Yazar Mehmet Şevket Eygi, "Yasak hep böyle devam etemeyecek. Bir gün gelecek, akl-ı selim galip gelecek ve baskılar, yasaklar ve tabular kaldırılacaktır" dedi ve sorunun 10 ayrı boyutunu yazdı:

haber7.com, 22 Nisan 2006 Cumartesi

Başörtüsü Yasağı

FEYZ dergisinde (Aralık 2005) Merhum Üstad Cemil Meriç’in kızı Profesör Ümit Meriç hanımefendi ile yapılmış bir röportajı okudum. Hanımefendi başörtüsü ve tesettür konusunda şöyle diyor:
"Kıyamet niçin başörtüsü etrafında dönüyor?.. Çünkü başörtüsü kişilikli Müslüman duruşunun göstergesidir.
"Başımı örtüyorum çünkü varım... Başımı örtüyorum, çünkü kulum... Başımı örtüyorum, çünkü kendime söz verdim... Başımı örtüyorum, çünkü Allah’a söz verdim...
"Ha namusa uzanmış bir el, ha benim başörtüme uzanmış bir el, hiçbir fark yok.
"Başımı örtmem hususunda Türkiye içi ve dışı hiçbir hukukî mercie başvurmak istemiyorum.İdam edilecek dahi olsam, bu yasağın karşısında dururum. Ben bu yasağı, yaşama hakkıma saygısızlık olarak görüyorum. Bunu kişilik haklarıma saldırı olarak görüyorum. Bu benim namusumdur. Bu bir kimliktir."


Ümit hanımın yukarıdaki sözleri sıradan bir vatandaşın sözleri değildir. Profesör unvanına sahip değerli bir aydının sözleridir.

Başörtüsü meselesinin çeşitli boyutları vardır.

* Birinci boyut dinîdir. Tesettür Kur’ân, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sâbittir. Tartışılamaz. Hür Müslüman kadınlar için farz-ı ayndır. İnkâr etmemek şartıyla açık gezenler dinden çıkmazlar.İnkâr edenler dinden çıkar.

* İkinci boyut temel insan hakları ile ilgilidir. Demokrat ülkelerde vatandaşların dinî inanç ve uygulamalarına saygı gösterilir. Bir kadın inanıyorsa serbestçe başını kapatır, lâik devlet ona güçlük çıkartmaz. Meselâ lâik Fransa’da bütün üniversite ve yüksek okullarda başörtüsü serbesttir. Resmî liselerde yasaklanmıştır ama Katolik liselerinde, diğer özel liselerde serbesttir.Ayrıca Müslümanlara, o ülkede İslâm koleji açmaları imkânı ve fırsatı da tanınmıştır.

* Üçüncü boyut millî kimlikle ilgilidir. Türkiye kadınının tesettürü ve başörtüsü millî kimliğin bir simgesidir. Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde hanım, eşi Latife hanım tesettürlü idiler. Bunu kimse inkâr edemez.

* Dördüncü boyut demokrasi ve millî irade ile ilgilidir. Herhangi bir konuda ihtilâf ve çekişme olursa kamuoyuna müracaat edilir, bir referandum yapılır ve neticeye göre karar verilir. Türkiye’de halkın yüzde sekseni tesettürün serbest bırakılması taraftarıdır. Halkın seçtiği Millet Meclisi’nin çoğunluğu, hükümet de bundan yanadır. Ancak, kendilerini devletin, Millet Meclisi’nin, millî iradenin, hukukun, evrensel insan haklarının üzerinde gören bir zihniyet tesettür yasağı konusunda direnmektedir ve baskı yapmaktadır.

* Beşinci boyut millî mutabakat, toplumsal barış ile ilgilidir. Sokakta başı açık kızlarla başı kapalı kızlar gayet samimî, gayet candan arkadaşlık yapıyor, lâkin gizli bir irade bu hoşgörüyü gösteremiyor.

* Altıncı boyut hukukla ilgilidir. Türkiye’de başörtüsünü yasaklayan bir kanun yoktur. Bir şeyin suç olması için onu suç olarak kabul eden bir kanun olması ve bu kanunun suç saydığı şeye bir ceza getirmesi gerekir.Bizde böyle bir durum mevzuubahis değildir.

* Yedinci boyut bilgelikle ilgilidir. Bilgelik, bir ülkedeki çeşitliliklere hoşgörü ile bakar, bunu bir zenginlik olarak kabul eder. Başörtüsü konusunda yasakçı ve tabucu zihniyet bilgelikle (hikmetle) çatışmaktadır, hikmetin öngördüğünün tam zıddını yapmaktadır.

