Selamün aleyküm hocam Abdülkadir Geylani hazretlerine gavs deniliyor yani zamanin tasarruf sahibi demek oluyor ama kendisi fiili hayatta iken silsile i saadet edendilerimizden biriside gavs hazrerlerinin zamaninda vardi o zamanlar salahiyet gavs hazretlerinde mi idi yoksa gavs hazrerleri doneminde yasamis olan silsile i saadet edendimzde mi idi selamler. Emin Ufacık – Facebook
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim; öncelikle hemen belirtelim; sorduğunuz husus, sizleri de bizleri de ne doğrudan ne de dolaylı olarak ilgilendiren bir mesele... Yarın, sizden de bizden de bunu sual edecek değiller. Ancak madem ki sormuşsunuz, kısaca Abdülkadir Geylanî hazretlerinden ve bir nebze de olsa sorduğunuz meselenin nezaketinden bahsetmeye çalışalım.
***
Bilindiği üzere Abdülkadir Geylanî (k.s.) hazretleri, Büyük Selçuklu Devleti döneminde, günümüz İran’ının Hazar Denizi kıyısındaki Gilân eyaletinden H. 470 / M.1077 yılında doğmuş, H. 561 / M. 1166 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. Türbesi buradadır. Kendisine Araplar “Abdülkadir Cîlânî”, Farslar “Abdülkadir Geylânî” derler. Türkçemizde ise her iki terkip de kullanılmaktadır. Yalnız bir farkla ki, “Cîlânî” ismi “Ceylânî” olarak telaffuz olunmaktadır.
***
Tasavvufta kulu Allah’a götüren iki ana yol vardır:
1-Qurb-i nübüvvete taalluq eden yol,
2- Qurb-i velâyete taalluq eden yol.
Bu yollardan her ikisinin de menşei Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olmakla birlikte, ilkinin reisi Hz. Ebu Bekir radıyallahu an zâtihi’l-athar, ikincisinin ise Hz. Ali kerramallâhu vechehu’n-nûrânîdir. Tabii her ikisinin silsile ve tasarrufları her asırda devam etmiş… Kendi aralarında elbette ki vazife ve tasarruf taksimatı vardır, olmuştur. Ama bunlar bizi ilgilendiren şeyler değildir. İdrâk terazimizi zorlamanın da bir anlamı olmaz. Haddimizi bilmemiz gerekir. Onların vazifelerini tayin, rütbelerini tensib eden etmiştir. Ünvanlara ve onların bizim tarafımızca bilinen manalarına takılıp kendi fikrimizce bazı hüküm ve değerlendirmelere kalkışmamalıyız.
Lakin şu kadarını nakledebiliriz:
İkinci yol, Abdülkadir Geylânî hazretlerinden sonra kurb-i nübüvvet yolunun büyüklerine emanet olunmuştur. Nitekim İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretleri yaşadığı devirde, Abdülkadir Geylânî (k.s.) hazretlerine vekâleten -kurb-i velâyetle alâkalı- vazifeyi de kendilerinin üslenip devam ettirdiklerini beyan buyurmuşlardır. Yine bu cümleden olarak, el’an Evrâd-ı Fethiye okumaları ve İhlâs-ı şerif hatmindeki Kadirî usulü de bu yolda (Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn) mündemiçtir. Keza o mübarek zât, bu yolun manevî operatörüdür. Ve qıs aleyhaa… fefhem!
Hâsılı, lâfı uzatmanın bir manası da faydası da yok. Bütün bunların açıklamalarını ve sorunuzun cevabını şu linkte bulabilirsiniz. Lütfen dikkatlice okuyup anlamaya çalışınız. http://halisece.com/islami-makaleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-allaha-kavusturan-yollar.html
***
Ayrıca unutmamak lazım:
Yapmamız gereken, uymamız icap eden usûl; 10 okkalık terazi ile 1, hatta binlerce tonluk yükün altına girmeye kalkışmamaktır. Sizin-bizim-birilerinin ne haddimize gerek, neyimize lazım ki, öylesine kaametlerin (büyüklerin) derecelerini ölçmeye kalkışmak!
Mâlum, atalarımız “İslâm’ın 6. bir şartı olacak olsaydı, haddini bilmek olurdu” demişler. Haddimizi, konumumuzu bilip, sınırları zorlamaya kalkışmayalım. Kendimize lazım olanları, yapmamız, bilmemiz gerekenleri bilelim yeter. Nice Allah dostları dahi bazı noktalarda sıkıntıya düşmüşlerdir. Meselâ bir Hallâc-ı Mansûr hazretlerini düşünelim, öyle değil mi? Şu linkteki yazının Hallâc kısmına bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/39-hangi-peygamber-kan-ile-abdest-almistir.html Binaenaleyh bu hususlarda bildirilen kadarını olduğu gibi alıp, üzerinde daha ileriye akıl-fikir-mantık yürütmeye kalkışmaktan uzak durmalıyız.
Şair ne demiş: Esrâr-ı İlahî perde perde / Bilemem ki neler var geride…