‘Kadınlardan neden peygamber gelmediği’ne dair soruya, Allah dostlarının tasavvuf penceresinden şöyle bir izahları vardır:
‘Kadınlar, Zât-ı ilâhinin nûru ile değil de, sıfât-ı ilahinin nuru ile alakadar olabilecekleri; binaenaleyh velâyet mertebesine ulaşmakla birlikte nübüvvet kemâlatına mazhar olamayacakları için, onlardan peygamber gelmemiştir’…
***
Meseleyi zâhirî ilim açısından ele alıp izah etmeye çalışacak olursak, şunları söyleyebiliriz:
Aşağıdaki ayetlere göre bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) erkek olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır:
“(Ey Rasûlüm!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız ehl-i zikre (ilim sahiplerine, Tevrat ve İncil âlimlerine) sorun.” [Nahl suresi, 43]
“(Ey Muhammed!) Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkek (peygamber)ler gönderdik. Bilmiyorsanız zikir ehline (ilim sahibi olan Ehl-i Kitab’a) sorun.”[Enbiyâ suresi, 7]
Bu ayetlerde geçen “ehl-i zikr”den kasıt, önceki ilahi kitaplarda ilim ve ihtisas sahibi olmuş kimselerdir. Yani bunun böyle olduğunu onlar da bilirler…
***
Dinî mevzularda konuşurken bilhassa biz mü’minlerin, Müslüman yani Allah’a teslim olmuş insanlar olduğumuz hakikatini unutmamamız gerekir. Yani Allah Teâlâ her ne buyurursa buyursun, neyi nasıl yaparsa yapsın, sebebini ister açıklasın ister açıklamasın, bizler ona inanmış, teslim olmuş insanlarız.
Evet, “taabbudî” alanda değilse de “ta’lîlî” meselelerde sebep ve hikmetleri aramamız yanlış değildir; ama bu hususlarda zaman-zaman tatmin olamayabiliriz de... Fakat her hâlükârda “kul” olduğumuz için Allah Teâlâ ne buyurmuşsa “…Semi’nâ ve eta’nâ…: İşittik ve itaat ettik” [Nûr suresi, 51] demek düşer bizlere...
Kadınlardan niçin peygamber gelmediğini merak edenler, Kur’an-ı Kerim’de hayat mücadeleleri anlatılan enbiyâ u mürselîn’in (bilumum peygamberlerin) kıssalarını okumalıdırlar. O zorlu şartlarda erkeklerin bile neler çektiklerini gördüklerinde, o ortamda kadınların neler yapabileceğini ya da yapamayacağını herhalde az çok anlayabilirler. Yani fıtrat olarak kadınlar, peygamberlik vazifesini ifaya uygun olarak yaratılmamışlardır. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hak, müşriklerin utançlarından diri-diri gömdükleri, ama Allah’a isnad etmekten çekinmedikleri kız çocuklarından bahsederken şöyle buyurmuştur:
“Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyor, yakıştırıyorlar?” [Zuhruf suresi, 18]
Bu ayet-i celile, kadınların umumiyetle bu gibi zorlu mücadeleler için erkeklere göre daha zayıf olduklarını belirtmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. En zorlu vazifelerden biri olan peygamberlik göz önünde bulundurulduğunda, bunun için neden erkeklerin gönderilmiş olduğu, hiçbir şüpheye/tereddüde yer olmayacak şekilde gayet net olarak anlaşılmaktadır.
***
Cenab-ı Hak mutlak mânâda Âdil’dir, Hakîm’dir... Yaptıklarında zerre miktarı da olsa adâletsizlik, hikmetsizlik-maslahatsızlık düşünülemez! Pek çok şeyin gerçek sebebini-hikmetini bütün olarak bilmediğimiz/bilemediğimiz gibi, kadınlardan niçin peygamber gelmediğinin sebep ve hikmetini de tam olarak idrak edemememiz, bunun hikmetsiz olduğuna delalet etmez.
Zira hikmet sahibi olan Mevla-yi Müteâl, kadını bildiğimiz işlerle vazifelendirmiş... Biz mü’minler olarak, böyle meselelerde İmam Gazali'nin (rh.), “Leyse fi’l-imkâni ebdeu mimmâ kâne” sözünü hiç unutmamalıyız. Yani kâinatta bundan daha güzeli (daha doğru bir vazifelendirme tensibi) olamaz. Eğer olsa idi, böyle değil öyle olması gerekirdi.
Bir başka ifadeyle, bu mesele şöyle de uzayıp gider: ‘Bu astronot neden doktor değil veya bu doktor neden terzi değil ya da bu mühendis neden antropolog değil’ gibi… Cevabı ise aslında çok basittir: Hayatın devamı açısından böyle olması gerektiği için bunlar bu şekilde olmuş, böyle vazifelendirilmişlerdir. Zira cemiyetin/toplumun her türlüsüne ihtiyacı vardır.