Selamun aleykum, hocam ben bugün yazdığnız bir cevapda üveysilik diye bir kavram okudum. Bu kavrami hiç duymamışdım oy yüzden size: Üveysilik nedir? ve Üveysiliğe nasil ulaşılır? diye sormak istedim.
Soru: Ismet tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
Aynı şahıstan aynı mevzu ile ilgili, aynı gün gelen ikinci soru:
Selamun aleykum hocam, benim bu üveysilik konusunda kafamda başka bir soru daha oluştu. Bizim Üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinden (k.s.) terbiye almamız için üveysilik mertebesine ulaşmamiz lazım değilmidir? Cunku sonuçda Üstazimiz (k.s.) vefat etmişdir ve zahiran bu dünyada değildir. O yüzden Üstazimiz (k.s.) 'ın ruhu ile irtibata geçmemiz için üveysi olmamiz gerekmiyormu?
*******
Ve aleyküm selam;
1. Üveysîlik; mânevî tesliktir, yani mânevi seyr u sülûk, rûhânî terbiyedir. Zâhiren herhangi bir şeyhe / mürşide bağlanmadan, Allahu Teâla’nın lûtuf ve keremiyle doğrudan Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) rûhaniyeti tarafından irşâd ve terbiye edilen velîlere ‘üveysiyyü’l-meşreb’ denir. Üveysîlere ‘berahyân’{*} da denilir. [Bkz. Kâşifî, Reşahat (trc.), İstanbul,1269, s. 85]
Keza, daha önce yaşamış ve vefat etmiş bir velînin rûhaniyeti tarafından terbiye edilen ve bu yüzden zâhirde herhangi bir şeyhi bulunmayan velîlere de aynı isim verilir. Mesela Silsile-i Aliyye’den Bâyezîd-i Bistamî (k.s.) hazretleri, Cafer-i Sadık (r.a.) hazretlerinin rûhaniyeti tarafından terbiye ve irşâd edilmişti.
Filasıl üvesîlik, Veysel Karânî hazretleri ile ilgilidir. O, Rasûlullah Efendimizi (s.a.v.) bizzat görmemiş, fakat Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) onu gıyabında mânen terbiye etmiştir. Bazı mürşidlerin hem zâhir şeyhleri vardır, hem de mânevi yolculuğun belli bir merhalesinde üveysîlikle terbiye edilmişlerdir. Bütün mâneviyat erbâbı ve tarikat ehli üveysîliği kabul eder ve buna inanırlar. [Bkz. Kâşifî, Ali b. Hüseyin el-Vâiz, Reşahat Aynü’l-Hayat (terc.), İstanbul, 1269, s. 108; Ferîdüddîn Attar, Tezkiratü’l-Evliyâ, Tahran, Bty., s. 28; Bursevî, İsmail Hakkı, Şerh-i Mesnevî, 1, 26]
Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/tasavvuf/284-tasavvufta-uveysilik-ve-tasarruf.html
2. Hayır; üstâzımızla (k.s.) irtibat / râbıta için üveysîlik gerekmiyor. Zira bizzat kendileri, dâr-ı bekaya irtihallerinden sonra da hâl-i hayatlarındaki gibi irşâd vazifelerinin devam edeceğini ihtar ve i‘lâm buyuruyorlar. Ayrıca üveysîlik, öyle dileyenin hâsıl edebileceği, çalışarak kazanabileceği bir şey değil, İlâhî bir ihsandır. Mevlâ-yi zû’l-Celâl, kullarından murâd ettiklerine fazl u kereminden lûtfeder. O bakımdan bunlara kafa ve gönül yoracağımıza, elimizdeki nimetin-devletin kıymetini bilelim, şükrünü bihakkın eda yönünde gayret gösterelim ki, elimizden uçup-kayıp gidivermesin.
Tamam mı kıymetli kardeşim!
Dipnot
{*} Âsaf bin Belkiye (Berahyâ), İslâmî kaynaklarda Hz. Süleyman’ın (a.s.) kâtibi veya veziri olduğu kaydedilen kişidir. Nebî değil, ama âlim, velî, hikmet ve tedbiriyle mâruf bir zât idi. İsm-i A‘zam’ı bildiği, duasının kabul edildiği, kerâmet sahibi olduğu nakledilmektedir. Uzun ad ve ünvanı; Âsaf b. Berahyâ b. Şimea b. Mikael b. Baaseya b. Malkiya’dır. [Bkz. Sa‘lebî, s. 243] Belkıs’ın tahtını, Süleyman aleyhisselâm gözünü kırpmadan (yumup açmadan) evvel huzuruna getirdi. [Bkz. Nahl suresi,, 40] Eğer o günün maddî-fizikî imkânları göz önüne alınacak ve yürümeyle, insan ve hayvan gücüyle getirilecek olsa, o köşk oraya ancak üç belki de beş ayda getirilebilirdi.
Muhtemelen o zâtın isminden ve hızından kinâye, üveysîlere de mânevi sür’atleri bakımından kelimenin Farsça cemi' sîgasiyle ‘berahyân’ denillmiştir.