Selamün aleyküm hocam,

malum tv hocalari itikada talluk eden ayetleri (kader, sefaat) hevalarina göre tevil ediyorlar, bu teviller inkara burdanda küfre götürür mü? Cünkü son zamanlarda efendim kader var ama.... diyenler tv lerde cok boy göstermeye basladilar.

tevatürle gelen hadislerin inkari veya icma-i ümmetin inkari bir insani ne yapar. selam ve dua

*******

Ve aleyküm selam.

Kur’an-ı Kerim’i tefsir ilmi kıstaslarına göre değil de kendi heva ve heveslerine (arzu ve isteklerine) göre te’vil ve tefsir edenler hakkında Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şiddetli ikazları var.

Ayetlerin tefsirlerini, hadislerin şerhlerini ve müçtehitlerin açıklamalarını hiç dikkate almadan, hevâ ve hevesine, hatta kişinin kendi arzusuna göre Kur'an’ı tefsir etmeyi ve hadisleri şerh etmeyi yasaklayan söz konusu rivayetlerden bazıları şöyledir:

Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.”[Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir, bkz. Tefsir, 1]

Kim bilerek bana yalandan bir söz isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın. Kim de bilgisi olmadığı halde kendi görüşüne / fikrine dayanarak Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki / cehennemdeki yerine hazırlansın.” [A.g.e., Bu hadis de hasendir]

Kim de (bilgisi olmadığı halde) kendi görüşüne / fikrine dayanarak Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, o konuda isabet etse bile hata etmiş olur.”[Ebu Davud, Sünen, İlim, 5]

Hadis-i şerifler gayet açık. Bu bir sapıklıktır; bunların üzerine herhangi bir açıklama yapmanın gereksiz olacağı kanaatindeyim.

***

Kader'i inkâr

Eğer bu keyfi yorumlar Kader gibi İslâm’ın esaslarından birini inkâra müncer olursa, elbetette kişi kâfir olur. Çünkü İmanın altı şartından biridir. Kader’in varlığı Kitap, Sünnet ve İcma-ı ümmet’le sabittir. Kaderi inkâr edenlere İslâm akaidinden “Kaderiye” denir. Ebu Davud’un Sünen’inde rivayet ettiği bir hadiste mealen şöyle denilmektedir: “Kader yok diyenler bu ümmetin mecusileridir. Hastalanırlarsa ziyaret etmeyin. Ölürlerse cenazelerine gitmeyin. Onlar Deccâli’in taraftarıdırlar. Deccâl çıktığında şayet yaşıyorlarsa, ona iman eder Allah’ı inkâr ederler. Deccâle kadar yaşamazlar ona yetişemezlerse, Mahşere çıkarken mutlaka Deccâlin tarafında olacaklardır.”

Evet bu derece kesin bir hüküm. Rabbim muhafaza buyursun.

***

Ş e f â a t

Şefaat’e gelince... Şefaati inkâr eden de Ehl-i Sünnet çerçevesinde olamaz. Şefaatle ilgili müteaddit ayet ve hadisler mevcuttur. Bu sebeple ahirete iman götürebilirlerse de, inanmadıkları şefaatten mahrum kalacakları muhakkaktır.

Evet, bizim inancımızı göre Şefaat haktır. Nitekim Ehl-i Sünnet akaidinin temel eserlerinden olan manzum Emâlî’nin 58’inci beytinde şöyle denilmektedir: “Ve mercüvvün şefâatü ehli hayrin / Li ashâbi’l-kebâiri ke’l-cibâli: Dağlar gibi günahları olsa da, iyilerin büyük günah işleyenler için şefaatleri umulur”. Zira Allah’ın rahmeti çok daha büyüktür. O’nun izniyle evvela Peygamberimiz (s.a.v.) şefaat edecektir. Sonra diğer sâlihler, şehitler, hâfızlar, âlimler şefaat ederler. Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.)  şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e girecekler de olacaktır. [Buhârî, Sahih, Tefsir, Sûre 18; Müslim, Sahih, İman, 84]

Maamafih şefaati inkar edenler hakkında takip edilmesi gereken en ihtiyatlı yol, onları tekfir etmemektir. Her ne kadar ehl-i bid’atten sayılıp sapıklıkla itham olunsalar da... Neticede, şefaate inananların kaybedecekleri, inkâr edenlerin de âhirette kazanacakları bir şey olmayacaktır.

***

Mütevâtir hadisin hükmü

Hadis-i şerifler inanan insanların hayatlarını şekillendirme yönüyle tartışma götürmez bir ehemmiyet arz ederler. Bu tesir, ilk plânda çoğu zaman mütevâtir, meşhur, âhad taksimine ihtiyaç olmaksızın pratik hayatta hükmünü icra eder; ki bunun böyle olduğu hususunda, şâz bazı eğilimleri nazar-ı itibare almazsak, ümmet arasında bir mutabakatın varlığını ifade edebiliriz.

