Öncelikle ALLAHU TEALA'NIN rahmeti ve bereketi, Peygamber Efendimizinde şefaati üzerinize olmasını dua ederek soruma başlamak isterim... Hocam 3 farklı konuda sorum olacak size.
1. İsa (a.s.) Bedenen mi yeryüzüne gelecek yoksa başka bir bedenle ruhaniyeti mi dünya'ya teşrif edecekler?
2. Sorum ise benim için daha da önemli... Kıyamete kadar yaşayacak olan Hızır ve İlyas (a.s) -daha da başka peygamber var mı bilmiyorum- Mehdi (a.s)'ın yanında yer alıp Allah'ın dinine ve kitabına hizmet edecekler mi? Yada Mehdi (a.s) ile beraber belli bir ilişkileri yada yanı başında bir görevleri başka bir isimle hizmetleri olacak mı? Yoksa darda kalan müslümanlara yardım etmekle mi görevlerini ifa edecekler?
3. Sorum ise. Bir insan, 1. Kat semanın en alimi olması için kendisinin bir peygamber yada peygamber ruhaniyetine sahip olması gerekir mi?
Hocam sorularım biraz karışık oldu hakkınızı helal etmenizi istiyorum, şimdiden Allah sizden razı olsun, Allah'a emanat olun... Selam ve dua ile...
*******
Ve aleyküm...
1- “İsa (a.s.) Bedenen mi yeryüzüne gelecek yoksa başka bir bedenle ruhaniyeti mi dünya'ya teşrif edecekler?" Bu maddenin cevabı için lütfen bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/509-nuzulu-isa-as-ve-hz-mehdi-ks.html
***
2- “Kıyamete kadar yaşayacak olan Hızır ve İlyas (a.s) -daha da başka peygamber var mı bilmiyorum- Mehdi (a.s)'ın yanında yer alıp Allah'ın dinine ve kitabına hizmet edecekler mi? Yada Mehdi (a.s) ile beraber belli bir ilişkileri yada yanı başında bir görevleri başka bir isimle hizmetleri olacak mı? Yoksa darda kalan müslümanlara yardım etmekle mi görevlerini ifa edecekler?”
Bazı müfessirlerin beyanı şöyledir:
"Bugün hayatta olan dört peygamber (aleyhimüsselâm) vardır. Bunların ikisi yerde, ikisi de göktedir. Yerdekiler Hızır ve İlyas, göktekiler ise İdris ve İsâ’dır (aleyhimüsselâm)."
İsa aleyhisselâm hakkında 1’inci maddede geniş açıklamalar bulunduğu için ondan bahse gerek yok. Burada Hz. İdris ve diğerlerinden söz etmeye çalışalım.
İdris aleyhisselâm da İsa aleyhisselâm gibi normal bir ölümle vefat etmemiş, Allah Teala’nın izniyle göğe yükseltilip alınmıştır.
Kaynaklar onun, İsâ aleyhisselâmla birlikte aynı hayat tabakasında dünyevî cisimlerini muhafaza ettiklerini... Ancak dünyevî ihtiyaçlardan kurtulmuş bir şekilde yaşadıklarını bildirmişlerdir.
İdris aleyhisselâm Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerdendir. Şit aleyhisselâmın torunlarından olup asıl ismi Ahnûh veya Hanûh’tur. Kur’an-ı Kerim’de İdrîs diye bildirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için “Müselles bi’n-Ni’me” (üç nîmetle nimetlendirilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet’tir. Bâbil’de veya Mısır’da Mûnif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiş... Diri olarak göğe kaldırılmıştır.
Hz. Adem ve Şît aleyhimesselâmdan sonra insanlar maddeten ve mânen bozuldular. İdrîs aleyhisselâm, içinde yaşamış olduğu, Kâbil’in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bildirdi ve Allah Teâlâ’ya kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allah Teâlâ ona otuz suhuf (sayfa) gönderdi. Cebrâil aleyhisselâm dört defâ gelerek Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını haber verdi.
