Muhterem Hocam,
"Mü’minler kardeştir" mealindeki ayet-i celileyi nasıl anlamamız gerekiyor, burada ehl-i bid'at, fırak-ı dalleye karşı tutumumuz nasıl olmalı? Buradaki kardeşlik kimleri kapsıyor?
Müslüman ve mü’minin tarifi yaparmısınız? Küfre rıza küfürdür, bunu bize açıklar mısınız?
Cemalettin Afgani hakkında, ulema tarafindan onun küfrüne dair fetva verildiği söyleniyor, bir bilginiz var mı bu konuda? Afgani reformist ve mezhepsizlerin önderi olduğu söyleniyor ve yazılıyor.
Selam ve Dua. Kemal
*******
“Mü’minler ancak kardeştir.”
Cenab-ı Mevlâ-yi zû’l-Celâl buyuruyor ki:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletler ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstününüz, takva yönünden en ileride olanınızdır. Allah her şeyi tamamiyle bilen ve her şeyden hakkıyla-kemâliyle haberdar olandır.” [Hucurât suresi, 13]
Evet, Allah Teâlâ insanları bir anne-babadan yaratsa da, ancak iman edince kardeşlik duygularına sahip olabildiklerini haber vererek, “Mü’minler ancak kardeştir”[Hucurât suresi, 10] buyurmuştur.
Buradan iman mevzuunu daha geniş düşünürsek; idealize olmuş duygu, hedef, inanç, ideoloji, vb. hakkında insanların birleştiği hususta ittifak etmeleriyle kardeş oluyorlar demektir.
Öyle ise kardeşlik, iman ile kazanılan bir husustur. Bu itibarla paylaştıkları ortak şeye inanmayanlar, ne olursa olsun, muhakkak birbirlerini incitirler, birbirleriyle kavga eder, savaşırlar. Bazen bu incitmeyi kabul ettiği inancına istinaden yapar ki, bu da onu hiçbir şekilde rahatsız etmez. Tarih bu yönde birçok hadiseye şahit olmuştur. Burada bizim üzerinde duracağımız mevzu-mesele, milleti oluşturan kriterlerin başında gelen ve kardeşliğe zarar veren asabiyet (kendi kavmini üstün görme zihniyeti) hastalığının zararlarını hatırlatmak olacaktır. Allah Teâlâ buyurdu ki;
“…ve sizi tanışıp kaynaşasınız diye milletlere, kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.” [Tirmizî, Sünen, Tefsîru’l-Kur’ân, 49 (V,389)]
“Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Rasûlünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” [Tevbe suresi, 24]
İslâm’la şereflenmiş insanların, bu ayetleri bilmemeleri neredeyse imkânsızdır. Ancak birbirlerine buğz eden kan dökenlerin, “mü’min” sıfatının kâmil manada tecelli etmediği veya bu sıfatın ihtiva ettiği alanların hangi şeyleri kapsadığını bilmediklerini anlamaktayız.
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) kardeş olan mü’minleri şu şekilde açıklamıştır:
“Sizin bu nesepleriniz size başkalarına hakaret etme hakkı vermez. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Bir ölçek içindeki buğday taneleri gibi birbirinize eşitsiniz. Hiç kimsenin başkasına dindarlık ve salih amel dışında bir üstünlüğü söz bahis mevzuu değildir. Bir kimsenin kötü olması için fena huylu ve kötü sözlü, cimri ve korkak olması yeter.” [Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV,158]
Bu hadise göre imanın kemâl vasfına çıktığı derecede asabiyet duygusu ile karışık olmaması gerekir. “Zalim de olsa mazlum da olsa soydaşın ve kandaşın olan kişinin yardımına koş!” cahiliye zihniyeti ile hareket eden hakkında Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki;
“Asabiyet davasına kalkışan bizden değildir. Asabiyet uğruna savaşan ve bu uğurda ölen de bizden değildir.” [Müslim, Sahih, İmâre 13 (II, 1476); İbn Mâce, Sünen, Fiten 7 (II, 1302); Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb 111 (V,342); Nesâî, Sünen, Tahrîmu’d-dem 28 (VII, 123)]
Bu çirkin ve tehlikeli vasıflardan-huylardan Allah Teâlâ’ya sığınırız.
