Halis bey Allah sizden razı olsun. Sorum rüyalar ile ilgili. Rüyaların yorumlandığı gibi çıktığı doğru mudur? Bu konuyla ilgili rivayetler mevcut mudur? Doğru ise rüyalarımızı anlatmaktan sakınmalı mıyız? Teşekkür ederim.
*******
Rabbim (c.c.) cümlemizden razı olsun.
Sevgili kardeşim, bildiğiniz üzere rüya ve rüya yorumlarıyla ilgilenmiyoruz. Ancak sorunuz rüyanın biraz farklı yönleriyle alakalı olduğu için cevaplamaya çalışalım.
1- “Rüyaların yorumlandığı gibi çıktığı doğru mudur? Bu konuyla ilgili rivayetler mevcut mudur?”
Doğrudur. Rüyalar umumiyetle yorumlandığı gibi çıkar. Bu hususta hadis-i şerifler vardır. Bunlardan birkaçını nakletmeye çalışalım.
İmam Hâkim'in (rh.) rivayetine göre Enes (r.a.) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Rüya, tabir edildiği şekilde gerçekleşir. Bunun misâli ise, ayağını kaldıran ve onu yere koyacağı zamanı bekleyen kimsenin durumuna benzer. Buna göre sizden herhangi bir kimse bir rüya görecek olursa, onu ya kendisinin iyiliğini isteyen samimi birisine ya da âlim bir kimseye anlatsın; başkasına anlatmasın." [Hâkim, el-Müstedrek, IV, 391 "senedi sahih olup, Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir" demiş, Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Aynı şekilde el-Elbânî, Silsüetu'l-Ahadîsi's-Sahîha, 120'de sahih olduğunu belirtmiştir.]
Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin, Ebu Rezin el-Ukaylî'den (rahımehumullah) rivayetlerine göre Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Rüya yorumlanıncaya kadar uçan bir kuşun ayağı üzerindedir. Yorumlandı mı düşer." Yani o hayır ya da şer türünden olsun, cereyan eden bir kadere ve yerini bulan bir kazaya göre gerçekleşir. Şüphesiz ki bu Allah'ın o rüya sahibine ayırdığı bir paydır. Bu da Arapların, “Onlar bir evi kendi aralarında paylaştırdılar. Filanın o evdeki payı çıktı (kuş ile aynı kökten gelen "tara’" lafzı ile)" ifadelerinden alınmıştır ki, onun payına düştü, payı çıktı demek olur. Ayrıca bir kimseye ait söz ya da başka bir şey olsun, hareket etme hasletine sahip olup, bir kimseye ait oluyorsa ona "tâir" denilir. Anlatılmak İstenen şudur: Rüya, onu ilk yorumlayan kimsenin yorumladığı (gibi çıkacak demek)dır. Sanki rüya uçan bir kuşun ayağı üzerindedir de yorumlandığı vakit ayağından düşer ve tahakkuk eder. Tıpkı uçan kuşun üzerindeki bir şeyin düşmesine benzetilmiştir. [İbnu'1-Esir, en-Nihaye, II, 204]
Râvi dedi ki: "Zannederim şöyle de buyurdu: 'Bu sebeple rüyasını ancak sevdiği bir kimseye [Ayrıca bkz. Tuhfetu'l-Ahvezî, VI, 559] ya da görüş sahibi birisine anlatsın." [Ebû Dâvûd, Sünen, IV, 305, H. no: 5020; Tirmizî, Sünen, IV, 465, Rüya 6, H. no: 2278, ‘Hasen, sahihtir’ diyerek; İbn Mâce, Sünen, II, 1288, Rüya 6, H. no: 3914; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 390'da sahih olduğunu belirtmiş, Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XII, 450'de hasen olduğunu kaydetmiştir]
Dârimî'nin (rh.) rivayetine göre Peygamberimizin (s.a.v.) hanımı Âişe (r.anha) validemiz şöyle demiştir:
“Medinelilerden ticaretle uğraşan ve zaman zaman çeşitli yerlere giden kocası bulunan bir kadın vardı. Kocası her gittiğinde bu kadın bir rüya görürdü. Hemen hemen kocası gittiği her seferinde de hanımını hamile bırakır giderdi. Bu hanım da Rasûlullah’a (s.a.v.) gelir ve şöyle derdi:
“Kocam ticaret yapmak üzere çıkıp gitti, beni de hamile bıraktı. Rüyada gördüğüme göre evimin direği kırılıyor ve ben bir gözü kör bir çocuk doğuruyorum.” Rasûlullah (s.a.v.) de ona şöyle derdi:
"Hayırdır, kocan yüce Allah'ın izniyle sana sağlıklı bir şekilde geri dönecek ve sen hayırlı bir evlat doğuracaksın."
