Ateistin soruları ya da zırvaları

Muhterem efendim. Selamün aleyküm. Size bizim okulda hocalarımızın ateist olan arkadaşlarımızın üzerine gidip 'neden inanmıyorsun, ya varsa' gibi sorularına karşılık verdiği (daha doğrusu tek verdiği) cevabı size sorup, bu sorulara cevap veremeyen biz cahil ve ilmi eksiklerin sadrını rahatlatmak ve kesinkes olarak iman ettiğimiz hazreti Allahın bu konuda ki hikmetini anlamaya vesile olmanız için(affınıza sığınarak) sorularımı soracağım izninizle.

1) '' Eğer sizin Allahınız bu kadar merhametli ve şefkatli ise, neden hayvanların masum çocukların günahsız sabilerin acı çekmesine izin veriyor. Geçenlerde 6 yaşındaki bir kız çocuğuna 4 kişi tecavüz etmiş ve bunun neticesinde bu kızın ilerde psikolojisi bozulup kötü yola düşme ihtimali var. Ve sonucunda bu kötü yollarda olduğu için sonuçta cehenneme gidecek.Bu tür olaylar toplumumuzda da bir hayli artmaya başladı. Neden allah bu gibi olaylara izin veriyor?''

2) 'Allah dilediğini hidayete kavuşturur ve dilediğini dalalete sürüklüyorsa(bir ayet söylüyorlardı bu mülahaza ile ilgili) ve iman sizin deyiminizle bir nasip meselesi ise bunun kader açısından durumu nedir. Allah bana imanı nasib etmemiştir bende iman etmem ve bunun sonucunda beni cehenneme atıp yakacak mı ? bu ne kadar adaletli ?'

(Bu soruları gerçekten hem kendi sadrımı felaha erdirmek, hemde onlara cevap verebilmek için sordum. Merhamet ve adalet sahibi Hazreti Allah sizden razi olsun. Selam ve dua ile muhterem efendim) Sezer Yavuz

*******

Ve aleyküm selam. Güzel dualarınıza hudutsuz “amin”ler, bilmukabele hayır-dualar…

Mu’tezile’den, Kaderiye ve Cebriye’den bu yana asırlardır süregelen bu soruları, bildik nakaratları aynen maddeler halinde ele alıp, ilmî-mantıkî cevapları üzerinde vaktimiz nisbetinde durmaya çalışalım.

1) '' Eğer sizin Allahınız bu kadar merhametli ve şefkatli ise, neden hayvanların masum çocukların günahsız sabilerin acı çekmesine izin veriyor. Geçenlerde 6 yaşındaki bir kız çocuğuna 4 kişi tecavüz etmiş ve bunun neticesinde bu kızın ilerde psikolojisi bozulup kötü yola düşme ihtimali var. Ve sonucunda bu kötü yollarda olduğu için sonuçta cehenneme gidecek.Bu tür olaylar toplumumuzda da bir hayli artmaya başladı. Neden allah bu gibi olaylara izin veriyor?''

Kâinatta her şey çifttir; arz-sema, gece-gündüz, erkek-dişi, kâfir-mü’min, zalim-mazlum, aydınlık-karanlık, acı-tatlı ve saire…  Tek ve bir olan sadece Allah Teâla’dır. Binaenaleyh, hayatta hiçbir şey tek düze değildir; acısıyla-tatlısıyla, sevinciyle-kederiyle, iyisiyle-kötüsiyle hep çifttir, inişli çıkışlıdır. Ve bütün bunlar insanlar içindir. Çekilen acıların, ıztırapların da sebep-hikmet ve sonuçları vardır. Acıyı çeken ve çektiren adına hem dünyada hem ahirette mükâfat ve mücâzâtları olur. Yaşanan ıztırapların zerresi bile öbür âlemde karşılıksız kalmaz. Hayvanların yaratılış sebepleri ve hikmetleri ise kitabımız Kur’an-ı Hakîm'de şöyle açıklanmıştır: “Bu hayvanları insanların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?[Yâsîn suresi, 72-73] 

Demek ki hayvanların bir kısmının yaratılış sebebi, kesilip etlerinden faydalanılmasıdır. Meseleye vejetaryen gözlüğüyle bakıp, 'efendim hayvanlar acı çekiyor, ben et yemem' gibi saçmalıkların arkasına sığınarak, burada -hâşâ- Allah Teâla'nın merhametsizliği(!)ni sorgulamaya kalkışmak, en hafif tabiriyle 'abesle iştigâl' olur, sonucu da küfre kadar gider bunun!..   

