selamün aleyküm hocam. erkek dilencinin hızır a.s. olma ihtimali olduğu için istediği verilir ama kadın olursa verilmez diye bir laf dolaşıyor toplumda bunun bir dayanağı var mıdır? dilenciye verilecek miktarda ölçü ne olmalıdır, yoksa hiç vermeyip kovmak mı gerekir? onlara karşı nasıl davranmalıyız? ahmet kamil kavasoğlu
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Hayır, İslâm âdap ve ahlâkında öyle bir usûl yok. Dilenen kişide cinsiyet ayrımı olmaz, yapılmaz / yapılamaz. Ama bu hususta dikkatli olmak, işin istismarını yapanların üremelerine/çoğalmalarına, önlerinin açılmasına fırsat vermemek lazım. Dilenenleri boş çevirmemeye çalışırken, onlara ölçüsüz-fazlaca meblağlar da vermekten kaçınmak gerekir.
Kaldı ki bugün, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ndan ihtiyacı olanlara gerekli yardımlar yapılmaktadır. O halde bunlara yapılabilecek en iyi yardım, o durumda olanların adı geçen kurumla irtibatlarını temin etmektir. Böylece dilenciliğe fırsat tanınmamış, toplumda bu durum normal bir âdet ve uygulama gibi görülmemiş olur.
Ancak hemen belirttelim ki; dilenciliğin altında hangi sebep yatarsa yatsın, hepimizin tartışmasız kabul edeceği acı bir gerçek varsa, o da bu kötü alışkanlığın bir hastalık, cemiyetin müzmin, kapanmaz, şifa bulmaz bir yarası oluşudur. Bildiğimiz kadarıyla dilenciler, genelde bedenî engellilerden, hastalık veya yaşlılıklarından dolayı çalışamayan kimselerden oluşuyor olmasıdır. Ama günümüzde bu kesimin büyük bir kısmı da, bu durumu istismar ediyor. Veya daha başka yol ve yöntemlerle dileniyor, birilerini özellikle de çocukları dilendiriyor, bunu bir sektör haline getiriyor.
Deyim yerindeyse, dilencilik artık bir “meslek” haline gelmiş... Havadan gelen para varken, el emeğine, alın terine ihtiyaç duyulmaz olmuştur. Millet ve cemiyet hayatında köklü değişiklikler yapan Rasûl-i zîşân Efendimiz (s.a.v.), dilencilik hastalığına da çareler bulmuş... Dilenmeyi bir alışkanlık haline getirenleri bu yoldan vazgeçirmek için tedbirler almıştır.
Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor: Bir gün Rasûlullah'ın (s.a.v.) huzuruna Ensar'dan birisi geldi, bir şey istedi. Rasûlullah Efendimiz ona sordu:
- “Evinde bir şey var mı?”
- “Evet, var yâ Rasûlallah, bir çulumuz var. Bir tarafını altımıza seriyoruz, diğer tarafıyla da örtünüyoruz. Bir su kabımız var, onunla da su içiyoruz.”
- “Öyleyse hemen kalk, çulu ve su kabının her ikisini de al, bana getir.” O kişi gitti, hem çulu hem su kabını getirdi.
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) çulla su kabını eline aldı, orada hazır bulunanlara gösterdi:
- “Şu iki eşyayı satın alacak kimse var mı?” diye sordu. Oradakilerden birisi,
- “Ben her ikisine de bir dirhem veririm” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) iki-üç defa,
- “Bir dirhemden fazla veren yok mu?” diye tekrarladı. Daha sonra başka birisi,
- “Ben iki dirheme alırım” dedi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) çulu ve su kabını o zata sattı. İki dirhemi aldı, eşya sahibine verdi ve şöyle buyurdu:
- “Bu paranın bir dirhemi ile yiyecek al, ailene bırak. Bir dirhemiyle de bir balta al, bana getir.”
O adam gitti, bir balta aldı, geldi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) baltaya kendi eliyle bir sap taktı. Sonra da o adama verdi:
- “Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim” buyurdu. O adam gitti, odun kesti, topladı, sattı. Daha sonra Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) huzuruna geldi, on beş dirhem kazanmıştı. Bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek almıştı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu:
- “Kıyamet gününde, ilencilik yüzünden siyah bir nokta olarak gelmektense, şu halin ondan daha hayırlıdır. Dilenmek ancak şu dört kişiye caizdir:
1) Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana (son derece yoksul düşene)…
2) Altından kalkamayacak derecede borç altına girene…
3) Para bulmak için kan parası yüklenen kimseye…
4) Çok acı veren, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanan kimseye, (ki bunlar,) ihtiyacı kadar isteyebilir.” [Ebû Dâvud, Sünen, Zekât, 26]
Hadis-i şeriften açıkça anlaşılan odur ki;
Kadın olsun erkek olsun, çalışamayacak kadar mağdur, sakat ve özürlü olan kişi, kendisine bakacak bir kimsesi yoksa, devlet de yardım etmiyor / edemiyorsa, ancak zarurî ihtiyacını giderecek kadar başkalarından isteyebilir, dilenebilir.
Bu zaruri durumlar dışında, dilenciliği bir geçim yolu haline getirenler, büyük bir vebâlin altına giriyorlar. Bu tür kimselere Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) ciddi bir ikazı / uyarısı vardır:
“Her kim malını çoğaltmak için (dilencilik yapar) insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister.” [Müslim, Sahih, Zekât, 35]
Bu hadis-i şerif, ihtiyacı olmadığı halde dilenmeyi reddettiği gibi, Cehennem azabını netice verecek bir iş olduğunu da ifade ediyor, zaruretsiz dilenmeyi haram sayıyor. Bu açıdan haram işleyenlerin sayısının artmaması için, bu nevi insanların türemesine / çoğalmasına fırsat vermemek gerekir.
Peki dilencilere karşı tavrımız, dikkat etmemiz gereken ölçü ne olmalı?
Buyrun o kıstası da Rasûl-i zîşan Efendimizin (s.a.v.) zâhir ve bâtınlarının bihakkın varisleri bulanan üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinden dinleyelim:
“Zecr (zorlama) ile şiddetle sâili (dilenciyi) men’etme, kovma! Verirsen Allah rızası için ver, vermezsen gönlünü alıp tatlı söz ve mülâyemetle gönder.”
Çünkü o esnada gönlü kırık, mahzun ve mazlum bir vaziyette olabilir ve senin için, ‘Rabbim bunu da benim gibi yap, dilenmeye mecbur bırak’ diye beddua edebilir. Allah korusun, bu da duasının kabul olacağı bir ana denk gelebilir. Böyle bir bedduaya maruz kalmamaya da dikkat etmek lazım.