KELİME-İ ŞAHÂDET NEDİR?
Evet, İslâm’ın şartları hadîs-i şerifte belirtilen maddeler olmakla birlikte, Müslüman olmak için, ilk şart olan kelime-i şahâdeti kalple tasdik edip dil ile de ikrar etmek kâfidir.
Kelime-i şahâdet, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” kelimeleridir.
Kelime-i şahâdeti söylemek, yani Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığını, Hz. Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) onun kulu ve rasûlü olduğunu kalbiyle tasdik etmek, Müslüman olmak için temel şarttır. Bu, imanın özüdür.
Bir kimse, Allâh’tan başka ilah olmadığına inandığı, onun varlığını-birliğini, eşi-benzeri olmadığını tasdik ettiği halde, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini kabul etmiyorsa Müslüman olamaz. Kelime-i şahâdet bir bütündür; yarısına değil, tamamına inanmak gerekir.
***
İHLÂSLA SÖYLENEN “KELİME-İ ŞEHÂDET”İN AĞIRLIĞI
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bir gün, ihlâsla söylenmiş bir kelime-i şahâdetin, âhirette mü’minin terâzisinin sağ kefesini nasıl yükselteceğini şöyle anlatmışlardır:
“Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar kocamandır. Allah Teâlâ adama sorar:
- Bu defterlerde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak) sana zulm etmişler mi?
Kul:
- Hayır, ey Rabb’im, (hepsi doğrudur!) der.
Allah Teâlâ sorar:
- (Bunları işlemenden dolayı açıklamak istediğin) bir özrün (bir mâzeretin) var mı?
Kul:
- (Beyan edecek bir özrüm) yok, ey Rabb’im, der.
Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:
- Evet, senin bizim yanımızda (büyük ve makbul) bir de hasenen (iyiliğin) var. Biz bugün sana zulm etmeyeceğiz! buyurur. Hemen bir kart çıkarılır. Üzerinde, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah”(1) yazılı.
Sonra Allah Teâlâ buyurur:
- Ağırlığını (yani ibâdetlerini ve sâlih amellerini) hazırla!
Kul sorar:
- Ey Rabb’im! Bu defterlerin yanındaki şu kart da ne?
Allah Teâlâ ona (tekrar):
- Sana zulm edilmeyecektir! buyurur.
Hemen defterler mîzânın bir kefesine konulur, kart da diğer kefesine... Tartılırlar. Neticede defterler hafif kalır, kart ağır basar. Esasen Allâh’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz!” [Tirmizî, Sünen, İman, 17, Hadis no: 2639]
***
"KELİME-İ TEVHİD" VE EHEMMİYETİ
Süfyân bin Uyeyne (725-813) hazretleri buyurmuştur ki:
“Maddî hayatın devamı için dünyadaki su ne kadar mühimse, mânevî hayat için de, ‘Lâ ilâhe illallah’ kelime-i tevhîdi o kadar, hatta ondan daha fazla ehemmiyet arz eder.
“Bu kelimenin ulvî mânâsını kalbine-rûhuna sindirebilen kimse diridir. Bu yüksek mânâyı rûhuna nakş edemeyen kimse ölüdür. Zira Allah Teâlâ’nın kullarına ihsân ettiği nimetlerin en büyüğü bu kelimedir.”
Beyhakî’nin (rh.) Ebudderdâ’dan (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Yüz kere ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen (ve buna her gün devam eden) bir kimseyi, Allah Teâlâ kıyâmet gününde, yüzü ayın on dördü gibi parlak ve güzel olarak haşr edecek (diriltecek)tir. Ve o gün, o şahsın amelinden daha güzel bir amel, yükseltilip kabul edilmeyecektir. Ancak onun gibi veya daha fazla (Kelime-i tevhîd zikrine) devam eden kullar müstesnâ.”(1)
Ebû Ya’lâ’nın (rh.) Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Lâ ilâhe illallah’ demeniz ve istiğfâr etmeniz lâzımdır. O halde bu ikisini çokça söyleyiniz. Zira şeytan diyor ki: ‘Günah işlemek zevkini insanların kalbine atmak suretiyle onları helâk ederim. Onlar ise, Lâ ilâhe illallah (kelime-i tevhîdi) ve istiğfar ile beni helâk ederler. Bundan dolayı ben de, bu hâli gördüğüm vakit, onların heveslerini uyandırıp nefsânî arzuları ile bana uyanları helâk ederim. Halbuki onlar, hidâyet yolunda olduklarını zannederler.”(2)
“Lâilâhe illallah’ kelime-i tevhîdi, âfâkî ve enfüsî yani dıştaki ve içteki putların kırılıp atılması için konmuştur. Nefsin tezkiyesinde-temizlenmesinde çok faydalıdır... Nakşibendî yolunun büyükleri, nefsin temizlenmesi için bu mübârek cümleyi seçmişlerdir.
