Sevgili hocam,

"Şahs-ı muayyenin tel’îni ve tekfîri caiz değildir" sözünün anlamı nedir?

Bir sahsın kafir olduğuna dair (mesela Seyhülislam Hasan Fehmi Efendi, C. Efgani hakkindaki fetva) verilen fetva hakkında bizler nasıl bir tutum içinde olmalıyız?

Bir Müslümandan küfür olan bir söz sadır olduğu vakit ne yapmamız uygun olur? Selamlarımla

Kemal Ateş 

*******

Ehl-i Kıble’nin tekfîri câiz değildir.

Sevgili kardeşim;

O söze geçmezden evvel, kanaatimce kısa da olsa “Ehl-i Sünnet’e göre tekfir”i ele almamız gerekiyor.

Bildiğiniz gibi âlimlerimiz diyorlar ki: “Bir meselede doksan dokuz ihtimal küfre ve bir ihtimal de küfür olmadığına olursa ikinci cihet, yani küfürde olmama ciheti tercih olunmak suretiyle fetva vermek gerekir. Zira küfür büyük cinayet olduğundan küfürde olmama cihetinde bir ihtimal varken tekfir cihetine gidilmesi uygun olmaz.”

Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bi hadis-i şeriflerinde, "Kim bizim kıldığımız namazı kılar, bizim kıblemize yönelirse, kestiğimizi de yerse işte Allah ve Rasûlünün zimmetinde (himayesinde-korumasında) bulunan Müslüman budur. Allah'ın zimmetini bozmayın." [Buhari, Salat, c. 1, s. 391] buyurmuşlardır. Bu hadisi esas alan Ehl-i Sünnet'in müçtehitleri, şu hükümde ittifak etmişlerdir: "Kıble ehlinin tekfîri câiz değildir." [İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber (Aliyyü'l-Kaari Şerhi), İst., 1981, s. 424 vd.]

Hanefî fûkahasından Molla Hüsrev hazretleri der ki: "Ehl-i ehvâ, kelâm kitaplarında zikredildiğine göre, inançları Ehl-i Sünnet'in inançlarına uymayan ehl-i kıbledir. Bunların şahitlikleri kabul edilir." [Düreru'l Hükkâm, İst., Fazilet Neşriyat, 1307, 2, 376]

Ehl-i ehvâ; kelime ve terkip olarak nefsinin, heva ve hevesinin arzusuna uyanlar demektir. Seyyid Şerif Cürcânî hazretleri Tarifat’ında, ehl-i ehvâ'yı şöyle tarif eder: Bunlar ehl-i kıbledendir; lâkin inançları, Ehl-i Sünnet'in inancı gibi değildir. Cebriyye, Kaderiyye, Ravâfız, Havâric, Muattıla ve Müşebbihe bu gruba girer.

Alauddin el-Haskafî hazretleri, "Bid'at ehlinin imâmeti'ni" izah ederken şöyle der: "Bid'at, Rasûlullah’tan (s.a.v.) malûm ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu bir inad sebebiyle değil, bir nevî şüphe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiçbiri bid'at sebebiyle tekfir edilemez."

İbn Abidin (rh.) bu metni şerh ederken, "Bizim kıblemize dönenlerden hiçbiri şüphe ile kurulan bid'atten dolayı tekfir edilemez. Çünkü bu yaptıkları bir te’vil ve şüphe neticesidir. Tekfir edilmemelerinin delili, şahitliklerinin kabul edilmesidir. Ama zarûrat-ı dîniyye hususunda muhâlefet edenin küfrüne hilâf (zıt bir hüküm de) yoktur" diyerek, meseleye açıklık getirir. [Bkz. İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar ale'd Dürri'l
Muhtar, 2, 409]

Netice itibariyle; inanılması zarurî olan hususları inkâr etmediği müddetçe, ehl-i kıble tekfir edilmez. Nitekim İmam Matüridî hazretleri buyurur ki: “Günah işleyenler günahları sebebiyle imandan çıkmazlar; çünkü haber-i mütevatirle sabit olan husus, büyük günahların bağışlanma ihtimalinin bulunduğudur… Büyüğü bağışlanınca, küçüğünün bağışlanma ihtimali daha evladır.”Aliyyü’l-Kaari (rh.) de, “Ne kadar büyük olursa olsun, helal olduğuna inanmadıkça hiçbir Müslümanı, işlediği herhangi bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz” der.

