Soru: Aysegul tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm. Size de hayırlı günler olsun.
Hz. Mevlâ, her türlü derdinize/dertlerimize âcil, hasarsız ve kalıcı devalar/şifalar ihsan eylesin. Amin...
Malumunuz, insanların fıtratları aynı değildir. Kimisi tez canlıdır, kimisi orta hallidir, kimisi de oldukça müteennidir/sabırlıdır, hatta tabiri caizse ağır tabanlıdır… ‘Dünya yansa bir hasırlık yeri gitmez’, denilebilecek türdendir. Keza bazıları çok sosyaldir, bazıları orta halli, bazıları ise içe kapanıktır. Bütün bu hallerde insanın yapması gereken, elbetteki vaziyeti olduğu gibi kabullenmek yerine, orta yolu bulmaya çaba göstermektir. Yani manevi terbiye-eğitim gereklidir. Zira “Her şeyin hayırlısı ortasıdır” buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz.
Okumaya devam ediniz, fakat düzenli ve verimli okumaya gayret ediniz. Öyle ulu orta, rastgele, alt yapınızın olmadığı alanlarda değil. Aksi halde verimli olmaz, sakıntılı bile olabilir.
Gerek kendiniz, gerek anne-babanız, geçmişleriniz ve gerekse topyekün mü’minler için duadan geri kalmayınız. Dua biz mü’minler için çok çok önemli. Bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/149-dua-niyaz-tazarru-ve-ilticanin-onemi.html
VESVESE’yi sakın ola semtinize yaklaştırmayınız. O, şeytanın kalbimize-kulağımıza üflediği korkunç bir illettir. Mutlaka zihninizden ve gönlünüzden def ediniz. Bu hususta sitedeki vesvese ile ilgili yazılardan özellikle yararlanabilirsiniz.
Günühkâr olmayan insan mı var! Yeter ki tevbeden-istiğfardan geri kalmayalım. Rabbimizin afvı da mafğireti de rahmeti de hudutsuzdur, unutmayalım, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmayalım. İmanı kaybetme, şakavet ve saadet gibi hususlar da gene şeytanın bir vesvesesidir. Atın onları kalbinizden. Daima “korku ve ümit arasında” yaşamaya çalışın. Siz azminize-iradenize-imanınıza sahip çıktıktan sonra kim size bir zarar verebilir! Ne insan, ne cin şeytanları… Hiç biri zarar veremez. Atın onları kafanızdan-zihninizden…
Ailenize değer verin, onlara sahip çıkın, daima istişare edin, her hususta danışın, fikirlerini alın. Gönüllerini incitmemeye azami gayreti gösterin. Bu hususta şu linkten istifade edebilirsiniz:
http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/171-annenle-babanla-dunyada-iyi-gecin.html
***
Huylar değişebilir
Yine unutmamak lazım; huylar zamanla değişeblir, gelişebilir. Sinirlilik, huzursuzluk hâli de maddî-manevi tedavi ve terbiye ile az ya da çok farklılık gösterebilir. Muhatap olduğumuz insanlara karşı empati yapmaktan geri kalmamalı, daima kendimizi onların yerinde/durumunda da değerlendirmeye çalışmalıyız.
Öncelikle bu mevzuda faydalı olacağını düşündüğüm, Psikolojik.gen.tr’de yayınlanan bir makalenin son kısmını paylaşmak isterim. Orada;
“Sinirlilik nasıl azaltılabilir?”
başlığı altında şöyle deniliyor:
“Nefsin terbiye edilmesi sinirliliği azaltan en önemli etkendir. İnsanların ben merkezli bakış açıları, kendilerine yönelik eleştirilere aşırı reaksiyon vermelerine neden olur. Kendisine haksızlık yapıldığını düşünen, etrafından saygı görmediğini, sözünün dinlenmediğini düşünen kişiler en küçük sorunda bile sinirlenerek, saldırgan bir tutum içine girerler. Bu kişilerin egoist bir yapıya sahip olduğu görülür. Bu yüzden kişilerin tepkileri konusunda farkındalık yaratması çözüme yardımcı olur. Sorumlulukları strese sebep olmadan yerine getirmeye çalışmak gerekir. Kişiler elinde olmadan aşırı tepkiler veriyorsa, bunu tüm gayretine rağmen düzeltemiyorsa psikiyatrik tedavi alınması gerekir. Bunun ilaçlarla dengelenerek tedavi edilmesi gerekir.” [Yayınlanma Tarihi: 26.08.2014]
Binaenaleyh burada anlatılan uyarıları dikkate alıp;
