Muhterem Halis hocam yüce Rabb'imin selamı ve bereketi üzerinize olsun. Hocam sorum şu; dınımıze gore farklı lisanlar ve mılletler nasıl oluşmuştur. Yüce Allah tum dıllerı Hz.Adem (a.s) a ogretmıs mıdır? Insanlar tek mıllet ve tek dil olarak yasarken Allah ın gazabıyla bır ceza olarak bır anda bırbırınden farklı lısanlar konusur hale geldıgı ınanısının aslı var mıdır yoksa israiliyat mıdır? Zamanınız ve sabrınız ıcın tesekkurler. Sağlık ve afiyetler diliyorum.
*******
Ve aleyküm selam. Bilmukabele hayır-dualar…
Âdem aleyhisselâmdan bu yana insanoğlu pek çok şûbelere, kabile, ırk ve milletlere ayrılmış... Bunun da sebep ve hikmetleri var tabii... [Bkz. Hucurât suresi, 13] Kabilelere-ırklara-milletlere ayrılan bu insanların, haliyle dilleri de farklılık arzetmiştir. Geçiniz milletleri, aynı ırktan insanların konuştukları aynı dil bile nice farklı şivelere-lehçelere ayrılmış... Öyle değil mi? En basitinden mesela, dünya üzerindeki Türk toplumu biribiriyle rahtça anlaşabiliyor mu bugün? Binaenaleyh bu hâl, içtimaî – iktisadî / sosyo-ekonomik, hatta kültürel hayat bakımdan kaçınılmazdır.
Dilerseniz meseleyi biraz daha genişçe ele alalım...
Büyük müfessir Fahreddin Razi hazretleri tefsirinde der ki: "Âdem (a.s.) şu an yeryüzünde konuşulan bütün dilleri biliyordu. Fakat daha sonra çocuklarının artması ve başka başka yerlere göç etmeleri sonucunda, bulundukları şartlara göre yalnızca bir dili kullanmaya başladılar, diğer dilleri ise zamanla unuttular.
Allah Teala, peygamber olarak gönderdiği kullarına kudsî dâvâlarına delil olması için mûcizeler ihsan etmiştir. Meselâ, Hz. İsâ’nın ölüleri diriltmesi, anadan doğma körlerin gözlerini açması... Hz. Davud’un demiri hamur gibi yoğurup her türlü şekli vermesi... Hz. Süleyman’ın rüzgâra binip iki aylık mesafeyi bir günde alması... Hz. İbrahim’i ateşin yakmaması gibi.
Hz. Âdem’in en büyük mûcizesi de Cenab-ı Hakk'ın ona bütün lûgat ve dilleri öğretip, eşyanın tamamının ismini bildirmesidir. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hepsine verilen mûcizelerde olduğu gibi, Hz. Âdem’in bu mûcizesi de Kur’an-ı Kerim'de anlatılmaktadır. Buna her şeyin ismini, mahiyetini, dillerin ve lûgatlerin öğretilmesi mânâsında, “taallüm-i esmâ, tâlim-i esmâ” denmektedir.
Bakara sûresinin “ve alleme Âdeme’l-esmâe” ile başlayan 31-33. âyet-i kerimelerinde bu husus genişçe anlatılır. Cenab-ı Mevlâ Hz. Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretince, daha sonra meleklere hitaben:
“Haydi dâvânızda doğru iseniz bana şunları isimleriyle haber verin.” buyurdu. Melekler âcizlik ve bilgisizliklerini arz edince, Hz. Âdem’e;
“Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver” emri üzerine Hz. Âdem, Allah Teala’nın kendisine öğrettiği bütün isimleri meleklere teker teker saydı.