Mükevvenatta her yaratık yaratılış sebep ve hikmetlerine uygun olarak hayatını idame ettirmektedir. Bütün bu yaratıkların içinden insanlarla cinler iman ve amelle, ahlâkla yükümlü ve sorumludurlar. İman-amel ve ahlâk sahipleri Cennet’le; küfür ve ahlâksızlıkla malûl olanlar da Cehennem’le yaptıklarının karşılığını bulacaklardır. Yani sahip oldukları nimetlere şükredenler, her organını yaratılış hikmetine uygun olarak kullananlar mükâfat, aksi yönde hareket edip nankörlük edenler de cezâsını göreceklerdir. Zerre miktarı da olsa iyilik ve kötülük nâmına hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır.

Eğer Allah’ın rahmet ve re’feti, adâleti olmamış yani Rahmâm, Raûf, Rahîm ve Adl sıfatları bulunmamış olsa idi, çocukları da hayvanları da mükellef tutar, onları da sorguya çeker cezalandırırdı. Oysa çocuğa sabâvet vasfını-hükmünü verip sorumlu kılmamış,  hayvanları da akıl sahibi yapmadığı için mükellef tutmamıştır. Bu sebeple Cehennem azabına mâruz kalmayacaklar. O hâl rahmet değil de nedir? Nitekim kâfirler, onların bu vaziyetini görünce, keşke biz de toprak olsaydık, diyecekler. Kısacası bütün bu tekevvünatın (yaratılıp var olmaların) adına Kur’an-ı Kerim’de, “sünnetullah” tâbir edilir. Bir başka ifadeyle buna, âdetullah ya da ilahî kanun da denilir. (Doğa ve doğa kanunu gibi ifadeler yanlıştır, sakattır, mutlaka sakınmak-kaçınmak gerekir.) Tabii ki o çocuğu gereği gibi koruyup kollayamayan, eğitemeyen kişi ve kuruluşlar, başta ailesi ve sorumlu müesseseler olmak üzere hepsi de mes’uldür. Gerek dünyevî gerekse uhrevî hukuk açısından… Elbette ki herkes, her kurum ve kuruluş, yükümlü bulundukları vazifeleri bihakkın yapmaya mecburdurlar. Eğer üzerlerine düşeni yapmalarına rağmen bir takım yanlışlara engel olamadılarsa, tabii ki bundan da hesaba çekilmezler.

İslâm hukukunda “zulüm, zâlim, mazlûm” mefhumları vardır. Hatta bu kavramlar beşerî sistemlerin, sosyal ilimlerin de mevzuudur. Dinimizde zulüm haramdır, zâlim günahkârdır, mazlûm ise zâlimden hakkını mutlaka alacaktır. Gerek dünyada gerekse ahirette… Bu adalet değil de nedir? Söz konusu küçük çocuğa yapılan elbette ki son derece çirkin, çok acı ve pek acıklı bir zulümdür. Bu da onu işleyenden mutlaka sorulacaktır. Çünkü kendi hür iradesiyle bunu yapmıştır. Allah Teâla’nın icbarı gibi bir durum asla söz konusu dahi olamaz. O çocuğun ise, bu fiilin gerçeklemesinde herhangi bir dahli yoktur, sorumlu da değildir. Ancak mükellef çağa geldikten sonra kendi istek ve iradesiyle ‘battı balık yan gider’ gibi yanlış bir düşünceyle kötü yollara düşer ve günaha girerse, onlardan mutlaka mes’uldür. Zira ‘zararın neresinden dönülürse kârdır’. İslâm hukuku açısından bırakınız bir çocuğu, tecavüze uğrayan bir kadın dahi Allah indinde günahkâr olmaz, kendisine yapılan kötülükten dolayı mes’ul değildir. Sormululuk tamamen kötülüğü yapanındır, ceza da onadır.

Bütün bu ferdî ve içtimai olumsuzluklara engel olmak, sedd-i zerâi' görevini üstlenmek, buna rağmen işlenmesine mâni olamadığı kötülükler sebebiyle bozulan psikolojileri, sosyal dengesizlikleri düzeltme ve tedavi vazifesi de başta devlet olmak üzere bütün kamu-özel-tüzel kurumların üzerine düşmektedir. Yükümlü olduğu görevi yapmayan fert de toplum da mutlaka sorumludur.

