Hocam, hatırladığım kadarıyla bir kuşun onu yakalayana üç öğüdü vardı ama detayını unuttum, nerede okuduğumu ya da kimden dinlediğimi de hatırlamıyorum, zahmet olmazsa bunu anlatabilir misiniz? aeo yahya kalemoğlu – İstanbul
*******
Ve aleyküm Selâm…
Sorduğunuz hikâye, edebiyat diliyle “intak” türü bir anlatım.
İntak kelime olarak dile getirme, konuşturma, söyletme; Allah’ın konuşma kuvveti vermesi manalarındadır.
Edebiyat lisanında intak, cansız cisimleri ve hayvanları konuşturmaya dayanan edebî bir sanattır.
Batı’da buna, öğretici maksatlı hayvan hikâyesi anlamında “fabl” denilmektedir.
***
Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde pek çok intak nevi hikâyeler vardır. Bunlardan birisi de, sözünü ettiğiniz hikmet dolu hikâyedir. O, okuyucularına, avâmî bir hikâyenin içinde bile çoğu kere birtakım semboller kullanarak derin duygu ve engin düşüncelere kapı açan bir his ve fikir âlemi sunmaktadır. Hikâye şöyledir:
“Kuşun biri, hile ve tuzakla yakalanmıştı. Kuş, kendini yakalayana dedi ki:
“- Ey efendi! Sen hayatında birçok sığır ve koyun yemişsindir; birçok deve de kurban etmişsindir! Sen onların etleriyle dahî doymadın, benim bedenimle mi doyacaksın?! Beni serbest bırak da, sana üç öğüt vereyim. Vereyim de, bil bakalım akıllı mıyım, aptal mıyım? O üç öğüdümün birincisini senin elinde vereyim, ikinci öğüdümü samanla karışık balçıktan yapılmış damının üstünde vereyim. Üçüncüsünü de ağacın üstüne konunca söylerim. Sen, bu üç öğüt yüzünden mes'ûd olursun! Elinde iken vereceğim öğüt şudur:
1) “Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma!”
Kuş o değerli olan ilk öğüdü söyleyince, kendini yakalamış olan el gevşedi, âzâd oldu, uçtu ve duvarın üstüne / dama kondu. Orada ikinci öğüdünü söyledi:
2) “Bir de geçmiş gitmiş şeye gam çekme! Bir şey senden geçip gittikten sonra, onun hasretini çekme! Geçmişe acımak, geçmişe hasret duymak yanlış bir iştir; giden geri gelmez! Onu yâdetmek de boş şeydir!” Ondan sonra dedi ki: “İçimde on dirhem ağırlığında çok kıymetli, eşi bulunmaz bir inci vardır! O inci, seni de, çocuklarını da devlete ve saadete kavuştururdu! Fakat, kısmetin değilmiş; dünyada eşi bulunmayan o inciyi kaçırdın!”
Bunun üzerine avcı feryâd u figân etmeye koyuldu. Kuş, avcının bu hareketi üzerine:
“- Sakın ‘Geçmiş bir şeye gam çekme!’ demedim mi!? dedi. ‘Mâdem ki inci elinden gitti, neden gam çekiyorsun? Sözümü anlamadın mı?! Yâhut sağır mısın?’ Sonra, bir de sana, ‘Olmayacak şeye sakın aldanma!’ demedim mi!?” dedi. Ve devamla: “A arslanım; benim kendim üç dirhem gelmez bir serçe kuşu iken, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunabilir?”
Adam kendine geldi de:
“- Peki!” dedi. “Haydi, o üçüncü öğüdü de söyle!”
“- Evet!” dedi kuş. “Öbür öğütleri tuttun da, üçüncüsünü sana bedâva söyleyeyim, öyle mi? Gaflet uykusuna dalmış bir bilgisize öğüt vermek, çorak bir yere tohum ekmektir! Yahut çölü sulamak gibidir. Ahmaklığın, bilgisizliğin yırttığı şeyi, artık hiçbir yama tutmaz! Ey öğütçü; oraya hikmet tohumu pek ekme!”
***
Kıssadan alınacak hisse
Bu hikâyede Hz. Mevlânâ, evveliyetle insanoğlunun hangi makam ve mevkîde olursa olsun, nasihat ve telkine muhtaç olduğunu, ona iştiyâkı ve ihtiyacı bulunduğunu ifade etmektedir.
Bununla beraber nasihattan gereği gibi istifade için aklı doğru olarak kullanmak icap eder.
Nitekim hikâyemizdeki şahıs, kuştan dinlediği nasihatları aklı kullanmaktaki yetersizliği sebebiyle gerektiği gibi değerlendirememekte… Ve yeni duymuş olduğu nasihatten bile istifade edemeyerek yanlışa sürüklenmekten kurtulamamaktadır.
Bunun sebebi;
Aklın tek başına doğruya ulaşmak, hakikate kavuşmak, gayeye vâsıl olabilmek için yetersiz kalmasıdır. Mutlaka vahy’in / naklin kılavuzluğuna ve onların tebliğcileri, telkin, talim ve terbiyecilerinin rehberliğine, öğrettikleri ilim ve hikmete, nefis tezkiyesine ve kalp tasfiyesine muhtaç olduğudur. Bir başka kestirme ve özet ifadeyle; şeriat, tarikat, hakikat ve mârifeti iklimlerini birlikte yaşamanın lüzumu ortaya çıkmaktadır.