Kadı Adudüddin Îcî (rh.) de, “el-Mevâkıf” adlı kitabında şöyle diyor: “Allah'ı inkâr etmedikçe, yahut Allah'a eş koşmadıkça, yahut peygamberlik müessesesini, yahut bize kadar gelişi zaruri bilgi ile sabit bir hükmü, yahut haram olan şeyleri helâl kabul etmek gibi üzerinde ittifak edilmiş bulunan bir meseleyi inkâr etmedikçe kıble ehlinden hiç bir kimseye kâfir denilemez.”

Ancak âlimlerin, “Kıble ehlinden hiç bir kimseye kâfir demeyi caiz görmeyiz” sözlerinden maksat; yalnızca kıbleye yönelmek değildir. Zira Rafızîlerin Gulât taifesi Cebrail aleyhisselâm'ın vahyi indirmede hata yaptığını, esasen Allah Teâlâ'nın Cebrail'i Hz. Ali'ye gönderdiğini, fakat yanlışlıkla vahyi Peygamber Efendimize getirdiğini iddia ediyorlar. Bunlar kıble ehli değildir, o sınıfa girmezler.

Bu Gâliye taifesinden bir kısmı, Hz. Ali'nin ilâh olduğunu iddia edecek kadar da ileri gitmişlerdir. Dolayısiyle kıbleye karşı namaz kılsalar da kâfirdirler. Zira Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.), “Kim bizim kıldığımız namazı kılarsa, bizim kıblemize yönelirse, kestiğimizi yerse işte Allah ve Rasûlünün zimmetinde bulunan müslüman budur. Allah'ın zimmetini bozmayın” hadislerinde kasdedilen mânâ da budur. [Fıkh-ı Ekber Şerhi, Aliyyül-Kaari, Çağrı Yay.]

Velhasıl, "Şahs-ı muayyenin tel’îni ve tekfîri caiz değildir" sözünü bütün bu açıklamalar çerçevesinde değerlendirmenin doğru olacağını düşünüyorum. Yani belli bir şahsın sözlerini, fiillerini, itikadını ince eleyip sık dokumadan, hassas bir şekilde teraziye vurmadan herhangi bir günahı-hatası-kusuru sebebiyle ona lânet etmenin, kâfir demenin caiz olmayacağı anlatılmak istenmiş. Mesela, Yezîd’e lânet etmediğimiz gibi…Mevzu ile ilgili ayrıca bkz. http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-1479.html

***

Cemalettin Afgani’ye gelince…

Irkçılığı, Şîiliği, peygamberliğe dair sakat değerlendirmeleri bir yana, biliyorsunuz Mason'dur… Masonluksa Ehl-i ehvâ sınıfına bile girmeyen tam bir küfür cemiyetidir. Dolayısiyle Şeyhulislâmın hükmü de –kanaatimizce- buna istinat ediyor.

***

Müslümandan küfür sadır olursa

Son olarak, “Bir Müslümandan küfür olan bir söz sadır olduğu vakit ne yapmamız uygun olur?

Bu durumda yapılacak iş, takınılacak en uygun tavır; onu ikaz etmek, ona bunun ne olduğunu, manevi dünyasında açacağı tahribatın-zararın dehşetini, maruz bırakacağı felaketin büyüklüğünü anlatmak olmalıdır. Kısacası hedef, onun dalâlette kalması değil, hidayete kavuşması olmalı… Bir başka ifadeyle; kaybetme değil, daima kazanma yolu tercih edilmelidir.

Go to top