cihâd “farz-ı kifaye”dir. Anne-babaya bakmak ise, “farz-ı ayn”dır. Bu yüzdendir ki İbn Abbas (r.anhuma),

- “Rumlara karşı savaşacağıma dair nezrettim / adakta bulundum. Fakat anne-babam bana engel oluyor” diyen adama şöyle karşılık vermiştir:

- “Ebeveyninin sözünü dinle! Şüphesiz Rumlar senden başka kendileri ile savaşacak kişiyi bulurlar.” Bunun benzeri Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan (r.anhuma) da rivayet edilmiş, Evzaî ve Sevrî (rahımehumallah) başta olmak üzere bir çok âlim de bu görüşle amel etmiştir. [İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, III, 220]

Aynı şekilde hemen ödenmesi gereken borcu olan kimse de cihâda gidemez. Bu hususta fakihler ittifak etmişlerdir. Fakat borcu ileri bir tarihte olan kişi, ödeme yapacağı tarihten önce döneceğini/dönebileceğini biliyorsa; alacaklısından izin almadan cihâda çıkabilir. Bununla birlikte borcunu ödemek için gitmeyip beklemesi daha doğrudur. [İbn Âbidîn, a.g.e., III, 221]

Tabii bütün bunlar normal şartlarda, yani cihâdın farz-ı kifaye olduğu dönemlerde böyledir.

Bilindiği üzere, cephe bozuluncaya kadar harp-cihâd, mücadele-mücahede Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Cephe bozulduğu zaman ise, yediden yetmişe kadar, kadın-erkek herkese ‘farz-ı ayn’ olur. O zaman kadın kocasından, köle efendisinden izin almadan cepheye koşar. [Bkz. Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Hz.lerinden naklen, Ali Erol, Hatıratım, s. 91]

***

Günümüz dünyasının ahvâl ve şartları göz önüne alındığında, ortalıkta bir cephenin kalmadığı… Her tarafın toz-duman olduğu… Şirkin-küfrün-nifakın, fısk u fücurun, günahın her türlüsünün, bırakın ülke sınırlarını aşmasını, evlerin en ücra köşelerine kadar girdiğini nazar-ı dikkate aldığımızda… Yeryüzünde ‘İslâm ahkâmı’nın tam olarak uygulandığı herhangi bir ülke de bulunmadığına göre, her yerde her zaman Müslümanın üzerine cihâdın farz-ı ayn olduğunda hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh şartlar neyi gerektiriyorsa; ama malla-mülkle, parayla-pulla, ama bedenen veya ilimle-irfanla cihâdını yapmak, bundan kat’iyyen geri kalmamak zorundadır. Bu işin zâhiri yönü ve cihâdın küçüğü…

Bir de malumunuz manevi cihâd var ki; o da nefsimizle olan mücadelemiz… Yani bâtınî olan en büyük cihâd! Son nefesimize kadar devam etmesi zaruri olan mücâhede...

Rabbim cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını gerek zahirî gerekse batınî cihâddan alıkoymasın. Ehl-i küfrün her türlü zulüm ve tecavüzlerinden masun eylesin. Nefs-i emmârenin elinde oyuncak etmesin. Göz açıp yumuncaya kadar, hatta ondan da az bir zaman dahi onun eline bırakmasın. Amin…

Go to top