1. Mesleğinde uzman bir hekimden psikiyatrik tedavi yardımı alınabilir.
2. Manevi çarelere müracaat edilebilir. Bu da bir bakıma hem koruyucu hekimlik, hem de manevi hastalıklarımıza karşı bir tedavi usûlüdür.
Mesela sinirlendiğimiz zaman ilk tedbir olarak hemen abdest alır ve mümükünse iki rek’at namaz kılarız. En azından bulunduğumuz konumu değiştiririz. Ayakta isek oturur, oturuyorsak uzanırız. Eğer o an namaz kılmamız mümkün değilse, Kur'an-ı Kerim okuruz. Yüzünden okuma fırsatınız yoksa, ezbere bildiğiniz surelerden okuruz. Mesela Yâsîn-i şerif, Nâs, Felak, İhlâs, Fâtiha, Ayetü’l-Kürsî gibi.
***
Tefvîz-ı umûr
Tasavvufî tabirle, "tefvîz-ı umûr" ediniz.
Tefvîz; kelime olarak teslim ve tevekkül manalarınadır. Yani kulun bütün işlerini Allahu Teâla’ya havale etmesi ve O'nun yaptığı her şeyi gönül rızası ile karşılamasıdır… Hiçbir hususta ne dil, ne de kalb ile O'na itiraz etmemesi; sızlanıp içinde bir rahatsızlık-huzursuzluk dahi hissetmemesidir. Bir başka ifadeyle tefvîz-ı umûr, kulun, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm" [Bütün güç-kuvvet ve kudret, yalnızca en yüce ve en büyük olan Allah’a aittir. (Yani günahlardan korunmak da, ibadette muvaffak olabilmek de, sadece O’nun yardımıyla elde edilir.] deyip bütün faaliyetlerinde kulun, Cenab-ı Hakk'ı mutlak vekil kılmasıdır. Kısacası tefvîz, tevekkülün en mükemmel şeklidir. Rabbimiz (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de salih bir kulunun ağzından hikâyeten, "İşimi Allâh'a tefvîz (havale) ediyorum; O kullarını görür"(Mü’min-Gâfir suresi, 40/44) buyurarak, biz mü’minlere tefvîzı nasıl yapmamız gerektiğini öğretiyor.
“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym” demenin sevabı, faydası, tesiri ise zaten müsellemdir (inkârı kabil olmayan bir gerçektir). Ne zaman insanın başı derde girse, sıkışsa, okuduğunda mutlaka rahatlar, huzura kavuşur... "Havqale"nin yani bu güzel duânın-ilticânın tam hatim adedi de, 1111'dir. Çok sıkıntılı zamanlarda okunması tavsiye edilmiştir, ihmâl etmemek gerekir. Hatim, usûlüne uygun şekilde okunursa, mutlaka neticesi görülür.
Havqale, yani “Lâ havle ve lâ kuvvete illa bi'l-ilâhî'l-alîyyi'l-azîm (İbadet ve taat için güç de, günahlardan korunmak için kuvvet de ancak çok yüce ve pek büyük olan Allah’ın yardım ve lûtfu iledir) cümlesinin faziletine dair bazı hadis-i şerifler şöyledir:
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; “Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh” sözünü çok tekrar edin.” [Tirmizî, Sünen, Deavât, 141, Hadis no: 3596]
Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) bana, “Sana Cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?” buyurdular. “Evet, yâ Rasûlallah!” dedim. ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh’ de!” buyurdular.” [Ahmed bin Hanbel, Müsned, Hadis no: 21472, 8/94]
Keza “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” okumanın 99 derde deva olacağı ve en azından hüzün ve kederi (üzüntü ve tasayı) gidereceği bildirilmiştir. Bu husutaki tavsiyelerde, günde 100’den aşağı okumamak evlâdır; çünkü her gün yüz defa okuyan kimsenin, kat'iyyen fakirlik yüzü görmeyeceği de beyan buyrulmuştur.
