Muhterem hocam,

Cuma namazını kılarken;

4 Rekat Cuma'nın ilk sünnetini,

2 Rekat Cuma'nın farzını,

4 Rekat Cuma'nın son sünnetini,

İhtiyaten;

4 Rekat Zuhr-i Ahiri,

2 Rekat vaktin sünnetini kılıyoruz.

Soru 1:

Sünnet-i Müekkede olmasına rağmen Öğle Namazının ilk Sünneti olan 4 Rekatı kılmıyoruz. Bunun sebeb-i hikmeti nedir? 

Soru 2:

Bazı kitablarda ve sitelerde Cuma Namazında kılınan sünnetlerin niyetlerine de aşağıdaki gibi kazaya kalan namazları da ekliyorlar. Bu doğru bir uygulama mıdır? 

"Cumanın ilk sünnetini kılarken, (Cumanın sünnetini ve ilk kazaya kalmış öğle [ikindi veya yatsı] namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir. Cumanın farzından sonra 10 rekat namaz kılınır. Bunun ilk dört rekatını kılarken, (Cumanın son sünnetine ve ilk kazaya kalmış öğle [ikindi veya yatsı] namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir. İkinci dört rekatı kılarken, (Vaktine yetişip kılmadığım son öğle namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir ve farz gibi kılınır. Buna zuhr-i ahir namazı denir, mutlaka kılmalıdır. Cuma namazı kabul olmazsa, bu namaz o günün öğle namazı yerine geçer. Sonra iki rekat daha kılınır, buna da (Vaktin son sünnetini ve ilk kazaya kalmış sabah namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir." 

Yâ Selam

*******

Değerli kardeşim;

Her iki sorunuzu da sırasıyla cevaplamaya çalışalım.

Cevap 1- Bildiğiniz üzre “sünnet-i müekkede”, lûgaten, kuvvetli sünnet demektir. Fıkıh ıstılahında ise, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) devamlı olarak işleyip nadiren terkettiği; farz ve vacib olmayan amelleridir. Buna “sünnet-i hüdâ” adı da verilir. [Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta'rifât, Beyrut, 1403/1983, s. 122; Damad, Mecmeu’l-Enhur, İstanbul 1328, I, 12; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, Kahire, 1272-1324, I, 70]

Demek ki sünnet-i müekkede, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) nadiren/çok az-çok seyrek de olsa yapmadığı zamanların olduğu sünnetlerdir. Sünnete ittiba'nın manası ise; O İki Cihan Güneşinin yaptıklarına aynen uymak olduğuna göre, seyrek de olsa o sünnetleri terk etmek de bir sünnettir, sünnete uymadır. Öncelikle bunu böyle kabul etmemiz, değerlendirmemiz gerekir diye düşünüyorum.

İkinci bir husus; 1300 küsur seneden beri ümmetin uygulaması böyle olduğuna göre, bu da mürekkep bir icma’ halini almış demektir ki, en azından üzerinde konuşulması gerekmeyecek bir tatbikat sayılır. 

*** 

Cevap 2- Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ve sahabenin (r.anhüm) hayatında böyle bir şey görülmemiştir. Hadis-i şerifte "Amellerin (hükmü) niyetlere göredir" buyrulmuştur. [Buhârî, Sahih, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, Sahih, İmare, 155; Ebu Davud, Sünen, Talak, 11] Her ibadete de müstakillen/ayrıca niyet şarttır.

Keza, her namaz başlı başına bir ibadet olduğuna göre, niyetleri de elbette ki kendilerine hâs olacaktır. Hem niyet neye ise, kesin ve açık olması gerekir. Birden fazla ibadete tek niyet kâfi gelmez. Kaza, kaza olarak; sünnetler de sünnet olarak ayrı ayrı kılınır.

 

 

Go to top