Hiç dükkânlardan gramla alışveriş edecekleri için habire sıralarını erteleyen ya da dükkânın tenha vaktini kollayan anneleri gördünüz mü? Ya da pazar yerinde “Yarım kilo olmaz mı?” diye soran bir anneye rastladınız mı? Onların tedirgin ve mahçup halleri ile kavrulup üzüldüğünüz oldu mu? O tedirginliğin ve mahcubiyetin sebebi bir aile sırrının açığa vurulması, “eli dar günlerin” ifşâ edilmesindendir.

Böyle her buruk manzaradan sonra, Ortaköy’den Beşiktaş’a doğru ağır ağır yürüyen Behçet Necatigil’e yetişir ve şu mısralarına kulak veririm:

Çarşılarda bir şey
Biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı
İnsanlara, tezgâhlara, kâğıtlara kolaydı
Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.


Dünyada hiç bir baş, kalbi evlât sevgisi ile dolu bir annenin ve babanın onlar için eğildiği kadar eğilmemiştir. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren anaların yüreğindeki şefkat ve fedâkârlık ateşi ise söndürülesi bir ateş değildir.

Onlar, ustaların ustası Arif Nihat Asya’nın seslendirdiği gibi her dem derler ki:

İlk kundağın ben oldum yavrum.
İlk oyuncağın ben oldum!
Acı nedir, tatlı nedir bilmezdin;
Dilin, damağın ben oldum!
Bir dediğini iki etmeyeyim diye
Öyle çırpındım ki...
Ve seni öyle sevdim,
Sana o kadar ısındım ki...


Önce annelerimizin dibinde insanlaşırız. Hayatımız boyunca dağıtacağımız tebessümlerin kaynağı, onların bize tebessümleridir.

Biz hasta oluruz, eriyen onlar olur.

Biz elimizi çarpsak bir yere, onların kolu tutulur.

Bizim başımız ağrısa, onların ciğeri yanar.

Hani geceleri usulca yanımıza gelip üstümüzü örterler ve yanağımıza alev alev bir öpücük bırakıp sessizce giderler annelerimiz. O saf ve hesapsız sevgiden daha derinini gördünüz mü? Ne yazık ki kıymetini bilemeyip attık bir kenara o ana öpücüklerini. Saklamak lâzımmış birini bile olsa. Artık analarımızın kimi var, kimi yok...

En çok annelerimiz özler bizi. Onun bize duyduğu hasretle başedebilecek hasret yoktur. (Recep Şükrü Apuhan)
Go to top