Halis ECE
Mihmendâr-ı Resûl Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.) hazretleri anlatıyor:
Bir adam Resûlüllah'a (s.a.v.) geldi ve:
— Öyle bir amel göster ki bana, işlediğimde beni cennete yaklaştırsın, cehennemden uzaklaştırsın, dedi.
Resûlüllah (s.a.v.) cevaben şöyle buyurdular:
— “Allâh’ı bir bilir, hiçbir şeyi ortak koşmazsın; namazı dosdoğru kılar, zekâtı (eksiksiz) verirsin. Akrabanla ilgilenir (onlara iyilik eder)sin.”
Adam ayrılınca da Resûlüllah (s.a.v.), “Eğer emrolunduğu vazifeleri yerine getirirse, cennete girmeyi hak eder” buyurdu. (Müslim, Îman, 14; Buhârî, Zekât, 1)
Bir başka rivâyette, yukarıda zikri geçen hadîs-i şerifte mutlak olarak yer alan namaz için, “mektûbe”; zekât için de “mefrûza” kaydını bulmaktayız. Aynı mevzûda ve makbul rivâyetlerden mutlak olanı, mukayyed olana göre te’vil edilir. Bu bir usûl kâidesidir. Dolayısıyla Resûlüllah'ın (s.a.v.) bu tavsiyelerine, “nâfile” ibâdetlerin dahil olmadığı, maksadın sadece farzlar olduğu anlaşılmaktadır.
Doğru yolu bulmalarına vesîle olması dolayısıyla bâhusus mü’minler için mahz-ı rahmet olan Peygamber Efendimiz’e, çok çeşitli şekillerde ve çok değişik mevzûlarda istekler arz olunmuş, sorular sorulmuştur. Efendimiz (s.a.v.) de, bu soru ve istek sahiplerine, onların ahvâl ve şartlarına en uygun cevapları vermiş, dünya ve âhiret saâdetine kavuşmanın yollarını göstermiştir. İşte yukarıdaki hadîs-i şerif de, böylesi bir istek ve cevap hâdisesini bildirmektedir.
Kimliğini tesbit edemediğimiz istek sahibi Müslüman; bütün İslâmî ibâdetlerin, işleyeni cennete yaklaştırıp cehennemden uzaklaştırıcı bir mâhiyet taşıyor olmasına rağmen, Resûlüllah Efendimiz’den bu vasıfta mûteber bir ameli sormaktadır. Hadîs-i şerifin Buhârî’de yer alan rivâyetinde, o anda Resûlüllah’ın çevresinde bulunan sahâbîlerin bu isteği hayretle karşıladıkları, “Buna ne oluyor? Ne diyor?” diye söylendikleri kaydedilmekte, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in ise, “Bu da onun ihtiyacı, merak mevzuu” buyurduğu belirtilmektedir.
Dikkat edilirse Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in verdiği cevap, aslında dini tamamiyle içine alacak ve isteğe birinci derecede cevap teşkil edecek mevzûları ihtiva etmektedir.
“Allâh’ı bir bilmek; hiçbir şeyi ne inançta, ne de ibâdette ona eş tutmamak” îman esaslarının başıdır.
“Namazın dosdoğru ikâmesi” bedenî ibâdetlerin; “zekâtın eksiksiz verilmesi” mâlî ibâdetlerin esasını teşkil eder.
“Akraba ile ilgilenmek” de insânî ve ictimaî/sosyal münasebetlerin, bir mânâda da muâmelâtın başlangıç noktasıdır. Tabii bunların hepsi birden İslâm itikâdının, İslâm ahkâm ve ahlâkının temel taşları olmaktadır.
***
N Ü K T E
SONRADAN GÖRME
İbn Asâkîr'in (rh.) Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsîde, Dâvud aleyhisselâmın şöyle söylediği haber verilmiştir:
“Elini, dirseğine kadar büyük bir yılanın ağzına sokup, yılanın bütün kolunu ısırması; evvelce fakir olup da sonradan zenginliğe kavuşan insandan (bir şey) istemekten daha iyidir.”
***
Evet, genellikle bu tiplerden hayır gelmez. İsteyene vermedikleri gibi, iyi muâmelede de bulunmazlar. Böylelerinden uzak durup, onlara ihtiyaç arz etmemeğe gayret etmelidir.
***
“İNSANLIK” ÜZERİNE ATASÖZLERİ
• Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde (olur).
• İnsan mihnette, altın mihekte belli olur.
• Hayvanın iyisi otlukta, insanın iyisi kıtlıkta (belli olur).