Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerde, bir Ramazan Bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9’uncu Tümen’in genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde istemeye istemeye şunları söyledi:
— Hâfız, yarın Ramazan Bayramı! Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vaz geçiremedim. Ancak böyle bir şey, pek tehlikeli; yani senin anlayacağın, düşmanın arayıp da bulamayacağı toplu bir imhâ fırsatı olur. Münâsip bir dille bunu erâta sen anlatıver!..
İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nûr yüzlü bir zât çıktı ve:
— Evlâdım! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allah Teâlâ, nasıl dilerse öyle olur... dedi.
Ertesi sabah, herkesi hayrette bırakan İlâhî bir tecellî yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Mevlâ’ya kulluk aşkıyla dolup taşan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka bir mânevî heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga etrafa yayılıyor, semâya yükseliyordu. Nûr yüzlü ihtiyar zât, Fetih sûresinden bir kısım âyetleri tilâvet ederken, Müslüman-Türk askerlerinin gönüllerinden taşan kelime-i tevhid sesleri, birer îman sayhası hâlinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı.
İşte, tam da bu esnada İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zira muhtelif İngiliz müstemlekelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bir kısım Müslüman askerler, yine kendileri gibi Müslüman bir milletle savaştıklarını, işittikleri tekbir, tehlil ve tevhid seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizmiş, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kalmışlardı.