İdrîs aleyhisselâm, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, ahir zaman nebisi Hâtemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) bütün vasıflarını tafsilatıyla bildirdi. Kendisinden sonra meydana gelecek olan Nûh Tûfânı’nı haber verdi ve Peygamber olduğunu isbat eden birçok mûcizeler gösterdi. Fakat kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı geldi. Bunun üzerine İdrîs aleyhisselâm yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır’a hicret etti. İmân edenlerle birlikte burada yerleşti. Hz. Allah ona yetmiş iki lisanla konuşmayı öğrtti. Böylece her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti.
İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idarecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet de öğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pekçok şehirler kurdu.
İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pek çok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Hz. Mevlâ ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesâp ilmini öğretti. Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1143-islam-da-burclarin-yeri-nedir.html İdrîs aleyhisselâm kavmine kalem ile yazı yazmayı, iğne ile dikiş dikmeyi öğretti. Öğrettiği ilimler, Allah’ın (c.c.) bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu ilimlere ulaşamazdı. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdrîs aleyhisselâmın kitâbından aldılar.
***
İdrîs aleyhisselâm, uzun seneler insanları hak dîne dâvet etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselâm, İdrîs aleyhisselâmı ziyârete geldi. İdrîs aleyhisselâm, Azrâil’e:
- “Bir anlık benim rûhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrâil aleyhisselâma;
- “Onun rûhunu al!” diye vahyetti. Azrâil aleyhisselâm rûhunu aldı. Allah Teâlâ, İdrîs aleyhisselâmın rûhunu tekrar iâde etti. İdrîs aleyhisselâm, Azrâil aleyhisselâma;
- “Beni semâlara götür. Cennet’i ve Cehennem’i göreyim.” dedi. Allah Teâlâ, Azrâil’e onu semâya götürmesini, Cehennem’i ve Cennet’i göstermesini vahyetti. İdrîs aleyhisselâma Cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine;
- “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allah Teâlâ, ‘Her nefis ölümü tadacaktır.’ buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allah Teâlâ, ‘Herkes Cehennem’e uğrayacaktır.’ buyurdu. Ben oraya uğradım. Allah Teâlâ, ‘Onlar oradan (Cennet’ten) çıkmayacaklardır.’ buyurdu. İşte ben bunun için Cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrâil’e vahyedip, İdrîs aleyhisselâmın Cennet’te kalmasını bildirdi. İdrîs aleyhisselâm böylece Cennet’te kaldı. Bu husus Kur’an-ı Kerîm’de, “Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık.” [Meryem sûresi 57] buyrulmak sûretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerîmede bildirilen “yüce mekân”dan murâdın, peygamberlik ve Allah Teâlâ’ya yakınlık mertebesi veya Cennet yahut altıncı yahut da dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir.
Nitekim aşağıda gelecek, Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadîs-i şerîfte, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Mî’râca çıktığı zaman, Hz. İdrîs’i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdrîs aleyhisselâm diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi ilah sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.
İdrîs aleyhisselâm, ağaçların yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken “Bi-adedi’l-evrâk (Ağaçların yaprakları adedince)” diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini îmâna dâvet ettiği zaman, yıldızların hey’eti, durumu ve diğer husûsî hâllerini açıklamasını istediler. İdrîs aleyhisselâm bunu geniş olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için “nücûm ilmi” Hazret-i İdrîs’den kalmıştır, denir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazîfesini, tesbihini bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Hz. Allah’ın İdrîs aleyhisselâma verdiği mucizelerdir.
İdris aleyhisselâmın on hususiyeti vardır.
1) Mürsel bir peygamberdir.
2) Kendisine otuz suhuf inmiştir.
3) Yıldız ilmini o geliştirmiştir.
4) ilk yazı yazan odur.
5) Terzilik sanatını o bulmuştur.
6) Cihad için harp aletleri keşfetmiştir.
7) Allah Teâla’nın ismini ve dinini yaymak için ilk defa cihad etmiştir.
8) Harpte kâfirleri esir almak ondan kalmıştır.
9) Elibise giymek onun âdetidir.
10) Kumaştan elbise diken odur, ona gelinceye insanlar deriden giyinirlerdi.
***
İdrîs aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bazıları
“Akıllı kimsenin rütbesi yükseldikçe, tevâzuu (alçak gönüllülüğü) artar.”