Tefsirlerde Hz. Âdem’e öğretilen bu isimlerden maksadın hem diller, hem de varlıkların mahiyet ve sıfatları olduğu bildirilmektedir. Meselâ zamanımız müfessirlerinden Elmalılı M. Hamdi merhum, bütün ilimler gibi dillerin farklı oluşunun da Hz. Âdem’in bu mûcizesine dayandığına dikkat çekmekte ve şöyle demektedir:
“Lisan hususunda bütün benîâdem’in (insanoğlunun) zamanımıza kadar tenevvü (farklı, çeşitli olmasının) ve terekkiyatının cümlesi, esas itibariyle Hz. Âdem’in fıtraten mazhar buyurulduğu bu tâlim-i esmâ hâdisesine medyûndur (borçludur).” [Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 310]
Fahri Râzi hazretleri ise tefsirinde bu hususa bir açıklık getiriyor ve özetle şöyle diyor:
"Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’e, yaratmış olduğu bütün varlıkların isimlerini, âdemoğlunun konuştuğu çeşitli dillere göre öğretti. Âdem aleyhisselâm da bunları evlatlarına öğretti. O vefat ettikten sonra çocukları yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağıldılar. Her biri belli bir dille konuşmaya başladı. Ve artık onda ve orada o dil hâkim oldu. O bölgede diğer diller unutuldu. İşte Hz. Âdem’in (ve ademoğullarının) çeşitli dillerle konuşmasının sebebi budur." [Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb (Tefsîr-i Kebîr), 2, 176]
İşte bütün ilimlerin kaynağı, ilk insan ve ilk peygamber atamız Hz. Âdem’in bu taallüm-i esmâ mûcizesine dayanmaktadır.
Kısacası yukarda zikri geçen ayet-i kerimedeki “el-esmâe (isimler)” kelimesi isim, sıfat ve haysiyet gibi eşyayı, varlıkları birbirinden ayıran ve tayin eden alâmet ve nişanlara işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanların konuşmuş olduğu çeşitli dil ve lûgatlere de işaret etmektedir.
Evet, aynı anne-babadan çoğalan âdemoğullarının zamanla farklı dil konuşmalarının izahı temel kaynaklarda bu şekilde yapılmaktadır.
Ancak bugün dünyada konuşulan bütün dillerin Hz. Âdem’in çocuklarından kaldığını söylemek eksik olur. Zamanla bir dilden birkaç dil türemiş, lehçe farklılıkları farklı bir dil haline gelmiştir. Meselâ bugün, ilk başta da işaret ettiğimiz gibi, Türkçe konuşan iki yüz milyonun üzerinde insan vardır. Fakat ayrı ülke, kültür ve çevrede yaşamanın verdiği değişiklikler, aslında bir olan Türkçenin Kazakça, Kırgızca, Çağatayca, Uygurca, Göktürkçe gibi telâffuzu, konuşulması gibi bazı farklılıklar arz ederek ayrı bir dil haline bürünmesine sebep olmuştur.
Keza asılları Lâtince olan Fransızca ve İtalyanca gibi Batı dilleri için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Sonradan gelişen ve konuşulan diller farklı da olsa, aslı birdir ve öyle kabul edilir.
Tarihî seyri böyle olmakla beraber, dillerin farklılığında asıl düşünülmesi gereken cihet, altındaki İlâhî hikmet ve kudrettir. Dillerin farklı oluşu da Allah Teala’nın varlık ve birliğini gösteren delillerdendir. Bir âyet-i kerimede bu husus şöyle ifade buyurulur:
“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirinden farklı olması da Onun kudretinin delillerindendir. Şüphesiz ki, bunlarda bilenler için ibretler vardır.” [Rûm suresi, 22]
Velhâsıl, dillerin ayrı ayrı olması insanların birbirlerini tanıması ve münasebet kurması için bir vesile ve imkândır. Nasıl ki kabile-kabile, ırk-ırk, millet-millet yaratılmamızda insanlar olarak birbirimizle tanışmamız, kaynaşıp münasebet kurmamız hikmeti gözetilmişse, dillerin farklı olması da bu hikmete müteveccihtir. Yaptığımız tetkik ve araştırmalarda, bunun insanlık için ceza olduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlamış değiliz. Kim söylüyorsa delilini, kaynağını da belirtir, başkaları da inceleme imkânı bulmuş olur. Vesselâm…