Hocam babam hayırsız bir insan. Borcuna hiç sadık değildir. Ailesinden de annemin ailesinden de sahip olduğu çok fazla mal mülk olmasına karşın hepsini bitirmiş mallar daha önünden daha çok para aşkıyla tefecilige başlamıştı. Ama tanı rabbim razı getirmedi tamamen battı. Annem çok saf bir kadındır. Babam işyerini annemin üzerine yaptı. Bütün borçlar da anneme kaldı. Çek borcu yüzünden 11 ay hapis yattı (şuan yasa degisti). Çok fazla borç var annemin suan icin bunları ödemesi mümkün görünmüyor. Kime borcu olduğunu da bilmiyor zaten. Bu durumda anneme günahı var mı ne yapması gerekir?

Soru: Neslihan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Selamün aleyküm.

Sorunuzun başlığı ile muhtevası farklı. Dolayısiyle cevaplarının da farklı olması gerekiyor. O bakımdan iki madde halinde ele almamız daha uygun olur.

1. Bilindiği gibi kul hakkını ancak kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telâfi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir. Şayet üzerimizde kul hakkı olan adam ölmüş ise, vârislerine bu hakkı vermek gerekir.

Ancak günahlarına tevbe edip hakkını yediği kimselerle helalleşmek istediği halde onlara ulaşamıyor ya da bulamıyorsa, bu durumda onların adına hayır yapmak, sadaka vermek ve onlar için dua etmek gerekir.

Şayet hakkını eda etmek zor görünen bir adamın hakkını açıktan yemiş isek, o zaman bu adama doğrudan ödemenin yolunu bulmak ya da bir vekil vasıtasıyla ona hakkını vermeye çalışmak gerekir. Şayet hakkını yediğimiz kişi, hakkını yediğimizi bilmiyor ve ona açıktan söylemek mümkün değilse, o zaman masasına koyup, evine veya başka bir vasıtasıyla bu parayı ona ulaştırıp, durumu da bir pusulayla bildirmek gerekir. Ona açıktan isim vermeye de gerek yoktur.

İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyetine, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mes’uliyeti gerektirir.

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hak-pereset olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamiyle kurtulamıyoruz.

İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız? 

"Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım" diyerek, iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir m? Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildirmeliyiz?

İslâm’da esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tevbe-istiğfar ederek, tesbih namazları kılarak affını diler.

Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zâyi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte, maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir, ödemektir.

Bir hadis-i şerifte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar:

"Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir." [Buhari, Sahih, Mezalim, 10]

Evet, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) de beyan ve ihtarlarına göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allahu Teâla diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.

Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, musamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte çektiğiniz vicdan azabı sebebiyle de, ayrıca pişmanlıkla tevbe ve isitğfar edersiniz. Zira hadis-i şeriflerde buyrulmuştur ki: "Pişmanlık tevbenin kendisidir.", "Günahından tevbe eden hiç günah işlememiş gibi olur." [Hafız el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 4, 97]

Bir insan tevbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir?

Geliniz, her şeyin olduğu gibi bunun da cevabını Fahr-i Kâinat Efendimizden (s.a.v.) öğrenelim:

"Bir günah işledikten sonra tevbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa, zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer." [Hafız el-Münzirî, a.g.e., 4, 106]

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sâlih ameller işler, Kur'ân-ı Kerim ve İslâm’a, Müslümanlara yönelik Allah yolundaki hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak hâlis bir niyet ve ihlâsla üzerine düşeni elinden geldiğince yapmış olur.

Bu arada şu mealdeki âyet-i kerimeyi de unutmayalım:

"(Rasûlüm) de ki: ‘Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur (bağışlar). Şüphesiz ki O öyle gafûr, öyle rahîm’dir O (çok mağfiret edici / bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” [Zümer suresi, 53]

2. Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Rabbimiz (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur ki:

 “...Velâ teziru vâziratün vizra uhrâ...” [En'âm suresi, 164] Yani hiçbir günahkâr bir başkasının günahından sorumlu tutulmaz. Herkes kendi yaptığının cezasını çeker. Bununla beraber anneniz de, bilerek ya da bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak onun vebâllerine ortak olmuşsa şayet, bu yaptıklarından dolayı Cenab-ı Hakk’a tevbe ve istiğfar etmelidir elbette… Ayrıca babanızın ıslâhı için de dua edersiniz. Yukarıda geçen ayet-i celide hatırlatıldığı üzere, Allahu Teâla’nın rahmetinden ümit kesilmez. Ne diyelim, inşaallah düzelir.

Ve yine aşağıdaki linki de dikkatle okuyup istifade eder, anlatılanları yapmaya çalışırsınız.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/202-muharrem-ayi-ve-kul-hakkini-odeme-hakkinda-soru.html

Go to top