Ne demek “neden Allah bu gibi olaylara izin veriyor?” Ehl-i Sünnet inancına göre, elbette ki hayrı da şerri de / iyiliği de kötülüğü de yaratan, bir başka ifadeyle dileyenin işlemesine izin veren Allah Teâla’dır. O işin olmasını isteyen, o yönde çaba gösterense, hür iradeye dolayısiyle cezâi ehliyete sahip olan insandır. Fakat unutmamak gerekir ki; Allah’ın (c.c.) kötülüğe rızâsı yoktur. Kul ısrarla istediği ve bunu kendi iradesiyle arzuladığından dolayı, dünyadaki cezasını da ahiretteki azabını da beyan ederek  izin verir. İsteyen istediği yönde hareket eder. Böyle olmasa yani sırf iyi olanlara izin verip kötü olana izin vermese, imkân tanımasa işte o zaman bu 'icbar' olur ve bunun sonucunda ceza ve mükâfat da adâletli olmaz. Cennet ve Cehennem’in de anlamı ve hikmeti kalmaz. Kötülük yapan kişi, 'mecburdum da yaptım' der, diyebilir. İnsanlar ve cinler hem iyiliğe hem kötülüğe müstait (kabiliyetli-yetenekli) olarak yaratılmış ve ilahî emirlere muhatap kılınmışlardır. Melekler ise kötülük yapmalarına izin verilmeyen yaratıklardır. Çünkü onlarda nefis yoktur, kötülük yapmaya istidat ve kabiliyetleri de mevcut değildir. Onlar hep iyilikle ve hep Allah’ın emrettiklerini yapmakla vazifelidirler. Melek sınıfına dahil olmadığımıza göre, neticesine katlanmak üzere önümüzde iki altenatifimiz var; iman ve küfür, hidayet ve dalâlet, hayır ve şer. Burada bunları “özgür irade”nle seçer; acı ve tatlı sonucuna da katlanırsın.

*** 

2) 'Allah dilediğini hidayete kavuşturur ve dilediğini dalalete sürüklüyorsa(bir ayet söylüyorlardı bu mülahaza ile ilgili) ve iman sizin deyiminizle bir nasip meselesi ise bunun kader açısından durumu nedir. Allah bana imanı nasib etmemiştir bende iman etmem ve bunun sonucunda beni cehenneme atıp yakacak mı ? bu ne kadar adaletli ?'

Allah dilediğini hidayete kavuşturur dilediğini dalâlete…” sözünün hakiki manası; "Allah dileyene hidâyeti, dileyene de dalâleti halk eder, verir", demektir. Yoksa Alllah Teâla insanları zorla dalâlete sürükler ya da hidâyete sevk eder demek değildir. Aynen iyiliği isteyene iyiliği, kötülüğü isteyene kötülğü verdiği gibi… Ama yukarda belirttiğimiz üzere, Allah’ın (celle şânuhu) kötülüğe-dalâlete rızâsı yoktur.

Tabii ki her şey gibi “iman” da bir "nasip-kader" işidir. Kader ve nasip, sana dayatılan değil, senin arzun-iraden istikametinde yaratılandır. Kader, Allah Teâla'ın bilmesidir, elbette bilecek ve biliyor Mevlâmız her şeyi… Fakat Onun bilmesi demek, kulun mecbur edilmesi-zorlanması demek değildir. Onun, ezelî ilmiyle senin ne yapacağını, iradeni hangi yönde kullanacağını bilmesi demektir. Bunun da aksi Allah (c.c.) için zaten düşünülemez, muhâldir. Bilmezse ilah olmaz.

Allah bana imanı nasib etmemiştir bende iman etmem ve bunun sonucunda beni cehenneme atıp yakacak mı ? bu ne kadar adaletli?” Hâşâ Allah Teâla’nın hükmettikleri (ilâhî ahkâm) içerisinde adâletli olmayan bir şey düşünülebilir mi? “Adl” sıfatının hakiki sahibi o değil mi? Sen, Allah’ın sana imanı nasip edip etmediğini nerden biliyorsun-bileceksin ki o kazıyeyyeyi (önermeyi) yürütüyor, o neticeye varıyorsun. Bilmediğin için sen, senin için hayırlı olacak olan yönde-istikamette çalışıp çaba sarf edeceksin ki, ona kavuşabilesin. Önce sa’y u gayret, sonra tevekkül… Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, kelime-i tevhidi tasdik ederek, cömertlik ve takvâ yolunu seçecek ve o yönde çaba göstereceksin. Böyle olduğu takdirde Cenab-ı Hak da sana Cennet’in yolunu kolaylaştırır. Yoksa tevhidi tekzib edip inkâr üzere olur, cimrilikle kendini de müstağni addedersen (nasıl olsa kaderde ne varsa olur deyip kendini minnetsiz, tenezzülsüz, ihtiyacı olmayan biri olarak görür ve öyle davranırsan), Hz. Mevlâ da sana Cehennem’in yolunu kolaylaştırır. [Bkz. Leyl suresi, 5-10]

Aslında sorulanların tamamı “kadere iman” veya kaderi inkârla alakalı hususlardır. Asırlar öncesinden Mu’tezile’nin sapık kollarından Kaderiye ve Cebriye’nin zırvalarıdır.

Görüldüğü üzere Ehl-i Sünnet perspektifinden bakıldığında, meselenin aslının hiç de onların ve günümüzdeki uzantılarının mugâlataları-demagojileri gibi olmadığı âşikârdır. Daha geniş bilgi için bkz. 

http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/318-imanin-altinci-sarti-kadere-inanmak.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/892-kader.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/970-hasta-olmak-kader-ve-kaza-midir.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1452-evlilik-ve-kader.html

Go to top