Aşağıda anlatacağımız hadise bu durumun açık örneğidir.
“Katâde’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Sa’d b. Ebî Vakkâs ile Selmân-ı Fârisî (r.anhuma) arasında bir kırgınlık olmuş. Hz. Sa’d Hz. Selmân’a (onu küçük düşürmek maksadıyla),
- “Nesebini söylesene” demiş. Hz. Selmân,
- “Bildiğim kadarıyla İslâm’da bir nesep sahibi değilim. Ama ben İslâm oğlu Selmân’ım” der.
Bu durum Hz. Ömer’in (r.a.) kulağına gidince Hz. Sa’d’ın bu hareketine canı sıkılır ve ona çıkışarak söyle der:
- “Bütün Kureyş bilir ki, babam Hattâb cahiliye döneminde onların en şereflisiydi. Durum böyle iken ben yine de İslam oğlu Selmân’ın kardeşi İslam oğlu Ömer’im. Kendini cahiliye dönemindeki dokuz atasına nispet eden kişinin onların onuncusu olarak cehennemlik olduğunu duymadın mı?” [Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 336]
Hz. Ömer (r.a.) son cümlesiyle Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) şu hadisine işaret etmektedir.
“Kim kendini kâfir olan atalarından dokuzuna nisbet ederek izzet ve şeref sahibi olmayı isterse (bilsin ki) onların onuncusu olarak cehenneme girecektir.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 134]
***
Sonuç olarak diyebiliriz ki;
Kardeş olanlar mü’mindir ve cennete girecektir. Öyle ise mü’min olanın asabiyet diye bir davası yoktur.
Allah Teâlâ’nın bizleri razı olmadığı asabiyet davasından muhafaza etmesini, milletimeze ve topyekün Müslümanlara izzet vermesi için dua ve niyaz ederiz.
Ayrıca Rabbimizin (c.c.), haber verdiği şu sırları da düşününce, farklı başka boyutların olduğu görülmektedir. Bu mevzu üzerinde biraz düşünelim…
“Onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde mü’minlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin” derler.”[Haşr suresi, 10]
“(Cennet’te) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: ‘Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin rasûlleri hakkı/gerçeği getirmişler.’ Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.” [A’raf suresi, 43]
***
Kardeşlik vasfını biraz daha geniş perspektiften ele alacak olursak şu açıklamalarda bulunabiliriz…
Muhakkak ki ancak mü’minler kardeştirler... Veya mü’minler sadece kardeştirler.
Birincisi, ancak mü’minler kardeştir. Kardeşlik müessesesi yalnızca mü’minler için geçerlidir. Kâfirlerin, yahudilerin, hıristiyanların, dinsizlerin, ateistlerin arasında kardeşlik yoktur. Bu müessese yalnızca mü’minlerin arasında geçerlidir.
İkincisi de, mü’minler sadece kardeştirler. Mü’minler arasında sadece kardeşlik vardır. Onlar arasında kardeşliğin dışında başka bir durum söz konusu değildir. Bütün mü’minler kardeşler olarak cihanşumul/evrensel bir ailenin fertleridir. Mü’minler birbirleriyle savaşsalar da kardeştirler. Aslında böyle bir şey asla düşünülememesi gereken bir durumdur ama, maalesef zaman zaman vuku bulmuş ve bulmaktadır da... Bir mü’minin bir mü’min kardeşine düşman kesilmesi, bir mü’minin bir mü’min kardeşine silah çekmesi, onu öldürmek üzere karşısına dikilmesi çok büyük bir günahtır. Bu mevzuda hem kitabımızda, hem de Rasûlullah Efendimizin hadisleri arasında çok büyük tehditler vardır.Buhârî’nin rivâyetine göre Rasûlullah Efendimiz bi defasında sahâbeden şu üç mevzuda biat almıştır.
- Birincisi namaz kılmak,
- İkincisi zekât vermek,
- Üçüncüsü de Müslüman kardeşleri hakkında hayır düşünmek, hayır dilemek...
Yine İbn Mes’ud’un (r.a.) rivâyet buyurdukları bir hadislerinde Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):“Müslümana sövmek fısk, ona karşı savaşmak da küfürdür.” buyurur.Bir başka hadislerinde:“Bir Müslümanın Müslümanlara karşı canı, malı ve ırzı haramdır” buyurur. Aynı hadisin baş tarafında da Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurur:“Müslüman Müslümanın kardeşidir… Müslüman, asla kardeşine zulmetmez, onu kendi başına terk etmez, onu zelil etmez. Bir Müslümanın bir Müslüman kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yoktur.”
