Hocam selamün aleyküm, ihtikar konusuna açıklık getirebilir misiniz, her şeyde mi yoksa hangi maddelerde geçerlidir bu hüküm? İsim mahfuz
*******
Ve aleyküm selam değerli hocam;
Bilindiği üzere ihtikâr, yani gıda ve ihtiyaç maddelerini toplayıp darlık zamanında pahalıya satmak, kısacası istifçilik-vurgunculuk-spekülatörlük yüce dinimiz İslâm’da caiz değildir, bu yolla elde edilen kazanç helâl olmaz.
Ebu Hüreyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse Müslümanların ihtiyacı bulunan herhangi bir malı, fiyatı yükselsin diye bekletir, satışa arz etmezse (piyasaya sürmezse), şüphesiz günahkâr olur. Ve o kimseden Allah ve Rasûlü’nün ilgisi (irtibatı, alaka ve münasebeti) kesilmiş bulunur.” [Bkz. İbn Mâce’nin Sünen’i, Hâkim’in el-Müstedrek’i (rahımehumallah)]
İmam Mâlik (rh.) hazretleri, bu hadis-i şerifteki şumûllü (geniş kapsamlı) ifadeye bakarak, ihtikârın her türlü ihtiyaç maddelerinde söz konusu olabileceğine ve halkın ihtiyacı bulunan herhangi bir mal ve meâın / eşyanın stok edilmesinin dinen haram olduğuna hükmetmiştir.
Hanefîlerden İmam Ebu Yusuf’un (rh.) bu görüşte olduğu bildirilmektedir. Yani o da ihtikârın her nev’inin haram olduğunu söylemiştir.
Diğer âlimler ve müçtehitler ise (İmam-ı Azam Hz. de dâhil olmak üzere), ihtikârın yalnız gıda maddelerine ait olup başka eşya ve emvâlde stokçuluğun haram olmadığı görüşündedirler.
Bir de kişinin kendi ürettiği emvâli (malları), mesela çiftçinen tarlasından, bağ ve bahçesinden elde ettiği ziraî mahsulleri hemen piyasaya arz etmeyip fiyatların yükseleceği bir zamanı beklemesi iehtikâk sayılmamaktadır.
İslâm büyükleri / evliyâullah-ricâli mâneviyye, âlimler ve idareciler ihtikârla ve muhtekirler ile mücadeleye daima önem vermişler… Ticarî hayatın düzenini sağlamak, halkın zararına olan her türlü davranışı önlemek için sürekli çaba sarf eetmişlerdir. Rivayete göre Hz. Ali (kerramellâhu vecheh), halifeliği zamanında, “Muhtekirin vurgunculuktan elde ettiği emvâli görürsem, ateşe atar yakarım!” diyerek, vurgunculara en ağır müeyyidenin uygulanacağını ilan etmiştir.
Ticaret hayatında her devirde -maalesef- vurgunculuk hadiseleri olduğu gibi, çok dürüst ve örnek tacirler de eksik olmamıştır. Şir’atü’l-İslâm şârihi Seyyid Alizâde (k.s. v. 931/1524) anlatıyor:
“- Dürüst tacirlerden bir zat ticaret maksadıyla Vâsıt[*]a gitmişti. Satın aldığı bir miktar zahireyi oradan gemiye yükleterek deniz yolu ile Basra’ya gönderdi ve Basra’daki ortağına bir mektup yazarak,
‘Malı teslim aldığın gün hemen piyasaya arz et!’ diye talimat verdi.
Mal Basra’ya geldiğinde arkadaşı piyasadaki talep durumuna bakarak malı satışa hemen arz etmedi. Bir hafta beklettikten sonra sattı ve kat-kat kâr elde etti. Durumu da Vâsıt’taki ortağına bildirdi. Güya takdir ve teşekkür bekliyordu. Fakat tâcirin verdiği cevap çok enteresandır:
‘Arkadaş! Biz dinimizi ve diyanetimizi korumak için az bir kâra râzıyız. Dinimize halel getiren kârı, asla istemez ve kabul etmeyiz. Siz ise bu pransibe aykırı hareket ettiniz. Bu mektubumu alır almaz derhal o malın tamamını, aslını ve kârını Basra fakarasına dağıt! Olsa olsa ihtikâr vebâlinden ancak böyle kurtulabiliriz.”
İhtikârdan sakınan tüccar hakkında şöyle buyrulmuştur:
“Müslüman memleketlerinden bir memlekete hâriçten gıda (ve ihtiyaç) maddesi getirip günün fiyatı ile satan kimsenin Allah (c.c.) katındaki mevkii, hiç şüphesiz şehitlik mertebesidir.” [İbn Merdûye (rh.) Tefsiri’nde, İbn Mes’ûd’dan (r.a.) rivayet etmiştir; Bkz. Abdülkerim Polat, İslâm’da Ticaret Hukuku, Sabah Gazetesi Kültür Yayınları, İstanbul, 1977, s. 89-90-91]
Dipnot:
[*] Vâsıt: Irak’ta bir şehrin adıdır. Ülkenin doğusunda yer alır. İlin adı, orta manasına olan “vast” mastarından gelmektedir. Bağdat ve Basra arasında Dicle boyunca uzandığından bu ismi almıştır. 1976 yılından önce ilin adı Kut iken, daha sonra her nedense bu isim kullanılır olmuştur. Kim bilir, belki de İngilizlere Osmanlı karşısındaki “Kutü’l-Ammare” hezimetlerini hatırlatmamak, onları üzmemek içindir!..