Sevgili hocam Yüce Allah'tan tez vakitte iyileşmenizi, gücünüz ve kuvetinize tekrar kavuşarak hayır işlerinde devam edebilmenizi temenni ediyorum. Esselâmü Aleyküm. Hocam sorum Garanik Hadisesi ile alakalı. Birkaç yerde/kaynakta bu rivayetin zayıf olduğu hatta uydurma olduğu ve gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ile ilgili delillerle karşılaştım. Hatta bir ara benim de kalbim bu yönde meyletmişti. Ancak İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat adlı eserlerinin 273. Mektubunda bu rivayete yer verdiğini görünce açıkçası benim için işin rengi değişmiş oldu. Bu konuda biraz bilgi verebilir ve itikadımızın nasıl olması gerektiğini açıklayabilirseniz çok müteşekkir olurum. Cevabınızda göstereceğiniz çaba ve bizlere ayırdığını/ayıracağınız zamanlar için şimdiden teşekkür ederim. Rabbimin rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Doruk

*******

Ve aleyküm selam kardeşim; dualarınıza en içten “amin”ler, mukabil hayır-dualar…

Bilindiği üzere dinimizde Kitap / Kur’an ve Sünnet’ten sonraki en büyük, en kuvvetli müstenidatımız İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin Mektubat’ı ve sair eserleridir.

O bakımdan bu meseleyle alakalı her ne kadar farklı değerlendirmeler, hadise hakkında reddiyeler de yazılmış olsa bile, bizler ikinci bin yılın müceddidi, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) kendisini, “Sen kelâm ilminde müçtehitlerdensin. Allah Teala senin şeffatinle binleri bağışlayacaktır” diye müjdelediği… Ve mübarek elleriyle irşad yazısını yazıp, “Daha önce böyle bir şeyi kimseye yazmadım” buyurduğu İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerinin söylediklerini görmezden gelemeyiz.

Binaenaleyh meseleye bakış açımızın da burada anlatılanlara, yapılan değerlendirmelere aykırı  olması elbette ki söz konusu olamaz. Onun içindir ki, rüya ile ilgili sorulara verdiğimiz cevaplarda ölçümüz, daima bu esaslar üzerine bina edilmiştir. Sürekli, o gibi şeylerle meşgul olmadığımızı, rüyalara ehemmiyet verilmemesi gerektiğini, aksine uyanıkken ele geçenlere bakılmasının isabetli olacağını söyleyegelmişizdir. Nitekim zikri geçen mektuplarında buyuruyor ki İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri;

“…Şeytan, Efendimizin (s.a.v.) hayatında, kıraati sırasında, yakaza halinde ve de ashab-ı kiramın huzurunda araya bâtıl sözlerini karıştırıyor ve de Rasûlullah’ın (s.a.v.) kıraatinden ayırt edilemiyorsa; bir vakıanın (veya rüyanın) şeytanın tasarrufundan korunmuş olduğunu, karıştırmasına karşı emniyette bulunduğunu kim söyleyebilir? Kaldı ki bu vakıa; Rasûlullah’ın (s.a.v.) vefatından sonra, his / duyu organlarının âtıl olduğu / çalışmadığı, karışıklık-kapalılık mahalli ve de diğer insanlardan düşünce boyutunda kişinin bağımsız kalabildiği uyku halinde meydana gelmektedir…” [Mevzuun teferruatı için bkz. el-Mektubat, 1, 273]

Ayrıca rüyada “Rasûlullah’a (s.a.v.) ait olan sureti, hele de uykuda iken teşhis etmek gayet zor bir durumdur. Böyle bir durum nasıl olur da itimada şâyan bulunabilir? Kaldı ki bir çok âlimin dediği ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) da şânına uygun şekli ile, şeytanın Rasûlullah’ın (s.a.v.) sadece kendi suretine giremeyeceğini söylemeyip hiçbir surette peygamber olarak görülemeyeceğini de kabul etsek, bu görülen suretten hüküm almanın ve râzı olunan ile olunmayanı burada bilmenin müşkil yani zor yönleri olduğunu ifade etmek durumundayız. Zira mel’ûn düşmanın araya girerek gerçek dışı olanı gerçek gösterip, göreni yanıltacağı gibi, kendi ifade ve sözlerini Rasûlullah’ın (s.a.v.) ifadeleri ve işaretleri ile karıştırıp bu kimseyi hataya düşürebilir de…” [Bkz. aynı Mektup]

İşte Garânik vak’ası bunun en bariz örneğidir.

Evet, rüya hakkındaki meselenin özü, aslı-esası budur.

Garânik vak’ası kısaca şöyledir:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Necm suresini okurken, “Gördünüz mü o Lât ve Uzâ’yı ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menât’ı” mealindeki 19 ve 20. ayetleri okuduktan hemen sonra şeytan, Nebiyy-i Muhterem’e (s.a.v.) musallat olmuş ve şeytanın tesiriyle Efendimiz (s.a.v.), farkında olmaksızın “Bunlar yüce kuğu kuşları (veya turnalar)dır ve şefaatleri umulur” cümlelerini vahyin devamı gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmişti… Surenin sonuna gelince secde ayeti olduğu için Rasûlullah (s.a.v.) ve orada bulunan Müslümanlar tilâvet secdesi için secdeye kapanmışlar… Müşrikler de Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) okuduğu bu cümleler sebebiyle son derece sevinerek; “Artık Muhammed ilahlarımızın şerefini kabul ettiğine göre, aramızda önemli bir ayrılık kalmadı” deyip hepsi secdeye kapanmışlardı… Ancak bu hadisenin ardından Cebrâil (a.s.) gelerek, hatası dolayısiyle Rasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem’i (s.a.v.) ikaz etmiş… Bu arada nâzil olan Hacc suresinin “…Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasûl ve nebî yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna (vesevese) atmamış olsun. Allah, kendi ayetlerini sağlamlaştırır…” mealindeki 52. ayeti ile önceki cümle neshedilmiştir.

Kezâ bu mektupta temas ettikleri diğer mevzular da, mesela raks-sema, ilahi-kaside-mevlid’le alakalı söyledikleri de açıktır. Dolayısiyle bizim tavrımız-tumumuz, istikametimiz de haliyle o yöndedir. Bu hususlardaki mülahazalarını da, Şah-ı Nakşibend (k.s.) hazretlerinden naklettikleri şu sözlerle hulâsa etmişlerdir:

Bu işi (işleri) yapmayız, yapamayız, yapmıyoruz; bize ait yola muhalif olduğu (bizim tarikatımıza ters düştüğü) için… Ama inkâr da etmeyiz (yapanları da kınamıyoruz); çünkü diğer meşâyihe göre amel edildiğinden… (Yani, başka tarikatlerin şeyhleri bunları yapmışlardır, meşgul olanlar onlara uymaktadırlar.)” Detaylar için bkz. http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/23-tasavvuf/291-edebiyat-ve-siir-tasavvufta-raks-sema-teganni-musiki.html

Ne güzel, ne enfes bir ölçü değil mi? 

Go to top