***
Mü’minler kardeştirler… Öyleyse ey Müslümanlar, dargın olan kardeşlerinizin arasını bulun. Kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Kardeşler olun ve hayatınızı Allah için yaşayın. Kardeşliğinizde, ilişkilerinizde hâkim güç sadece Allah olsun. Allah’ın koruması altına girin. O takdirde umulur ki, Allah’ın rahmetine ulaşır, nimetleriyle nîmetlenirsiniz.
***
Mü’minler kardeştirler…
Kederde-tasada, sürurda-sevinçte, varlıkta-yoklukta, her zaman ve her ortamda bir mü’min diğer mü’min kardeşleriyle beraber olacaktır.
Onlara asla zulmetmeyecek, düşmanlık düşünmeyecek.
Müslüman kardeşlerinin malını, canını, ırzını, namusunu kendi malı, canı, kendi namusu bilecek. Müslüman kardeşlerine fedakâr davranacak.
Kendisi aç kalacak ama kardeşlerine yedirecek. Kendisi giymeyecek, kardeşlerine giydirecek. Yardıma muhtaç olduğunda yardım edecek.
Müslüman, tıpkı bir vücudun âzâları gibi birbirleriyle bir dayanışma içinde olacaklar. Nasıl ki vücudun âzâlarından birine bir diken battığında tüm vücut o acıyı hissediyorsa, yeryüzünün neresinde olursa olsun herhangi bir Müslümanın ayağına batan dikenin acısını tüm Müslümanlar hissetmeli ve kardeşlerinin dertleriyle dertlenmelidirler.
Müslümanların kardeşliği gerçekten çok önemlidir. Maalesef bugün dünya Müslümanları bu kardeşliklerinden habersiz bir hayat yaşamaktadırlar. Bakın Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bu mevzuda şöyle buyuruyor:“Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinizin aleyhinde fiyatları kızıştırarak necş yapmayın (alışverişte birbirinizi aldatmayınız) Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirip dargın durmayınız. Birbirinizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. (Birbirinizin alışverişi üzerine alışveriş yapmayınız.)” [Buharî, Sahih, Edep 7, 88; Müslim, Sahih, Birr 4, 1986]
Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği bu hadis İslâm kardeşliğinin esaslarını anlatması bakımından çok önemli bir hadistir. Hadiste İslâm kardeşliği ve onu yok eden haset/kıskançlık, birbirine sırt çevirme, birbirlerini hakir görme gibi çeşitli afetlerden mü’minlerin sakındırıldıklarına şahit oluyoruz. Bunları şöyle maddeleştirelim:
(1) Müslüman kardeşler arasında yasaklanan birinci husus hasettir. Hasede Kur’an’ın son sûresinde de dikkat çekilerek Müslümanlar uyarılır:“Haset ettiği zaman hâsidin şerrinden Allah’a sığınırım, de.” [Felak suresi, 5]
Haset, karşımızdakinin sahip olduğu nimetlerin zail olmasını, telef olmasını istemektir. Meselâ eğer karşımızdaki zenginse, bunun ondan alınmasını istemek veya eğer fakirse bu durumdan kurtulmamasını, sürekli onun fakr u zaruret içinde yaşamasını arzu etmek... Tabii kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınıp mahrum bırakılmasını istemekle birlikte o nimetin sadece kendisinin olmasını istemek de vardır. Bu gerçekten çok büyük bir hastalıktır ki, bundan kurtulanların sayısı çok azdır. Zira insanlar genellikle herhangi bir hususta başkalarının kendisinden daha üstün bir konumda olmasını istemezler. Kendilerinin herkesten üstün olması hoşlarına gider. Bakın Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurur:“Hasetten kaçının! Çünkü ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi haset de amel defterinizdeki iyiliklerinizi yiyip bitirir.” [Ebu Dâvud, Sünen, Edep, 4, 380]
Yine kıskançlıkta Cenab-ı Hakk’a hikmetsizlik izafesi söz konusudur. Bir mü’min kardeşine Allah tarafından verilenleri kıskanan kimse, zımnen, kendisine verilmeyen şeylerin ona verilmesi sebebiyle Allah’ın hikmetsiz ve adâletsiz iş yaptığı ithamı yapmakta... Allah’ın o nimetleri hak etmeyen kimseye verdiği iddiası bulunmaktadır. Bu ise, kesinlikle haramdır.
