Halis ECE

Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz , kurban gününün İslâm ümmetine Cenâb-ı Hak tarafından bayram kılındığını haber veriyor. Ümidimiz ve niyâzımız odur ki; bu bayram, İslâm âleminin intibâhına-uyanışına vesîle olur...

Bayramlarda duâların daha ziyâde kabûle yakın olmasının sebebi, mü’minler arasındaki muhabbetin, olması gereken seviyeye-kıvâma gelmesindendir.

Bir olan Allâh’a inanan ve kalpleri hep birlikte atan muvahhitlerin muhabbetleri, Allâh’ın inâyetine, rahmetinin coşmasına vesîledir.

İşte bayram günü, yeri-göğü şevke getiren “Allâhü ekber” sadâları ile kılınan bayram namazı, Ümmet-i Muhammed’in azametini ve tâkip edilen yolun ne kadar kıymetli, istikametli ve ne kadar letâfetli olduğunu basîret sahiplerine gösterir.

Temiz kalplerden yükselen samimi duâlar, bayramlarda öyle azametli bir yekün teşkil eder ki, rahmet-i İlâhî bunların reddine müsâade etmez.

O gün, kıblesi Ka‘be olan herkesin yüreği, yuvasından fırlayacakmış hissini verecek kadar İsmâilî bir itâat ile İbrâhimî bir sadâkatin lezzetini bir arada yaşar.

Getirdiği nûr ile insanlığı küfür karanlıklarından kurtaran Allâh’ın Habîbi’ne inanan herkes, onun, “Bugün bayramdır. Bayramımıza önce namaz kılarak başlıyoruz. Sonra evlerimize dönüp, kurbanlarımızı keseceğiz. Kim bu şekilde hareket ederse, bayramı sünnetimize uygun olarak kutlamış olur” mealindeki tâlimatlarına gönülden inkıyâd ederek, istidâdı nisbetinde bayramını idrâk etmiş olur.

Kevser’e kavuşmak ümidiyle, onun sürûrunu yaşarlar ve Kevser’i ihsân edecek olan Rabb’ine şükür için namaz kılıp kurban keserler.

Derilerini-kellelerini ve etlerinin fazlalarını da, bunları değerlendirebilecek muhtaç durumdaki İslâmî hizmet müesseselerine, ilim-irfan yuvalarına tasadduk ederler.

Bununla beraber âhir zaman mü’minleri olarak bizler, neş’e ve sevinç zamanları olan bayramları, çoktan beridir hüzünle ve kederle karışık idrâk etmeye alıştık, desek yeridir herhalde. Sa‘di-yi Şirâzî, “Defîne ile yılan, gülle diken, sevinçle gam bir aradadır” der. Biz ise; yılanların bolluğundan defînemizin, dikenlerin çokluğundan güllerimizin, yüreğimizi kavuran keder ateşinin şiddetinden âdeta hakiki sevincimizin ve saâdetimizin adresini kaybettik...

Âhir zaman fitneleri ve îmânımıza taarruz edip feyzimize-nûrumuza mâni olmaya çalışan bedbahtların hîle ve tertipleri, şeytânın ve nefs-i emmârenin tuzakları kalbimizin-rûhumuzun, iç âlemimizin şüphesiz yaralarla-berelerle dolmasına sebep oldu. Bedenen belki hürüz, ama rûhen de öyle miyiz? Nefsin esâretinden kurtulabildik mi?

İşte bütün bu maddî ve mânevî sıkıntı ve ıztıraplardan dolayıdır ki; bayramlarda bile sevinemez, tebessüm edemez olduk... Hatta tebessümü unuttuk! Sabır ve tahammül sınırlarımız zorlandı. Ancak, “Üzerimize bir keder dağı yıkılsa bile, hiç üzülmeyeceğiz. Çünkü şafak, yüzbin yıldızın kanı dökülmeden sökmez” diyen şâirin işâret ettiği şuuru henüz kaybetmedik, ümidimizi kaybetmeyeceğiz, kaybetmemeliyiz! Çünkü Allâh’ın rahmetinden ümit kesilmez.

Hatırlayınız; Kur’an-ı Kerim’de güzel ahlâkıyla, Allâh’a olan sadâkatıyla övülen ve örnek gösterilen bir peygamber olan Hz. Yâkub, diğer oğullarının Hz. Yûsuf’a kurdukları hîleli plan üzerine Allah’tan ümidini hiç kesmedi; bütün samimiyetiyle Allâh’a sığınıp onun geri gelmesini Allah’tan istedi. “Ben, dedi, sadece gam ve kederimi Allâh’a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahy ile) biliyorum.” (S. Yûsuf, 86) Sonra da devamla şunları söyledi: ”Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü, kâfirler topluluğundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümit kesmez.” (S. Yûsuf, 86-87)

Bizler de Yûsuf’umuzu-Yûsuflarımı’zı veya yuvamızı-yurdumuzu kaybetmiş olabiliriz. Lâkin kâmil mü’minin bâriz vasıflarından biri, “dâima ümitvâr olmak” ve hiçbir zaman ve zeminde “ye’se düşmemek”tir. O bakımdan bütün sıkıntılı zamanlarımızda Rabb’imize iltica etmeli, üzüntü ve kederimizi, şikâyetlerimizi ona havâle etmeliyiz.