“Câhil; mertebesi yüksek olsa da, basîret ehlini hakîr ve aşağı görür.
“Dostlar arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.”
“İnsanda bulunan en fazîletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey sâlih ameldir.”
“İyi hasletlerin en üstünü; kızgınlık halinde doğruluk, sıkıntı halinde cömertlik, ceza vermeye gücü yettiği halde affetmektir.”
Kur’ân-ı Kerîm’in Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde İdrîs aleyhisselâmla ilgili şöyle buyrulmuştur:
“Kitapta İdris'i de an; çünkü o, çok sâdık (özü, sözü pek doğru) bir peygamberdi.” [Meryem sûresi, 56]
“İsmâil’i, İdris’i, Zülkifl’i de (yâdet, an. Bunların) her biri de sabr (ve sabırda sebat) edenlerdendi.” [Enbiyâ sûresi, 85]
***
Hz. Enes’in Mâlik İbnu Sa'sa'a’dan (r.anhuma) naklen anlattığı uzunca Mi’râc hakkındaki hadiste, İdris aleyhisselâmla ilgili kısım şöyledir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Mi’rac'a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki;...
“...Sonra Cebrâil beni dördüncü semâya çıkardı. Kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mi’râc davetiyesi indi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hz. İdris (a.s.) ile karşılaştık. Cebrâil (a.s.):
"Bu İdris'tir, ona selâm ver!" dedi. Ben selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra bana:
"Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!" dedi. [Hadisin tamamı için bkz. Buhari, Sahih, bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menâkıbu'l-Ensâr 42; Müslim, Sahih, İman 264 (164); Tirmizi, Sünen, Tefsir, İnşirah, (3343); Nesâî, Sünen, Salât 1, (1, 217-218)]
Hızır ve İlyas aleyhimesselâm hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/570-hizir-aleyhisselâm-yasiyor-mu.html
Bu hususta ilave bilgi
Kur’an-ı Kerim’de Hızır aleyhisselâmın açıkça diğer peygamberler (aleyhimüsselâm) gibi adı geçmemekle beraber, ona da bir peygamber olarak inanmak gerekir. Ancak bu inanç sarih bir nassa değil, içtihada dayandığından, yani delâleti açık olmadığından onu velî kabul edip peygamberdir demeyen bir insan da tekfir edilmez. İcmâlî olarak bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm) iman etmek farzdır. Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlere ise, ayrı ayrı iman etmek farzdır. [Salah Abdulfeltah el-Hâlidî, Mâ Kısâsi’s-Sâbıkîne fi’l-Kur’ani, Dâru’l-Kalem, Dımaşk, 1989, birinci baskı180]
Her ne kadar bazı zâhirî ilim erbabı aksini iddia etse de, Hızır aleyhisselâmın yaşadığına dair bilgiler, Ehl-i Sünnet âlim ve mutasavvıflarının pek çokları tarafından haber verilmiştir. Bunlar arasında; Cüneyd-i Bağdadî, Serî es-Sakati, Bişr el-Hafî, Muhyiddin ibn Arabî, Ebu Talib el-Mekkî, İsmail Hakkı Bursevî, Hâkim et-Tirmizî, İbrahim ibn Edhem, Mâruf el-Kerhî, Amr ibn Dinar, el-Yâfiî ve nihayet son devir dersiâmlarından Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiye silsilesinin son halkasını teşkil eden büyük âlim, ârif ve fâzıl Süleyman Hilmi Tunahan (kaddesalluhu esrarahum) hazeratı gibi her bireri sika olan meşhur zevat-ı kiram bulunmaktadır. Yaşadığına dair delil olarak da Hz. Hızır’ın zaman zaman ümmetten bazılarıyla görüştüğü ve belirli yerlerde onlara göründüğü nakledilmektedir.