İçinde Müslüman kardeşine karşı böyle bir kıskançlık taşımakla, bu kıskançlığı yenmeyi becerememekle birlikte bunu söz ve davranışlarıyla ortaya koymayan, yani kıskandığı kimseye herhangi bir zarar vermeyen kimse ise günahkâr sayılmaz. Ama böyle bir Müslüman elbette kendisini bu kıskançlıktan kurtarabilmek için çaba sarf etmelidir.
Hasedin/kıskançlığın yanında bir de “gıpta” vardır. Gıpta hasetten farklıdır. Onda karşısındakinin elindeki nimetlerin, beğenilen İslâmî özelliklerin yok olmasını, telef olmasını, bunlardan mahrum bırakılmasını istemek yerine, onun aynısının kendinde de olmasını, kendisine de verilmesini temenni vardır.
(2) Kardeşler olarak Müslümanların dikkat etmeleri gereken ikinci husus; hadisin beyanıyla birbirlerine buğz etmemeleridir. Az evvel okuduğum hadislerinde birbirinize buğz etmeyin diyen Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), bakıyoruz başka bir yerde de takvayı tarif ederken “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” buyuruyor.
Peki, acaba bunu nasıl anlayacağız?Meselâ karşımızda kendisine buğz edilecek halini gördüğümüz bir Müslüman var. Ona önce buğz etmeyeceğiz. Önce onu elimizle, dilimizle düzeltmeye ve uyarmaya çalışacağız. Ama o mü’mini elimizle veya dilimizle düzeltmeye çalıştığımız halde, elimizden geldiğince onu bu hususta uyardığımız halde eğer düzelmeye yanaşmazsa, işlediği kötülüğe buğz edeceğiz, ama düzelmesi için kalben kendisine de hayır-duada bulunacağız.
Bu noktada ehl-i bid’at ve fırak-ı dalle’ye karş tutumumuz da bu yönde olmalı. Beddua etmenin, lânette bulunmanın kimseye bir faydası olmaz. Bizin dua ve niyazımız; kabiliyeti-kısmeti olan herkese Mevlam hidayet etsin.
Bir de yine Peygamber Efendimizin (s.a.v.) başka bir hadisinden öğreniyoruz ki Müslüman kardeşimize kızmak yasaktır. Evet, bir Müslüman kardeşimize kızmayacağız, ama bu demek değildir ki karşımızdakinin her türlü İslâm dışı bozuk davranışlarını tasvip edeceğiz… Hayır, böyle bir şey yok! Çünkü Müslümanlar sevilecektir ama bu onları tenkit etmeme mânâsına gelmez.
(3) Kardeşler olarak Müslümanlar asla birbirlerine sırt çevirip dargın hâle gelmemelidirler. Mü’min mü’mine dargın durmayacak, küs olmayacak. Zira Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) başka hadislerinden de öğreniyoruz ki, üç günden fazla bir Müslümanın bir Müslüman kardeşine küs durması caiz değildir. Buyuruyor ki Efendimiz (s.a.v.):“Müslüman bir kimsenin Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durarak birbirleriyle karşılaştıkları vakit bunun yüzünü bu tarafa, ötekinin de yönünü beri tarafa çevirmesi ve bu dargınlıklarını sürdürmeleri helâl değildir. Bu ikisinden en hayırlı olanı da selamı önce başlatandır.” [Buharî, Sahih, 7, 90]
Bir binanın birbirine kenetlenmiş tuğlalarını ayırmaya kalkarsanız müthiş bir yıkım meydana geleceği gibi, mü’minler de böyle birbirlerine kenetlendiklerinde, birbirlerinden haberdar olacak kadar birbirleriyle kucaklaşıp kaynaştıklarında onların ayrılmaları da zor olacaktır. O halde mü’minler birbirlerinden asla ayrı durmamalı, birbirlerine sırt çevirmemeli, birbirlerine dargın durmamalıdırlar.