* Sekizinci boyut uluslararası uygulama ile ilgilidir. Dünyanın bütün medenî, demokrat, insan haklarına saygılı ve bağlı (sadece saygılı değil, aynı anda bağlı), hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş ülkelerinde bizde olduğu gibi baskıcı ve tabucu bir başörtüsü yasağı yoktur. Danimarka gibi Hıristiyan bir ülkede bile, televizyondaki bir programı Arap asıllı Danimarkalı başörtülü bir sunucu idare etmektedir. İngiltere’de ilkokuldan üniversiteye kadar bütün okullarda başörtüsü serbesttir. Bizde başörtülü kızların okullara ve üniversitelere sokulmaması vahim bir insan hakları ihlâlidir. Birkaç kızımız başta Avusturya olmak üzere hür ve demokrat ülkelere gitmişler ve oralarda başörtülü olarak okuyabilmektedir.Avusturya’da ve başka ülkelerde serbest de bizde niçin değil?

* Dokuzuncu boyut, bizdeki başörtüsü ve tesettür yasağının, küçük fakat güçlü bir azınlığın dayatmasından ibaret olduğudur. Bu yasak, adını vermeyeceğim azınlığın bazı agresif ve ültra elemanları dışında benimsenmemektedir. Ateist olduğunu açıkça ve samimî şekilde yazan Gülay Göktürk hanımefendi bile başörtüsü yasağına muhaliftir ve mağdur edilen Müslüman kızların haklarını savunmaktadır.

* Onuncu boyut, bu yasağın temel ve vaz geçilmez insan haklarından biri olan eşitliğe aykırı oluşudur. Başörtülü kadınlara, kızlara, öğrencilere karşı ayırımcılık yapılması, onların horlanması ve dışlanması, dinî inançları dolayısıyla başlarını örttükleri için tahsil haklarının çiğnenmesi, onlara ikinci sınıf vatandaş gözüyle bakılması son derece vahim bir insan hakları ihlalidir.

Dinî bir emir, bir farz olarak tesettür ve başörtüsünü kimseyle tartışmayız. Çünkü dinî inançlar tartışılmaz, bir realite olarak kabul edilir. Bu gibi konular ancak akademik ve ilmî planda yüksek, haysiyetli, ciddî, vakarlı, güçlü uzmanlar tarafından müzakere edilebilir, tartışılabilir. Mesele diğer boyutlarıyla tartışılabilir ve bu tartışmalarda tesettürü müdafaa edenler, tesettür yüzünden mağdur olan, eğitim hakları çiğnenen kadın ve kızları savunanlar daima haklı çıkacaktır.

Türkiye’nin devlet olarak, ülke olarak, halk olarak bir tesettür ve başörtüsü problemi yoktur. Bu konuyla ilgili kriz tamamen sun’î (yapay) ve düzmecedir. Türkiye halkı başörtülü kadınlarıyla ve başı açık kadınlarıyla toplumsal barış, millî mutabakat içinde yaşamaktadır. Tesettürlü hanımlarla açık hanımlar gayet iyi komşuluk yapmakta, açık ve kapalı genç kızlar karşılıklı sevgi ve saygı içinde oturup kalkmakta, gezip tozmaktadır.

Başörtüsü yasağı kesinlikle bir medeniyet gereği değildir. Öyle olsaydı, başörtüsü bütün medenî ve ileri ülkelerde serbest olmazdı.
Başörtüsünün gericilikle veya irtica ile de hiçbir ilgisi yoktur. İrtica nedir?Ceza hukukumuzda böyle bir suç yoktur. İrtica suçu ve tehlikesi bir kuruntudan ibarettir.

Merhum Turgut Özal zamanında böyle bir yasak yoktu.

Bugünkü yasak hep böyle devam edecek midir?Hayır, bir gün gelecek, akl-ı selim (sağduyu) galip gelecek ve baskılar, yasaklar ve tabular kaldırılacaktır.

Türkiye’nin karşısındaki en büyük tehlike ve tehditler kokuşma, haram yeme, insan hakları ihlâlleri, devlet ve belediye bütçelerinin hortumlanması, ülkenin borç tuzağına düşürülmesi, millî kimliğin tahribi, yabancılara toprak satılması, emanetlerin ehil olanlara değil de ehil olmayanlara verilmesi, eğitimin dejenere edilmesi, üniversitelerin YÖKtarafından gemlenmesi, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizlik gibi kötülüklerdir.

Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete / 22.04.2006
Go to top