İmam Nevevî (rh.), Hızır aleyhisselâmın hâlâ aramızda yaşadığına dair, evliyâullah, salah ve mârifet ehli arasında bu mevzuda ittifak bulunduğu ve kendisini gördükleri, onunla konuştukları, kendisinden birtakım bilgiler edindikleri, ona sorular sorup cevaplar aldıklarına ait anlatılanların-yazılanların inkârı kabil olmayacak derecede çokça bulunduğunu kaydeder. Teşrif ettiği mübarek yerlerin de sayılamayacak kadar fazla ve gizlenemeyecek kadar açık bulunduğunu belirtir. [Nevevî, Tehzibu’l-Esmâ ve’l-Lûgat, 1, 176-177; Sahih-i Müslim Şerhi, 15, 135-13; Yine bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 6, 130; el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 15, 322]
Hz. Hızır ve İlyas aleyhimesselâm hem Hz. Mehdî’ye (aleyhirrahmeti verrıdvân) hem de ümmetin tamamına yardımcıdırlar. Kur’an-ı Kerim’de iki defa adı geçen Hz. İlyas Peygamber, işleri-vazifeleri bakımından halk arasında Hz. Hızır’ın ikiz kardeşi gibi görülür. İkisi birlikte bengisu (âb-ı hayat / hayat suyu) kaynağından içmişlerdir. Ve yine eserlerde anlatıldığına göre Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) gelen ilk vahiy sırasında Hz. Hızır’la Hz. İlyas aleyhimesselâm da yanındaydı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz onlara; “Ey Hızır, çölde ümmetimin imdadına koşmak sana düşüyor; ümmetime deryada yardım etmek de, ey İlyas, sana düşüyor” demiştir. Bununla birlikte ekseriyetle insanlar arasında Hz. Hızır’ın denizlerin, Hz. İlyas’ın da karaların koruyucusu olduğuna inanılır. Öyle veya böyle olması bir şeyi değiştirmez, neticede onlar bu ümmetin yâr ve yardımcılarıdırlar.
Hızır aleyhisselâmın özellikleri hakkında çok çeşitli görüşler vardır. ed-Diyarbekrî Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan’ın (rh.), Târîhu'l--Hamis fî Ahvâli Enfesi Nefis’te naklettiğine göre, Hz. Hızır’ın başlıca hususiyetleri şunlardır:
‘Velî olarak üç defa adıyla çağrılınca; insanları hırsızlığa, boğulmaya, yangına, yılana ve akrebe karşı korur. Her cuma Zemzem kuyusundan su içer. Cuma namazlarını Mekke’de ve Medine’de, Kuba’da, Cebel-i Zeytun’da kılar.’
***
3- Üçüncü sorunuz: “Bir insan, 1. Kat semanın en alimi olması için kendisinin bir peygamber yada peygamber ruhaniyetine sahip olması gerekir mi?”
Sevgili kardeşim; Cenab-ı Hakk’ın kudreti nelere kadir değildir ki, bunu kafana takmışsın... Düşünsene; evvelîn ve âhirinin ilminin tamamını verdiği Habîb-i Edîb’i Efendimiz (s.a.v.) ümmî değil mi? Keza “Bu ümmetin (hakikat) âlimleri, Benî İsrâil’in peygamberleri gibi” değil mi? Ve yine “Ümmetin (hakikat) âlimleri, Peygamberlerin vârisleri” değil mi? Bunun nesini sorguluyorsunuz ki? Mevlâ-yi zû’l-Celâl için neyin zorluğu olur ki, bunun güçlüğünden ya da muhâl olabileceğinden bahsedebilelim?
Allah Teala, dilediğini dilediği zaman ve zeminde dilediği gibi yaratır. Yaptığından ve yarattığından da sual olunmaz. Tabir caizse, kimseye hesap vermez! Lütfen, bu kadar basit meselelere sadece kuru akılla-mantıkla ve zâhirî bilgiler perspektifinden bakıp kafanıza takmayınız... Biraz da Ehl-i Sünnet akaidi ve bâtın penceresinden bakmaya çalışınız. Yoksa kafanız -eskilerin tabiriyle- “Arap (zenci) saçına” döner. Günümüz âmiyane tabiriyle “bulaşık teline” dönüşür. İçinden de çıkamazsınız! İlim-akıl ve mantığın durduğu yerde, imanı-inancı-nakli devreye sokunuz. Vesselâm...
Fî emânillâh...