Halis ECE
Tarihte 27 Mart günü; büyük devlet adamımız, ilim ve kültür insanımız, tarihçi-hukukçu-sosyolog… vb. daha pek çok vasfını sıralayabileceğimiz değerli şahsiyet Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)mızın doğum günüdür. Bu vesileyle kendilerini rahmetle anar, mübarek ruhlarına Fatihalar gönderirken, muhallet (kalıcı/klasik) eseri Tarih-i Cevdet’ten kısa bir anekdot sunmak istiyorum.
Bir buçuk asır öncesinden günümüze seslenen ilim adamımız, “bedevilikten medeniliğe geçişin bedeli” diye özetleyebileceğimiz sosyal vak’ayı ve neticelerini şöyle açıklıyor:
“Bizden evvel gelenlere gizli olmayan, tedkik edilmiş haberlere göre Devlet-i Aliyye, Kanunî Sultan Süleyman Han hazretlerinin saltanatı zamanına gelinceye kadar sâde, bedevîlerin vaziyetine yakın bir halde idi. Topraklar genişledikçe usûl ve kâideler konulmuş; gerek artan zenginliğe, gerekse tabiî olarak vaziyetin değişmesine rağmen, sefâhetin şâşaasına pek de arzu ve istek duyulmamıştı.
“Sultan Süleyman Hân devrinde ise, kısa zamanda birçok ülke daha Osmanlı toprağına katılmış, devletin sınırları genişlemiş ve memlekette yüksek derecede artan zenginlik, normal olarak vaziyetin değişmesine sebep olmuştur. Bu da, dünyada tabiatın gelişmesi îcâbıdır. O bakımdan, “Niçin oldu, Bedevîler gibi kalınmış olsa daha iyi olmaz mı idi?” denilemez. Böyle bir sual, zamanın mecburî hüküm ve emirlerini inkâr etmek olur. Zira tabiatın gidişine karşı koyup da eski vaziyetinde kalmakta direnen ve ısrar eden kavimler, boşluk ve yokluk denizine düşerler.” (Tarih-i Cevdet, 1. cilt, 5. Bölümün ilk parağraflarından kısmen sâdeleştirerek)
Paşamıza göre zamanın icap ettirdiği değişikliklere sırtını dönen devletler, şartların meydana getirdiği seller altında kalarak un-ufak olurlar. İdârecilerin/yöneticilerin vazifesi; mevcut sistemi geriye götürüp, eski vaziyete döndürmek değil, bugünkü ihtiyaçları göz önüne alarak zamanın şartlarına uymaktır.
Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı Devleti, Kanuni devrine kadar “bedevî” bir karakter arz etmektedir. Burada bedevî tâbiri, göçebe ve yörük mânâsından çok, medeniyetin lüks ve ihtişâmına dalmayan, sâdeliğini muhâfaza eden mânâlarında kullanılmıştır.
O bir içtimâiyatçı/sosyolog edâsıyla Kanuni devrine kadarki Osmanlı tarihini, bir yükselme ve genişlemeden çok, bedevîlik devri hasletlerinin muhâfaza edildiği hususi bir kuvvet ve enerjinin eseri olarak görmektedir.
Kanuni devri, âsâyiş ve huzurun temin edildiği, devletin mütemâdiyen/sürekli kuvvetlenip genişlediği, memleketin günden güne mâmur hâle geldiği, hazînelerinin dolup taştığı bir devirdir.
Fakat tam da bu devirde, yani bedevîlikten medenîliğe –mecbûren– geçildiği bu zirve noktasında, bir çok ihtilâlin, fitne ve fesâdın tohumları da atılmıştır.
Ona göre zirve, bir yükselişin nihâyeti değil, bir tahavvül ve istihâlenin (dönüşüm-transformasyon) başladığı noktadır. Kezâ ona göre Kanunî, devleti medenîleştirirken, içine, bozulmanın tohumlarını da atan kişidir.
Hulâsa olarak Paşamız, yıllar öncesinden seslenerek, medeniyetin bir bedelinin olduğunu, karşılaştığımız vak’aların/hâdiselerin/olayların bu bedelin faturasından başka bir şey olmadığını hatırlatıyor bizlere…
Mevlam, ruhunu pür-nûr eylesin… Cennet ve Cemâliyle müşerref kılsın… Bizlere de, onlara layık nesil olabilmeyi nasip etsin.
* * *
BATI’DAN BİRKAÇ GÜZEL SÖZ
• Âhireti inkâr eden bir medeniyet, hayatı inkârla son bulur. (Octavia Paz)
• Önemli olan insanlar, herkesin önemli olduğunun farkında olanlardır. (Malcolm S. Forbes)
• İnsanı Allah yaratmadıysa, insan niye yalnız Allâh'a teslim olunca mes‘ûd oluyor?.. Allah yarattıysa, niye insan ona isyân ediyor?.. (Blaıse Pascal)