Mâlikü’l-Eşcaî (r.a.), Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek;
- "Ey Allah'ın Rasûlü! Oğlum Avf müşriklere esir düştü" dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) de,
- "Ona haber gönder ve benim kendisine ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözlerini çok tekrar etmesini emrettiğimi söyle" buyurdular.
Mâlik (r.a.) bunu oğlu Avf'a (r.a.) iletti. Bunun üzerine Avf bu sözleri devamlı olarak tekrarlamaya başladı. Müşrikler onu deriden yapılmış iplerle bağlamışlardı. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözlerini söylemeye devam ettiğinde bu ipler kendiliğinden çözülüverdi. Avf dışarı çıktı ve orada bir devenin durmakta olduğunu gördü. Devenin üzerinde eyeri de vardı. Avf ona bindi ve sonra da civarda bulunan bir deve sürüsünü de önüne katarak evine geldi. Avf kapıda anne-babasına seslendi. Babası,
- "Kâbe'nin Rabb'ine yemin ederim ki bu Avf'ın sesidir" dedi. Avf'ın babası ile hizmetçileri kapıya koştular. Avf dönmüş ve evin önündeki boşluk da develerle dolmuştu.
Avf olup bitenleri babasına anlattı. Babası da koşup bunları Rasûl-i zîşâna (s.a.v.) haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.),
- "O develer artık sizindir; istediğiniz gibi kullanabilirsiniz" buyurdular.
Bu hadise üzerine, "Kim Allah'tan korkarsa, (Allah da) onun için (sıkıntıdan kurtulacağı) bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse (ona güvenir ve dayanırsa) Allah ona kâfidir" [Talâk suresi, 2-3] mealindeki âyet-i kerimeler nâzil oldu. [et-Terğib ve’t-Terhib, 3, 105 (Âdem b. Ebî İyas, Tefsir'inde Muhammed b. İshak'tan rivayet etmiş); İbn Kesîr, Tefsir 4, 380 (İbn Ebi Hâtim de Muhammed b. İshak'tan benzer şekilde rivayet etmiştir)]
Bu hususta Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.lerinin Tefviznâme'si de meşhurdur. Oradan bazı beyitler:
Hak şerleri hayr eyler / Zannetme ki gayr eyler / Ârif anı seyr eyler / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler. (Marifetnâme, s 285)
Tefviznâme’nin tamamını okumak için lütfen aşağıdaki linke bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3198-evlilik-ve-kiz-isteme.html
***
Ölümü düşünmek
Bu hususta bir başka tedbir de ölümü düşünmek, hatırdan çıkartmamaktır.
Biz mü’minler daima ölümü düşünürüz; çünkü ölüm bize dünyaya geliş-getiriliş-yaratılış gayemizi, en önemli vazifemizin Allahu Teâla’ya kulluk, O’nun rızasını kazanmak olduğunu hatırlatır. Cennet’i de Cehennem’i de unutturmaz. Buranın geçici, öbür âlemin ise ebedî olduğunu gözümün önüne serer, gönlümüze perçinler.
Stresin, huzursuzluğun, bunalımın en önemli kaynaklarından biri de, bir şeyin yapılış/yaratılış gayesine uygun olarak kullanılmamasıdır. Mesela kulağın yaratılış gayesi, hakkı-hakikati duyma-dinlemedir. Gözün gayesi iyiyi-güzeli, helali görmek, harama bakmamaktır. Eğer bunlar bâtıl-bozuk ve günah olan alanlarda kullanılmaya kalkışılırsa, o uzva/organa zarar vermiş, onu manevi bakımdan rahatsız-huzursuz etmiş oluruz.
Her duyusunu/hissini/uzvunu rıza-i ilahi dairesinde kullanan mü’minler, pek de huzursuzluk çekmezler bu dünyada; dolayısiyle daha rahat ve daha sâkin bir hayat sürerler daima... Bir bakıma dünyaları da Cennet hayatı gibi olur.