(4) Yine bu kardeşlik icabı Müslümanlar birbirlerinin bitmiş ya da bitmek üzere olan pazarlıklarını bozmamalıdırlar.Müslüman kardeşler olarak birbirinize karşı bunları yapmayın. Bu nevi kardeşliği zedeleyici şeylere tevessül etmeyin buyurduktan sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) devamla şöyle buyuruyor:
“Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz! Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline terk etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göğsüne vurarak) Takva işte buradadır. Bir kimse Müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter artar bile. Müslümanın her şeyi; canı, malı, ırzı Müslümana haramdır.” [Bkz. Buhârî, Sahih, Edeb, 57, 58; Müslim, Terc. c. 10, s. 6446]
İşte İslâm kardeşliğinin ölçülerini en güzel bir şekilde özetleyen bir peygamber ikazı/uyarısı… Yalan; bir vak’ayı/olayı, karşılığında bir menfaat bekleyerek bir menfaat devşirme maksadıyla saptırmak, yanıltmaktır.Müslümanın kardeşini bir dünya menfaati adına yalan söyleyip aldatması hiç düşünülemez. Bir ahiret menfaati adına yalan söyleyip aldatması da mümkün değildir. Zira bir âhiret menfaati adına ona söyleyeceği yalan o menfaati siler süpürür.Evet, mü’min mü’mine hakaret etmez, mü’min mü’mine hor bakmaz, mü’min mü’mini küçük görmez. Bunun ilk ve en büyük sebebi onun iman taşımasıdır. Mü’min taşıdığı iman sebebiyle meth ü senaya lâyıktır. Taşıdığı iman sebebiyle mü’min yeryüzünün en değerli, en şerefli ve en üstün varlığıdır.
***
Buradaki kardeşlik, imanı olan herkesi/her mü’mini kapsıyor! Ama zayıf, ama orta, ama üst tabakadan… Hangi sınıftan olursa olsun.
***
Müslüman ve mü’minin tarifi…
Müslüman, İslâm dinini kabul eden, Allah'a teslim olmuş kişidir. Allah Teâlâ'nın, peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla gönderdiklerine ve son nebî ve rasûl Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) inanan kişiye denir.İman kalb işi olduğu halde, İslâm daha çok imanın amel olarak dışarıya aksini/yansımasını ifade eder. Nitekim ‘Cibril hadisi’nde iman tarif edilirken;
"Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe, hayır ve şerrin Allah Teâlâ'dan olduğuna inanmandır" buyuruluyor…
İslâm'ın tarifinde ise, topluma ilân edilen ve amel olarak yapılması gereken esaslar, yani İslâm'ın beş şartı sayılıyor ve deniliyor ki:
"İslâm, Allah'tan başka hiç bir ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa hac farizasını yerine getirmendir." [Buhârî, Sahih, İmân, 34, 37, Şehâdat, 26, Tefsîru Sûre, 31, 2; Müslim, Sahih, İmân: 5, 7, 8; Ebû Dâvud, Sünen, Sünneh, 16; Tirmizî, Sünen, İmân, 4]
Kur’an-ı Kerim’de hakiki mü’minlerin vasıflarından da kısaca şöyle bahsedilmektedir:
“Onlar; “Allah'ın adı anıldığı zaman kalpleri ürperir." [Enfal, 2] “Onlar; "Allah'a asla şirk koşmazlar." [Furkan, 68] “Onlar; "(her türlü) zinaya asla yaklaşmazlar." [Furkan, 68] “Onlar; namazlarını huşû içinde ve dosdoğru kılarlar." [Mü'minun, 2] “Onlar; boş şeylerden tamamiyle yüz çevirirler." [Mü'minun, 3] “Onlar; mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler." [Tevce, 20] “Onlar; cahillerle asla tartışmazlar." [Furkan, 63] “Onlar; kınayıcının kınamasından hiçbir zaman korkmazlar." [Maide, 54] “Onlar; emanetlerine ihanet etmezler." [Mü'minun, 8] “Onlar; söz verdiklerinde sözlerinde dururlar." [Bakara, 177] “Onlar; yetimin hakkını kesinlikle yemezler." [Nisa, 2] “Onlar; yolda kalmışlara yardım ederler." [Bakara, 177] “Onlar; insanların kusurlarını affederler." [Al-i İmran, 134] “Onlar; yalnızca Allah'a dayanıp güvenirler." [Mücadele, 10] “Onlar; yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler." [Furkan, 63]...