Bu rüyayı iki ya da üç defa görürdü, her seferinde Rasûlullah’a (s.a.v.) gelir, o da ona bunu söylerdi. Kocası döner ve bir oğlu dünyaya gelirdi. Yine bir gün Rasûlullah’ın (s.a.v.) bulunmadığı bir sırada daha önce geldiği gibi geldi. Yine o rüyayı görmüştü. Ben ona:
“Ey Allah'ın kadın kulu, Rasûlullaha’a (s.a.v.) neyi soracaktın?” dedim. Kadın:
“Ben bir rüya görürdüm, Rasûlullah’a (s.a.v.) gelir, o rüya hakkında ona sorardım. O da “Hayırdır”, derdi ve dediği gibi olurdu”, diye cevap verdi. (Hz. Âişe r.anha) dedi ki:
“Bana bu rüyanı anlat.” Kadın:
“Rasûlullah (s.a.v.) gelip de daha önce anlattığım gibi ona anlatıncaya kadar söylemeyeceğim” dedi. Allah'a yemin ederim rüyasını bana anlatmadan onu bırakmadım. (Anlatınca ona) şöyle dedim:
“Allah'a yemin ederim. Eğer rüyan doğru çıkarsa mutlaka kocan ölecek ve sen günahkâr bir çocuk doğuracaksın.” Kadın oturdu, ağladı. Rasûlullah (s.a.v.) geldiğinde) onun için:
"Ey Âişe, buna ne oluyor" diye sordu. Hz. Âişe (r.anha) ona durumu bildirdi ve rüyasına yaptığı yorumu da aktardı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Öyle yapma ey Âişe! Müslümanın bir rüyasını yorumlayacak olursanız onu hayra yorumlayınız. Çünkü rüya onu yorumlayanın yorumladığı şekilde ortaya çıkar. Allah'a yemin ederim kocası öldü ve zannederim doğurduğu çocuk da günahkâr birisi idi.” [Dârimî, Sünen, II, 174, no: 2163; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XII, 450'de ‘hasen’ olduğunu belirtmiştir. Ancak hadisin senedinde Muhammed b. İshak vardır. Muhammed b. İs-hak ise tedlis yapan bir râvidir. Burada ise "tahdis"den açıkça sözetmemiştir.]
Said b. Mansur da Atâ'dan (rahımehumallah) şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Rüya tev’il edildiği şekilde çıkar, denilirdi." [İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XII, 450'de senedinin sahih olduğunu belirtmektedir]
Bu hadisler rüyanın yorumlandığı gibi çıktığı hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Şunu söylemek mümkündür: Allah Teala rüyanın gerçekleşmesini takdir buyurmuş ise, rüya yorumcusunun gerçekleşeceği şekilde o rüyayı yorumlamasını takdir eder.
İşte bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.) bizlere rüyayı ancak bu işi bilen ya da samimiyetle öğüt verecek kimselere anlatmamızı irşad buyurmuştur. Bir başka rivayette ise, ‘rüyayı sadece bizi seven ya da görüş sahibi olan birisine anlatmamız’ belirtilirken; bir başkasında da, ‘ancak oldukça zeki ya da bizi seven birisine anlatmalıdır’, denilmektedir.
İbnü'l-Arabî (rh.) der ki: Bilen birisine anlatmanın sebebi, onu (rüyayı) elinden geldiği kadarıyla hayra yorumlamaya çalışacağındandır. Samimiyetle öğüt veren birisine anlatmanın sebebi ise, o kimsenin, rüyayı gören kişiye fayda sağlayacak ve bu hususta ona yardımcı olacak yollan göstereceğindendir. Zeki ise -o da rüya yorumunu bilen kimse demektir- rüya görene bu hususta esas olan şeyleri öğreteceğinden ya da susacağından ötürüdür. Seven bir kimse de bir hayır bilirse söyler, bilmez ya da şüphe ederse susar.
Onların yaptıkları yorumun, rüyanın bir cihetten dahi olsa muhtemel bir şekilde yorumlanması ve her bakımdan katıksız hatalı bir şekilde yorumlanmamış olması ile kayıtlı olduğu şüphe edilmeyecek hususlardandır.
İşte İmam Buhârî (rh.) şu sözleriyle bu hususa işaret etmiş bulunmaktadır: "Rüya, isabetli yorumlamadığı takdirde ilk yorumlayanın yorumu gibi çıkmaz’, görüşünü benimsemeyenler, daha sonra rüyada bir gölge gören ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) tarafından rüyası yorumlanan adamla ilgili hadisi zikretmektedir. [Bkz. Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha, I, 188]
Ebu Ubeyde ve bazıları (r.anhum) da şöyle demiştir: "Rüya ilk yorumlayana aittir. (İlk yorumlayanın yorumu gibi çıkar)" sözü şu demektir: İlk yorumlayan kişi eğer bilen bir kişi olup, rüyayı yorumlamış ve bu yorum şekli de isabetli ise (öyle çıkar). Aksi takdirde rüyanın yorumu o kimsenin isabetsiz yorumundan sonra isabetli yorum yapan kimsenin dediği gibi çıkar. Zira esas, ancak rüya yorumunda doğruyu isabet ettirmektir. Bu yolla Allah Teala'nın verdiği misâller ile onun muradına ulaşılabilir. Eğer rüya yorumu isabetli ise başkasına sorması gerekmez. Şayet isabet etmezse ikincisine sorar ve onun da bildiği şekilde ona haber vermesi ve birincisinin bilmediği hususu da açıklaması gerekir. [Dr. Halid el-Anberî, Kur'ân ve Sünnet Işığında Rüya Hakikati ve Tabiri, Guraba Yayınları, İstanbul, 2003, 38-42]
Meselenin bu yönünü tarihi bir vak’ayla noktalamak isterim. Şöyle ki:
Yavuz Sultan Selim rahmetullahi aleyh bir gün, gece gördüğü rüyayı sırdaşı Hasan Can’a şöyle anlattı:
- Şam’ın büyük velisi Muhammed Bedahşi’yi bu gece rüyamda gördüm. Beyaz bir cübbe giyinmiş, beline de bir kuşak bağlamış, vedâ etmek için geldiğini söyleyerek, ‘Allah’a ısmarladık’ deyip ufukta kayboldu...