Bir şiir meali:
‘Mâ sivânın (Allah’tan gayri nefsin putlaştırdığı her şeyin) boynunu ‘Lâ ilâhe’ (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur) kılıcıyla vurmadıkça, ‘İllallâh’ (Ancak Allah vardır) köşküne kavuşamazsın.’
Nefis azgınlık, inat, ahdi bozmak ve fesatçılık (verdiği sözde durmamak ve bozgunculuk etmek) makamında bulunduğu sürece, kelime-i tevhîdi sıkça tekrar ederek imanı yenilemek gerekir.
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki, ‘İmanınızı lâ ilâhe illallah kelâmı ile yenileyiniz.’ Hatta bu kelimenin her zaman tekrar edilmesi lâzımdır. Çünkü nefs-i emmâre, devamlı olarak habâset (kötülük-fenalık) makamındadır.
Yine bu kelimenin faziletiyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den şu haber nakl olunmuştur:
‘Yeryüzü ve gökler terazinin bir kefesine, bu mübârek kelime de diğer kefesine konulsa, elbette bu kelime ağır gelirdi.’(3)
Hz. Ömer radıyallâhü anh anlatıyor:
“Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Kim çarşıya girince, ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr’(4) temcid (yüceltme-ululama) kelimelerini okursa, Allah ona bir milyon sevap yazar, bir milyon günahını affeder ve mertebesini de bir milyon derece yüceltir.”(5)
Bütün hadîs âlimleri, müfessirler, müellifler, şârihler bunu okuyan mü’mine verilen bu mükâfat ve müjde karşısında hayretlerini gizleyememişlerdir. O bakımdan bu duâyı kendimiz ihmâl etmediğimiz gibi, çoluk-çocuğumuza, yakınlarımıza, konu-komşumuza da mutlaka öğretmeliyiz. Bunun ehemmiyetini onlara da anlatmalıyız.
Tîbî rahımehullah’ın açıklamasına göre, çarşı-pazar gibi alış-veriş yerleri, hadîs-i şeriflerde, Allâh’ı zikre karşı en çok gaflet edilen mahaller olarak anlatılmıştır. Bir başka ifade ile buralar, daha çok şeytanın hükmünün geçerli olduğu ve askerlerinin toplandığı yerlerdir. O bakımdan buralarda zikir, şeytanla savaş ve onun askerlerini hezîmete uğratmak demektir. Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu hadîs-i şeriflerinde, şeytana karşı bu savaşı veren kimsenin Allah indinde kavuşacağı ecri-mükâfâtı müjdelemektedir.
Kişi, ecrini-sevabını düşünerek, çarşıya girmeden bu tevhid-temcid-tehlil kelimelirini okursa, oranın yoğun gafletine karşı tedbirini almış, şuur ve idrâkini zikre hazırlamış olur, gaflete düşmez.
Bu temcid kelimelerinin okunma şekli, mutlak olarak ifade edilmiştir; dileyen sesli okur, dileyen sessiz... Maneviyat erbabı rabıta ehli olan da kalben okur ki, en efdali de budur.
Ve yine Tîbî rahımehüllah der ki:
“Kim çarşıda-pazarda Allâh’ı zikrederse, o kişi, haklarında Cenâb-ı Hakk’ın, ‘Onları ne ticaret ve ne de alış-veriş, Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar’(6) buyurduğu zümreye-gruba dâhil olur.”
DİPNOTLAR
(1) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, Hadis no: 1003/1.
(2) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, Hadis no: 780.
(3) el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 1, 52.
(4) Mânâsı: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur (onundur). Hayatı da ölümü de o verir. Kendisi hayydır (diridir), ölümsüzdür. Her türlü hayır-iyilik onun elindedir. O her şeye kadirdir.”
(5) Tirmizî, Sünen, Dea‘vât, Hadis no: 3424.
(6) Kur’an-ı Kerim, Nûr sûresi, 24/37.