***
Evet, “küfre rıza küfürdür”.
Bu temel itikadî kaideyi anlamaya çalışalım…
Her şeyden önce, kimden çıkarsa çıksın, nerede olursa olsun, Allah’a karşı en büyük bir isyan olan küfre razı olmak, kişinin imanıyla çelişen bir durumdur. Çünkü, küfre rıza göstermek, onun olmasını-sürmesini istemek, Allah’a karşı yapılan isyanların devam etmesine taraftar olmak anlamına gelir.
Kısacası işin riskli tarafı, Allah’a karşı isyanların olup olmamasını istemekle alakalıdır. İşin hedefinde, merkezinde Allah Teala vardır. Oysa;
“Allah kullarının küfre girmesine razı olmaz” [Zümer suresi, 7] ayet-i kerimesinden bu hakikati açıkça anlayabiliriz.
İman ettiğimiz Allah’ın (c.c.) razı olmadığı bir şeye bizim razı olmamız, doğrudan imanımızı sorgulayan bir husustur. Buna göre, küfre rıza küfür olduğu gibi, suça rıza da suçtur, günaha rıza da günahtır. Çünkü bütün günahlar / suçlar, Allah’a karşı bir isyandır, ona razı olmamak imanın bir icabıdır.
Bu sebeple, bir kimsenin imana gelmesini istemek; iman ettiği Allah’a, onun kitabına, onun Peygamberine saygılı olmasını, onları sevmesini, onların emirlerini yerine getirmesini istemekle eşdeğerdir.
Aksine bir kimsenin imana gelmesini istememek de; Allah’a, Peygamber'ine (s.a.v.) ve Kur’an’a karşı saygısızlık etmeye devam etmesini istemekle aynı manaya gelir.
Bu yüzden “Müslüman olmak istiyorum” diyen bir kimseye karşı, “Sen bilirsin” demek şöyle dursun, iliklerine kadar bütün hücreleriyle, derhal ona yardımcı olmak, işi geciktirmemek gerekir. Yoksa lakayt kalma, aldırış etmemek en hafif bir ifadeyle “bizdeki imanın değerini düşüren” bir tutum ve davranış olur.
Allah’a iman eden, elbette onu sever. Fakat bu sevgi, mecazî aşklarda olduğu gibi, sevgilisini kendi tekeline alıp başkalarını ondan uzak tutmaya gayret eden bir sevgi değildir. Bilakis, bu sevgi, kıskanç olmayan, dışlayıcı bulunmayan, tabir yerindeyse; “Halik-ı zû’l-Celâl olan Rabbimizin sevenleri çok olsun” diye çırpınıp duran bir sevgidir. Rabbimiz bütün insanları sevgisinde birleştirsin.
***
Cemalettin Afgani...
Ehl-i Sünnet dışı bir başka sapğın tesbitiyle, “Cemalettin Afgani ne ‘büyük bir âlim’ne de ‘büyük bir mütefekkirdir”… Bu bir.
İkinci olarak, Afgani Masondur… Masonlukla İslâm bir arada bulunmaz/bulunamaz.
Üçüncüsü Afgani aynı zamanda ırçıdır… “Irkçılığın dışında saadet yoktur” sözü ona aittir. Kardeşlikle ilgili açıklamalarımızın başında ırkçılğı hedef almamızın sebebi, sorunuzda bunun da olmasıdır.
Dördüncüsü, Sicilli Osmanî’de “Şiî” olduğu belirtilen Afgani hakkında, devrin ünlü Şeyhülislamı Hasan Fehmi Efendi “Kâfir” fetvası vermiştir.
Beşinci olarak, Afgani, peygamberliği de “sanatlardan bir sanat” olarak görmektedir.
Hasılı kelâm netice-i merâm; bu söylenenlerin hepsi de doğrudur, müdelleldir. Adı geçen herif-i nâ-şerif deformisttir, mezhepsizdir (mezhebi varsa da Ehl-i Sünnet dışıdır), itikadı bozuktur, kâfir olduğuna dair fetva da vardır.