selamun akeyküm halis hocam; At eti nin yenilmesi husunda malumat verebilimisiniz.? Allaha emanety olunuz. Emrah Polat – Facebook

 

*******

 

Ve aleyküm selam Emrah kardeşim;

Kitap (Kur’an-ı Kerim) ve Sünnet’te at eti yemenin hükmü hakkında sarih / açık bir delil bulunmamaktadır. Dolayısiyle onun hükmünü Edille-i Şer’iyye’nin diğer kaynaklarında yani İcmâ, Kıyas ve de Fer’î Şer’î Deliller’de aramamız lazım. Bunun için de öncelikle Ehl-i Sünnet mezheplerine mensup müçtehitlerimizin, özellikle de müntesibi bulunduğumuz mezhebin mutlak ve mukayyed müçtehitlerinin içtihatlarına bakmamız gerekiyor.

Şöyle ki:

İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine göre atlar, savaşa yarayan kıymetli hayvanlardır. O bakımdan bunların etlerini yemek, tahrîmen veya tenzîhen mekruhtur.

İmâmeyn’e (rahımehumallah) göre ise, tenzîhen mekruhtur. [Bkz. Bilmen, Ö. N., Büyük İslam İlmihali, Etleri yenilip yenilmeyen hayvanlar, s. 418, md.: 54]

Görüldüğü gibi, bizim mezhep imamlarımıza göre at etinin hükmü haram değildir; fakat, harama yakın veya en azından helâle yakın mekruhtur. Dolayısiyle helâl de olsa, gereğinde yenebilir de dense, çirkindir. Cenab-ı Hak nazarında yenilmesi hoş olmayan bir maddedir. Yani tahrîmî ya da tenzihî mekruh demek, esasen haram demek değildir. Bu hükümler fıkıhta haram’dan farklı birer ifadedir, kavramdır / ıstılahtır. Ancak unutmamak gerekir ki; mü’min, haramlardan kaçındığı gibi, mekruhlardan, hatta şüpheli şeylerden de kaçınması gerekir. Yoksa ibadât ve tâatinden, râbıta-zikir ve tesbihlerinden, Allah yolundaki hizmetlerden feyz ve zevk alamaz, manevi bünyesi, kalbi-ruhu gıdasız kalır, zayıf düşer. Allah korusun, en küçük zulmânî rüzgârda bile tehlikelere karşı imanını savunamaz-koruyamaz hâle gelir.

***

Bu hususta diğer mezheplerin görüşleri de kısaca şöyledir:

İmam Mâlik’ten (rh.) meşhur olan görüşe göre, atların etleri haramdır. İmam Şâfiî ile İmam Ahmed’e (rahımehumallah) göre, atların etleri mekruh değildir. [Bilmen, Ö. N., A.g. e., s. 54, md. 55; Ayrıca bkz. Serahsî, el-Mebsût, 11, 233; Nevevî, el-Mecmu’, 9, 4; İbn Rüşd, Bidâye, 1, 470]

İmam-ı Azam Ebû Hanîfe (rh.) hazretlerinin içtihadı ihtiyata / takvâye daha uygundur! Diğer iki imamın (Şâfiî ve Hanbelî) içtihadında ise genişlik ve kolaylık vardır.

Ancak unutmamak gerekir ki; dinen bir mecburiyet ve zaruret bulunmadıkça her mü’min, kendi mezhebinin öne çıkan görüşüyle / içtihadıyla amel etmelidir. Öyle işine gelen yerde uluorta diğer mezheplerin görüşleriyle amel edilip taklid yoluna gidilmez. Gidilirse, her an için “telfîk-ı mezâhib” dediğimiz yasak bölgeye düşme tehlikesiyle burun buruna / yüz yüze kalınır.

Âlimlerimiz, işine gelen her mezhebe uyan, koyalına gelen her görüşe, her hükme, “evet efendim, pek münasip” diyen kişilere, ‘her mezhebe uyar, her yola gider, kendisinin muayyen ne bir yolu vardır, ne de belli bir mezhebi’ anlamına gelen, “Küllü mezhebin yezheb” tabirini kullanırlar.

Halkımız ise, ne olduğu, ne fikir güttüğü, hangi mezhebin müntesibi bulunduğu belli olmayanlara, “mezhebi-meşrebi belirsiz” der. “Mezhebsizin biri” sözüyle bunları kastederler.

Malum, günümüzde bu tipler mebzûl tarzda (çokça-bolca) mevcut. Hele hele “ilahiyat” alanında, mektep-medrese görmüş, mürekkep yalamışlar arasında… Rabbim (c.c.) mezhepsizlik tehlikesinden cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını hıfz u himaye eylesin, korusun.

Hulâsa;

Takvâ sahibi bir mü’min, azimet ve ihtiyatla hareket eder. Haram ve mekruhlardan kaçındığı gibi, tehlikeli-kuşkulu-şüpheli yiyeceklerden-içeceklerden, hatta mubahların dahi fazlasından uzak durur.

Go to top