Cenâb-ı Rabbi’l-âlemînden, Habîbi hürmetine, sair sevdikleri hatırına ümmetinin bayramlarını hakiki bayram olarak yaşamayı nasip etmesini diler, sağlık ve âfiyet üzere rızâsına uygun olarak daha nice bayramlara kavuşturmasını niyâz ederiz.

“BAYRAM” ÜZERİNE SÖYLENMİŞ ATASÖZLERİMİZ

Bayramda insanımız tâtilde. Hayırlı uğurlu olsun. Herkesin bayramı kutlu, yarını umutlu olsun. Allah Teala hepimizi trafik, kapkaççı-gaspçı, hırsız-soyguncu ve enflasyon canavarı başta olmak üzere, bilumum kolu uzun, vicdânı kısa maddî zararlılardan, ins ve cin şeytanları ile nefs-i emmare gibi manevi şerlilerden muhafaza buyursun. Âmîn...

Geliniz bugün, atalarımızdan bize intikal eden bayrama dâir bazı tâbir ve sözleri hatırlamaya çalışalım. Meselâ, “Bayram etmek” diye bir tâbirimiz vardır; “çokça sevinmek” mânâsında kullanırız. İçinde bu tâbirin geçtiği, “hayâli cihan değer” bir cümle kurmak istersek, “İnsanlar, kendilerini sıkılmış limona çeviren maddî-mânevî sıkıntılardan bir an için de olsa kurtulunca, sokaklarda bayram etti” diyebiliriz.

Bayramla alâkalı bir başka tâbirimiz daha vardır ki, o da pek güzeldir:

“Ayı görmeden bayram etme!”

Efendim, Türkçemiz biraz elastikî bir lisandır. O bakımdan af buyurun, bu sözdeki ayı kelimesinin, oynayıp taklitler yapan ayılarla hiçbir alâka ve münâsebeti yoktur. Ayrıca;

– Yolda sinyal filan vermeden âniden önünüze direksiyon kıran,
– Işık ve işâret tanımayan,
– Emniyet şeridini umursamayan,
– Hatalı sollamayı ve şerit ihlâlini âdet edinen,
– Lûgatinde saygı mefhûmu bulunmayan sürücü yurttaşlarımızla da bir alâkası yok!
Kastedilen gökteki hilâldir. Bu îkaz yüklü sözleriyle de atalarımız;
• İhtiyatlı davranmanın ehemmiyetine,
• Herhangi bir iş tahakkuk etmeden, ona oldu gözüyle bakıp sevinmenin yanlışlığına,
• Dereyi görmeden paçayı sıvamanın, doğmadık çocuğa don biçmenin gülünçlüğüne dikkat çekmişlerdir.

Atalarımızın bayrama dâir, öfkeli ve kızgın zamanlarında söylediklerini sandığımız bir güzel sözleri daha vardır: “Bayramdan sonra gelen kınayı al kendine yak!” diye. Bu sözleriyle de atalarımız, “birilerine yapılacak iyiliğin, zamanlamasının da, en az iyiliğin kendisi kadar önemli olduğuna” işâret buyururlar. Öyle ya, bayram kınasını bayramdan sonra göndermişsen, o kişinin ne işine yarar ki?..

Bir diğer atasözümüz de şöyle:

Bayramda borç ödeyene Ramazan kısa gelir.”

Mâlum, oruç tutan kimse için Ramazan günleri, normal günlere nisbetle biraz uzun gelir. Ama eğer süresi bayramda dolacak bir borcunuz varsa, hele maddî durumunuz da iyi değilse, Ramazan ayı öyle çabuk geçer ki, âdeta füze sür‘atiyle...

Bizzat kurban bayramıyla alâkalı atalarımızın son bir sözünü daha kaydedip sohbetimize noktayı koyalım.

Demişler ki:

Bayram etiyle it tavlanmaz.”

Bu değerli sözleriyle de atalarımız, bir canlının hayatını idâme ettirip gelişmesinin ancak devamlı bir bakım ve ilgiyle mümkün olabileceğine, geçici olarak yapılan iyiliklerin kâfi gelmeyeceğine işâret etmişlerdir. Böylece hayırseverliği, yardımı, yardımlaşmayı bayram dışındaki günlere de yaymak lâzım geldiğini hatırlatmışlardır.

İki cihanda saâdet ve selâmet dileklerimizle nice bayramlara!..

Go to top