Mütevâtir hadisler, fıkhî hükümlere dayanak olmaları açısından ayrı bir önem taşırlar. Ümmetin genel kabulüne mazhar olmuş bir haber, ümmetin o meseledeki icma’ dokunulmazlığını ifade eder. İmam Serahsî (rh.), Usûlü'nde mevzuya geniş yer verir. O'na göre: Mütevâtir hadisler, Cenâb-ı Hakk'ın bir hikmet tecellisidir. Bu esas, ilâhî ahkâmın, rasûllerin vefatı ile sona ermeyip devam etmesi, hususiyle Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) kıyamete kadar devam edecek olan risaletinin sürekliliği açısından ayrı bir kıymeti haizdir. Bu irtibat da ancak kesin bilgi ile hakiki mânâda gerçekleşebilir. [Serahsî, Usûlü's-Serahsî, c. 1, s. 284] Asr-ı Saadete yetişemeyen Müslümanlar dinleri ile alâkalı bazı mevzulara Rasûlullah’ın (s.a.v.) mübarek ağzından dinliyormuşçasına ulaşabilmeliler ki, arzu edilen o güçlü irtibat hakkıyla tahakkuk etsin.

Yine İmam Serahsî (rh.), mütevâtir hadisin hükmü ile alâkalı olarak 'Bizim mezhep alimlerimize göre tevâtür ile sabit olan haber zarurî ilim ifade eder.' demektedir. [Serahsî, Usûlü's-Serahsî, c. 1, s. 291; Abdü'l Aziz el-Buharî, Keşfu'l-Esrar an Usûli Fahri'l-İslâm el-Pezdevî, c. 2, s. 659]

Hucciyyetü's-Sünne müellifi, hadisin şer'î delil olma özelliğinden bahsederken şöyle der: 'Mütevâtir haberi inkâr eden, orada Rasûlullah’tan (s.a.v.) gelen bir şeyi inkâr ettiği için, yani din ifade eden bir şeyi inkârından dolayı küfre girmiş olur. Yoksa Bağdat'ın varlığını inkâr eden kimse niye küfre girsin ki!" [Abdü'l-Ganî Abdü'l-Halık, Hücciyyetü's-Sünne, s. 253]

Fahru'l-İslâm İmam Pezdevî, mütevâtir hadis olarak tesbit edilen bir haberi inkâr edenin ve bu habere muhalif hareket eden kimsenin küfre düşeceğini ifade eder. [Abdü'l-Aziz el-Buharî, Keşfu'l-Esrar, c. 2, s. 671] Yine el-Kâsımî, mütevâtir haberler ile amel etmenin zorunlu olduğunu çünkü bu haberlerin ilm-i zarurî ifade ettiğini belirtir. [M. Cemaleddin el-Kâsimî, Kavâidü't-Tahdis min Fünuni Mustalahi'l-Hadis, s. 151; İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 42.]

Netice olarak denilebilir ki;

Mütevâtir hadisler, dinî hükümlerin kat'î mesnedleridirler. Şartların tam tahakkuk etmesi halinde, mütevâtir hadisin inkârı kişiyi imanî açıdan tehlikeli bir duruma sokmaktadır.

***

İcma’ ve dereceleri

Ashab-ı kiramın, açıkça ve her asrın icma’ı ile haber verilmiş olan icmaları, âyet-i kerime ve mütevatir olan hadis-i şerif gibi kuvvetlidir, inkâr eden kâfir olur.

Ashab-ı kiramdan bazısının icma’ edip, diğerlerinin sükût ettikleri icma’ da, kesin delildir, ama inkâr eden kâfir olmaz.

Ashab-ı kiramın ihtilaf ettikleri bir hükümde, sonra gelenlerde hâsıl olan icma’ olup, haber-i âhad ile bildirilen hadis-i şerif gibidir. Bununla amel vacip ama, iman vacip değildir.

Bir asırdaki müçtehitlerin bir kısmının içtihadını, diğerleri işitince susup reddetmezlerse, Hanefi mezhebine göre icma’ olur, Şâfiîlerde ise icma’ olmaz.

İcma' delil değildir diyen kâfir olmaz; fakat bid’at sahibi olur. Dinde zaruri olan, yani avamın da bildikleri icma' bilgilerine inanmayan kâfir olur.

***

Dilerseniz Kıyas’ı da ilave edelim.

Kıyas lûgaten, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Kıyas, Kur'an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin, derin ve örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Ashab-ı kiram da Kıyas yapardı, dolayısiyle onların da ayrı ve farklı mezhepleri vardı.

Kısacası Kıyas’ın dinde delil olduğu aklen ve naklen sabittir. O bakımdan Kıyası inkâr sapıklıktır. Kitap ve Sünnet’teki Kıyas’a dair delilleri inkâr etmek ise küfür olur.

İbni Âbidin (rh.), “Kıyas ile anlaşılan bilgileri kabul etmeyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme gireryani cezasını çeker buyuruyor.

Go to top