Selamun Aleyküm Hocam, Bu gün başıma gelen bir olayı paylaşıp fikrinizi almak istiyorum... İş yerinde konu açılması üzerine, bir arkadaşın ısrarla hristiyanlığın da kafir olmadığını savunmasıydı. Müslüman olmayan kafirdir dememe rağmen hayır yanlış kati suretle olmaz öyle şeyler demesi üzerine nedir o halde diye sordum müslüman olmayan kafir de değilse nedit batıldır gibi bir cevapla karşılaştım biraz daha zorladım mecusi olabilir gibi şeyler söyledi onu da açıkladım adam Allahı bırakmış ateşe tapıyor kafir değil de nedir dedim yine dinletemedim. böylesi zamanlar da susmak mı gerekir yoksa savunmak mı gerekir öğrenmek istediğim tam olarak budur? Şimdiden Allah razı olsun cevabınız için
Soru: sencer tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam sencer;
1. Evvela başlıktaki sorunuza cevap vermeye çalışalım.
İslâmiyeti yaymak için yapılan mücadeleler cihad olduğu gibi, müdafaa sadedinde yapılanlar da elbetteki cihaddır. Hangi usûlle olursa olsun…
Bir başka ifadeyle, İslâm'ın yücelmesi / yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek şüphesiz cihad tasnifine girer.
Keza Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî, ilmî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmek de cihad kategorisine dâhildir.
Özetle söylemek gerekirse cihad, insanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarına, muarız ve münkirlerine karşı koymasıdır.
Ancak dikkatten kaçmaması gereken ince nokta da, öncelikle bu işe ehil olmak, gerekli ilmi-fikrî donanıma sahip bulunmak, faaliyetlerimiz esnasında kat’iyyen nefsimize pay çıkartmamak, riyadan-süm’adan / gösterişten uzak bulunmak, bu işi sadece ve sadece rıza-i ilahiyi gözeterek yapmaktır. Yoksa Allah korusun hepsi boşa gider, hatta İslâm’a hizmet ediyorum düşüncesiyle zarar bile verebilir kişi….
Bilmiyorum, belki yanılıyorumdur; ama gördüğüm kadarıyla siz, biraz gereksiz, faydasız ve de formasyonunuzu aşan alanlara doğru açılıyorsunuz gibime geliyor. Mesajlarınızdan edindiğim intiba -maalesef- bu. Oysa boyunuzu aşan bu gibi mugalata ve münazalarla, tartışmalarla uğraşacağınıza, o insanlara doğru dürüst dinlerini, ilmihallerini, Kur’an’ı öğretmeye gayret etseniz çok daha büyük hizmet etmiş olursunuz. Ve işte asıl cihad da bu olur. Lüzumsuz, faydasız ve de bilgisiz (bilginiz varsa da en azından yetersiz) yere gevezelik ve zevzeklik etmek değil. O tip tartışmalar her ne kadar nefsin hoşuna gitse de, genelde müsbet bir neticesi olmaz, patinaj yapan araba gibi hemen hiç mesafe alınmaz, yerinde sayılır, üstüne üstlük herkes kendi fikrinde sabitlenir. Kısacası durum, Cenap Şehabettin’in dediği gibi olur; “Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok ses çıkarır”. Gürültüsü bol, verimi sıfırdır. Merhum Bölükbaşı’nın kendi mitingleri için dediği gibi, “Sapı-samanı bol, danesi az bir harman” olur.
***
Ayrıca unutmamak lazım; en büyük, en güç, en zor cihad, insanın nefsiyle ve nefs-i emmaresinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Binaenaleyh Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir; ona karşı cihadı kazanamayan, zaten kendisinde maddi düşmanın karşısına çıkacak güç ve cesareti de bulamaz. Nefisle mücadele ve mücahedede başarı ise, ancak hakiki bir mürşid-i kâmil u mükemmilin komutasında mümkün olur. Tek başına değil. Bkz. http://www.mollacami.com/konu/nefis-ve-nefsin-kisimlari-9914.html Ve yine sitemizdeki Aynü’l-Hakika fÎ Râbıtati’-Tarîka isimli risayeyi de mutlaka okuyunuz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Tebük seferinden dönüşte ashabına ne buyurmuştu:
"Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" [Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425] Bu hadis-i şeriflerinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak tavsif etmektermektedir. "Hakiki mücahid nefsine karşı cihad eden kimsedir" [Tirmizî, Sünen, Cihad, 2] hadis-i şerifleri de aynı manayı ifade etmektedir. Böylesine büyük bir cihad da, ancak büyük komutanla kazanılabilir. Yani hakiki bir varis-i Rasûl ile muvafakıyet mümkündür.
Bu mealde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin en farz ve en büyük cihad olduğunu göstermektedir.
Velhasıl, sözünü ettiğiniz durumlarda mukteza-yı hale göre konuşmak, bilmediğiniz alanlarda söz etmemek, konuşulması gereken, ihtiyaç olduğu gözlenen hususları dile getirmek, lâf etmenin faydalı olmadığı yerde susmak, hatta gerekiyorsa o meclisi terk etmek lazımdır. İslâmî âdap ve usûle uygun tutum ve davranış biçimi bu olur.
***
2. İslâm’ın dışında kim ve hangi topluluk olursa olsun, ister Hıristiyan, ister Yahudi, ister Mecusi, ister şu, ister bu… Hepsi de küfür dairesine dâhildirler. Kur’an-ı Kerim’in açık beyaniyle kâfirdirdirler. Küfürle iman arasında da üçüncü bir yer yoktur.
Hak din İslâm’dır.
“Şüphe yok ki Allah indinde din, İslâm'dır (Müslümanlıktır).” [Âl-i İmrân suresi, 19] Binaenaleyh Müslümandan başkası Cennet’e giremez. Kâfirlere Cennet ve nimetleri haramdır. Nitekim Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ateş ehli, Cennet ehline (Cehennemlikler, Cennetliklere; lütfen) ‘su(yunuz)dan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın’ diye feryâd ederler! Onlar da, ‘Şüphe yok ki, derler, Allah bunları kâfirlere haram etti.” [A‘raf suresi, 50]
Cenab-ı Mevlâ’nın va’di / kanunu budur, değişmez, kimse de değiştiremez. Hıristiyan ve Yahudilerin Cennet’e girmeleri ancak Müslüman olmalarına bağlıdır. Onlar ise o halleriyle Müslüman değillerdir. Zira “Yahudiler ‘Uzeyr Allah’ın oğludur, dedi(ler), Hıristiyanlar da ‘Mesîh (îsâ) Allah’ın oğludur’, dedi(ler). Bu, onların ağızlariyle (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, (bununla gûyâ) daha evvel küfredenlerin sözlerini taklîd ediyorlar. Hay Allah kahredesi adamlar! (Hak’tan bâtıla) nasıl da döndürülüyorlar!” [Tevbe suresi, 30]
Malum olduğu üzere, imanla küfür arasında üçüncü bir mevki-mertebe yoktur; aynen ahirette Cennet’le Cehennem’den başka yer olmadığı gibi. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de söz konusu güruh hakkında şöyle buyrulmaktadır:
“…(Peygamberlerden) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz, diyen ve böylece (küfr ile îman) arasında bir yol tutmaya yeltenen kimseler (yok mu?) İşte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o kâfirlere hor ve hakîr edici (alçaltıcı) bir azâb hazırlamışızdır.” [Nisa suresi, 150]
Demek ki kim ne derse desin, Cennet’in vizesi İslâm'dır, imandır. Onlar yoksa Cennet’e giriş de muhâldir.