Hasan Can, o güne kadar pek de yapmadığı şeyi yaptı. Hemen rüyayı yorumlamaya başladı:
- Sultanım bu rüya, büyük veli Muhammed Bedahşi’nin vefatına işarettir. Yolculuk, âhiret yolculuğu olsa gerektir!
Sultan bu yorumdan hiç memnun olmadı.
- Hasan Can, bilmez misin ki, rüyalar çoğu zaman yoruma göre gerçekleşir. Sen de hazretin ölümüyle yorumladın. Bu yorumla Şam’ın büyük velisi vefat ederse sorumlusu sen olursun, haberin olsun...
Allah’ın hikmetine bakın ki çok geçmedi, Şam Valisi’nden Sultan’a gelen mektupta aynen şöyle yazıyordu:
“Kendisiyle iftihar ettiğimiz Muhammed Bedahşi (k.s.), Sultanımız’a selâm ve muhabbetlerini duyurmamızı isteyerek âhirete sefer etmiştir. Malumatınıza arzolunur!”
Okunan mektubun bu haberinden sonra, ortalıkta derin bir sessizlik oldu.
Gerçekten, rüya yorumlandığı gibi tecelli etmişti...
Sultan, yanında hazır bulunan çok hürmet ettiği hocası Halim Çelebi’ye dönerek hadiseyi anlattı.
- Gördüğüm rüyayı Hasan Can’a haber vermiştim. O da hemen acele ile rüyayı, Muhammed Bedahşi’nin vefatına işaret olduğu şeklinde yorumladı. Şimdi görülüyor ki, yorum aynen tutmuş, büyük veli vefat etmiştir. Rüyayı böyle kötüye yoran Hasan Can’a ceza vermek gerekmez mi?
Halim Çelebi, Hasan Can’a hayretle baktı:
- Senden böyle bir acemilik beklemezdim. Nasıl oldu da rüyayı hemen ölüm işareti şeklinde kötüye yorumladın?
Sessiz duran Hasan Can, mahcubiyetine rağmen bir teklifte bulundu:
- Efendim, mektubun tarihine bakılsın, vefatın gerçekleştiği gün tesbit edilsin. Bakalım vefat, benim yorumumdan önce mi vaki olmuş, sonra mı?
Hasan Can, sözünün burasında şunu da ilave etti:
- Şayet ölüm vaki olmuş da, ben ondan sonra yorum yapmışsam, olmuş bir vak’ayı Sultanım’a haber vermişim demektir ki, bu cezayı değil câizeyi (mükafatı) gerektirir!
Hemen mektubun tarihine bakarlar, ölümün vâki olduğu geceyi hesaplarlar. Bir de ne görsünler! Ölüm vâki olduktan sonra yorum yapılmış. Yani ölüm, yorumdan önce değil; yorum, ölümden sonra hasıl olmuş.
Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Han, tavrını değiştirir:
- Hasan Can, biz sana ceza vermek istedik, ama sen cezayı değil câizeyi hak ettin.
Hemen emreder. Hazine memuru gelir, tok sesiyle ona hitap eder:
- Hasan Can’a tez elden bir kat hil’at (kıymetli elbise) giydirilsin. Ayrıca tam ayardan iki yüz dirhem de altın verilsin. Bunu münakaşasız hak etmiştir.
2- “Doğru ise rüyalarımızı anlatmaktan sakınmalı mıyız?” sorunuza gelince…
Kanaatimce yukarda naklettiğimiz hadisler bu sorunuzun da cevabını vermiş oluyor. Öyle ya; günümüz dünyasında kime anlatacaksınız rüyanızı? Rüya tabircisi diye ortalıkta dolaşanların hali malum! O bakımdan bu hususta en sıhhatli ve isabetli yol; rüyalarla meşgul olmamak, uyanıkken elimize geçene bakmak olmalıdır. İyi olduğuna inandığımız rüyalar görürsek de, kendimizce ‘hayırdır inşaallah’ deyip hayra yorup geçmek, daha ilerisine kafa ve gönül yormamaktır. Vesselâm…